Ümit Yazıcıoğlu

Ümit Yazıcıoğlu

Sezai Karakuş 'Talo'lu bir genç

Sezai Karakuş 'Talo'lu bir genç

Kimleri bıraktınız geçmişte, kimler, aldıkları hangi yaralarla kanlar içinde yatıyorlar orada?

“Geçmişim” diyerek uzun uzun bahsedebildiğiniz bir zaman dilimine sahipseniz eğer; bir derweş, bir keşiş yada sofi değilseniz dünya işlerinden el etek çekmediyseniz, nasırlaşmamışsa yürekleriniz, tutulmadıysa zihinleriniz, acı bir pişmanlıkla, dondurucu bir inanamazlık haliyle anmalısınız o günleri…

 

Erzurum Serhedın soğuk yüzü. Memleketin amansız çelişkilerinin beşiği. Bir taraftan kutsanmış türk milliyeçiliği ve softalık, diğer taraftan horlanmış kenara itilmiş dağları star edinmiş kürdili renkler…

 

Aras nehrinin Palandöken"lerden gelen kolunun Tekman"a varmadan önceki keskin kavislerinin olduğu yerde şirin Talo köyü günlerin birinde yine yeni bir yüzle tanışır. 28 Kasım 1978 gecesi Mele Ahmed"in dünyaya gözlerini açan biricik bebeğidir bu yeni yüz. Doğar doğmaz etrafına meraklar içinde bakıp çığlık atan erkek çocuğun kulağına okunan selalar eşliğinde Sezai ismi fısıldanır.

 

Sezai acelesi varmışçasına, zamanı darmışçasına yürümeyi konuşmayı okumayı yazmayı erken öğrenir. Beş yaşında başlar okula. İlk tiyatro oyununu köy okulunda sahneler. Methini duyan kaymakam ilçeye çağırarak, izler onu. Ortaokul ve liseyi, yaz, kış boyunca 5 km uzaklıktaki ilçeye yürüyerek tamamlar. Ortaokulda başlar şiirler yazmaya, düşünmeye, sorgulamaya. Aynı zamanda iyi bir sporcudur. Okulun jimnastik takımında  yer alır ve mükemmel derecede iyi futbol oynar.

 

Onu tanıyan herkes Sezai"nin sevecen, güleryüzlü, esprili bir mizacını, etrafına ışık saçan gülümseyişini, aynı zamanda paylaşımcı ve merhametli yanını vurgulamadan edemez. Onun çok kararlı ve tutarlı, mert, aşırı derecede onurlu olduğunu beraberinde anlatır yine. Muazzam düzeyde öz güvene sahip olduğuna, küçük yaşlarda sorumluluklar aldığına, örneğin ailesinin resmi işlerini ve alışverişini yaptığına ve kız kardeşlerine çok düşkünlüğüne zaten herkes söze gerek duymayacak kadar tanıklık etmiştir. Hatta onlara elbise beğendirebilmek için ilçeye günde iki üç kez gitmekten usanmadığını Talo"da bilmeyen yoktur.

 

Üniversite sınavıyla beraber yaşamında yepyeni bir yürüyüş başlamıştır. Hemde Talo"dan uzakta. Siirt eğitim Fakültesi"ni kazanır ve aynı fakülteye kaydını yaptırır. Burada da çok başarılıdır. Sürekli okur ve okuduklarını etrafıyla paylaşır. Siirt"te çelişkileri ve baskılar yaşar. Sosyal, siyasal gelişmelere karşı her zaman tutum sahibi olur. 1997 Newroz"unda arkadaşlarıyla birlikte kampusta kutlama yapmak ister. Güvenlik güçleri onlara coplar, kalaslar ve demir sopalarla saldırırlar. Saldırı sonucu 42 arkadaşıyla  birlikte yaralanır. Hastaneye kaldırılır. Aldığı darbeler sonucunda sol kolunda kısmi felç oluşur. Bu nedenle belli bir süre tedavi olur.

 

Maruz kaldığı bu şiddet onu yoğun iç muhasebeye iter. Yeni kararlaşmalara varır. Üniversiteyi bitirmeye bir dönemi kalmasına rağmen artık Türkiye"de kalmak istemediğini ailesine bildirir. Eğitimini Avrupa"da sürdüreceğini belirterek, vedalaşır. Zaman zaman ailesini telefonla arayıp onlara Avrupa"da olduğunu söyler.

 

Aradan yıllar geçer ve 29 Eylül 2004 gecesi İstanbul terörle mücadele şubesi Mele Ahmet Karakuşu telefonla arayarak oğlu Sezai Karakuş´un ellerinde tutuklu olduğunu belirttir. Halbuki daha sonra 28 Eylül 2004 günü gözaltına alınmış olduğunu ailesi öğrenir. Ceza Yasalarına göre gözaltına alındığı anda durumun hemen onun ailesine bildirilmesi gerekirken; polisler bildirimi ertesi gün yaparlar. Durumdan haberdar olan kardeşleri derhal İstanbul Barosu"na bir fax çekip avukat talebinde bulunur. Normalde polisin ona avukat isteyip istemediğini sorması gerekirdi. Ancak aile fertlerinden Mutahir"in anlattığına göre Sezai"nin gözü kapalı iken elbiselerine dair bir tutanağın olduğu bir belgeyi imzalaması istenir. Oysa her zaman yapılan hilelerden olduğu gibi bu belgenin avukat istemediğine dair bir tutanak  olduğu çok sonradan öğrenilir. Ancak Baro Mele Ahmet"in başvurusu üzerine bir avukat gönderir. Avukat kendisiyle görüşür. İzlenimlerini sorduklarında Sezai"nin çok yoğun işkence gördüğünü, susma hakkını kullandığını, açlık grevine girdiğini belirtir.

 

Normal prosedürler uygulanmaz ve tam beş gün sonra onu mahkemeye çıkarılır. Yoğun işkenceden dolayı ayakta duracak hali yoktur. Destekle ayakta tutulmaktadır. İşkenceden dolayı ifade veremeyecek durumda olduğunu belirtir. Mahkeme heyeti de onun bu talebini yerinde bularak duruşmayı erteler.

 

Sonraki duruşmalarda Sezai polisin hazırladığı dosyanın düzmece olduğunu, kendisinin bir şey yapmadığını belirterek suçsuzluğuna vurgu yapar. Yine polise herhangi bir şey anlatmadığını mahkeme heyetine izah ederken, kendisine yapılan işkenceleri de detaylı olarak anlatır. Kaba dayak, vücuda elektrik verme, testisleri sıkma, kum torbalarıyla dövme, başını duvara vurma, dört gün boyunca uyutmama, yoğun tazyikli su tutma, askıda tutma vb. kendisi gibi aynı akibeti yaşayanlara uygulanan işkencelerden maruz kaldıklarını dile getirir,

 

Adli tıbba giderken de polislerin doktorlara müdahale ettiğini vurgular. Hatta bazı doktorlarında raporlarını değiştirdiğini söyler, buna rağmen onun işkence gördüğüne dair rapor gizlenememiş ve bu yönlü onay verilmiştir. Sezai  kardeşleri ile yaptığı  görüşmede; onlarca ekibin kendisini sorguladığını, kendisinin konuşmadığını, çok yoğun işkenceye maruz kaldığını, hatta kendisine  ""iki yıldır kimseye böyle işkence yapmadık, kıymetini bil MAZLUM… Biz bunun vücudunu ele geçirdik ama ruhunu ele geçiremiyoruz.. Seni ne yapalım öldürelim mi yakalım mı?"" dediklerini belirtir.

 

Konuşmaması üzerine polislerin zorla onun koluna sarı renkte bir sıvı enjekte ettiklerini ondan sonra gözünün önünde anlaşılmaz görüntülerin oluştuğunu, bilincinin bulanıklaştığını belirttir. Ayrıca kendisinin bir çok mekana götürülüp bazı insanlara gösterildiğini orada görüntüler alındığını sonra bu görüntülerinin sanki o daha önce o mekanlara gitmiş gibi medyaya servis edilip karalama kampanyasında kullanıldığını iddia eder.

 

Mahkemece tutuklanıp Bayrampaşa cezaevine gönderilir. Kardeşleri kendisiyle görüştüğünde morali yüksekmiş. Ancak cezaevine gittiğinde görevliler tarafından o gazeteler kendisine verilir. Daha o anda kendisine saldırıların bitmediğini karalamaların, süreceğini sorgulamanın intikamının alınacağının farkına varır. Aynı zamanda bunlara cevap verilmesi gerektiği arayışına da girer. Sonra Tekirdağ 2 nolu F tipi cezaevine nakledilir. Orada 15 gün tecritte tutulur. Kardeşlerinin cezaevi müdürüyle yaptığı kavgalı tartışmadan sonra, hücreden çıkarılır. Aslında işkenceden çıkan bir insanın yalnız başına bırakılmaması gerekirken ve buna ilişkin avukatlarının cezaevine yazılı başvurularına rağmen, cezaevi yönetimi engeller koyar. Hatta işkencenin ispatı için onun kesin rapor almasını önlemek amacıyla Sezai"yi adli tıpa sevk etmez..

 

Cezaevinde ziyaretinde ona kardeşleri :""Sezai nasılsın"" diye sorduklarında “Nasılım kafesteki kartal gibiyim. Biz bu devletle nasıl barışacağız. Bize yapılanlara bakılırsa pek de niyetleri yok"" demiş. Kendisinin üzüldüğü iki şeyin olduğunu belirtmiş hep, “biri, halkına en güzel hizmeti yapacak dönemde tutsak olması, diğeri de kendisinin şahsında halkının rencide ediliyor olması imiş.” Böylesi saldırıları göğüsleyebilmenin sorumluluğuyla hareket ederek, “Bu saldırılara bir cevap vermek lazım, bu da öncelikle benim sorumluluğum"" demiş . 

 

22 Kasım 2004 günü cezaevi yönetimi Mele Ahmet Karakuş"un evini telefonla arayarak Sezai´nin intihar ettiğini söylemiş.  Bu haber aile içinde büyük bir şok, derin bir üzüntü ve beklenmeyen bir acıya yol açmıştı elbet.

 

Ancak bu acının yanında Sezai"nin maruz kaldığı şiddet, işkence ve onu bu karara iten uygulamalara pes etmez kardeşleri.  Önce Insan Hakları Derneğine başvurup hukuki yardım talebinde bulunurlar. Ancak basın bilinen rolünü yine oynamaya başlar. Bazı gazeteler: “Sezai´nin arkadaşları tarafından öldürülmüş olabileceği şüphesinin olduğunu"" yazar. Dolayısıyla  aile bireyleri  acılarını bir kenara bırakıp mücadele etmek zaruriyetinde kalmışlar. İstanbul"da bir basın açıklaması yaparak kardeşleri “Sezai Karakuş"un ölümünde polislerin komplosu ve basının yalan karalayıcı haberlerinin sebep olduğunu belirtirler. Aslı astarı olmayan haberi yazan Sabah gazetesinin yönetimiyle görüşmek için genel merkezine giderler. Ancak hiç kimse onlarla görüşmeye haberin gerçekliğine ve kaynağına dair bilgi vermeye yanaşmaz. Sabah Gazetesi"nde haberi yazan Salih Aydın ismindeki muhabir ile görüşme talebi de ""biz bu kişiyi işten çıkardık""denilerek red edilmiş. 

 

Aile, yoğun bir adalet mücadelesine girişir. İşkence yapıldığına dair polislere, yalan haber yaptığı için basına, adli tıpa sevketmediği ve tecritte tuttuğu için cezaevi yönetimi hakkında davalar açar. Cezaevi yönetimi ile ilgili dava sonuçlanırken, diğer iki dava hala sürmektedir. Ancak uygulanan prosedürler incelendiğinde gerçekçi bir yürütme ve incelemenin hukuki alanda gerçekleşmediğini ve dolayısıyla bu davanın da benzerileri gibi uluslararası mahkemelere taşınacağı izlenimini vermektedir.

 

Kardeşi Mutahir"in anlatımına göre “Sezai kurşunlarla öldürülmemiş. Onun şehadetine yol açan bildik mahkemeler ve yargı süreçleri değil, toplumun vicdanı denilen basındaki kalemlerin yalan ve iftira haberleridir. Polislerle birlikte hareket edilerek onuruna namertçe yapılan saldırılara dayanamamıştır.” Elbet çok iyi biliyorlardı Talo"lu Sezai"nin onuruna düşkün olduğunu, iradesinin teslim alınamayacağını….    

 

Sezai eğilmez Talolu bir baş. Ona yapılan saldırılara karşı elbette onun da bir sözü Talolu gence yakışan yiğitlikte ve kararlılıkta olacaktı. Cezaevinde yazdığı bir mektubun kimi yerlerinde şöyle diyor; “"Tertemiz bir geçmişin gözlerimin önünde kirletilmeye çalışılmasına sessiz kalamazdım herhalde, bir şeyler söylemeliydim. İnandığım bağlı olduğum, dostluğunu, yoldaşlığını yaşadığım, her şeyine onurluca sahip çıktığım geçmişim adına haykırmalıydım… Yaşam eğer bir tuval ise buraya özgürlükten daha güzel nakşedilecek bir şey olmasa gerek… Bizimki borcunu ödeme değil, gücümüz oranında hizmet etmedir… Halkımızın itibarına bir saldırı varsa bizim de bir sözümüz olmalıdır… Ne olursa olsun yaşamalıyım anlayışından ziyade, ne kadar yaşamam gerekirse o kadar yaşamalıyım anlayışını özümsemek, doğal insanın özündeki özgürlükçü, eşitlikçi yaşam anlayışına bizleri bir adım daha yaklaştıracak, insanlığımızı pekiştirecektir… Kendi savunmasını yapamayan birinin, insani kimliğini, özgürlüğünü elde etmesi olası bir şey değil……""

     

Sezai 55 gün cezaevinde kalmış,  hiç ifade vermemiş, ilk duruşmasına bir hafta kala protesto amaçlı canına 22.11.2004 tarihinde kendi kıymıştı. O gün 26 yaşındaydı.

 

Bu ülkede ne yazık ki gencecik bedenler savunmalarını 21. yüzyılda ölüm ağırlığında bedel ödeyerek yapmak zorunda bırakılıyorlar. Ve ne yazık ki hala gencecik bedenlerin fermanı işkencehanelerde ve basın yoluyla verilen dezenformasiyonlarla hazırlanıyor…

 

Halkı ve Talolular onun Mazlumi direnişçi olduğunu belirtiyor ve ona büyük değer vererek onu kahramanlaştırmıştır.

 

Basın buna ne diyor?

Şimdi siz söyleyin kaç yalan bir esaret eder, kaç ihanet yıkık bir dünya?

 

Evet yine soralım: KİMLERİ BIRAKTINIZ GEÇMİŞTE, KİMLER ALDIKLARI YARALARLA KANLAR İÇİNDE YATIYORLAR O KUTSAL TOPRAKLARDA…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
10 Yorum
Ümit Yazıcıoğlu Arşivi