Şeyhmus Diken

Şeyhmus Diken

Sasun ê Hezo Yê Bê Qanun!

Sasun ê Hezo Yê Bê Qanun!

İsyanın adı, tarihe; Kürt tarihinde de, Türkiye'nin Kürtlerle ilgili resmi tarihinde de "Sason İsyanı" olarak kayıt altına alınmış. Ama isyan, aslında Sason'da değil Hezo'ya bağlı (Hezo veya Hazo olarak bilinen yerleşkenin şimdiki adı, Kozluk) bir dağ köyü Xirbaq'ta patlamış.

Xirbaq, romanın başkişisi "Teterê Badik"in köyü. Teterê Badik de Kendo aşiretinin lideri. Cumhuriyetin ilanından sonra "düzeni" tutturmaya azimli hayatı da halkı da tanımayan kimi cumhuriyet bürokratlarının "işgüzar" tavırlarına, "uçkur düşkünü" bir zabitin sapkın tavırları da işe katılınca adı Sason İsyanı olarak tarihe geçen Kürt isyanı patlak veriyor.

İşte Abdullah Kaya, "kayıtdışı bir isyan" dediği bu isyanın, "Dağ Kavmi"* adıyla romanını yazmış.

Abdullah Kaya, birkaç özelliği birden bünyesinde barındıran bir şahsiyet. Eski bir Mülkiyeli, müfettiş ve ilçesinde belediye başkanlığı yapmış bir bürokrat. Bu kimlikleri elbette hayat serüveninde önemli. Ama beni ilgilendiren asıl "işi" kalem erbabı olması.

Abdullah Kaya'nın daha önce İletişim Yayınları arasında yayımlanmış Hêwriz Ağacı (2002) kitabını okumuştum. Hêwriz Ağacında, "Dara Zavatiyê" dedikleri bir ağacın dallarına iliştirilmiş hayatın etrafında kümelenen hayatların anılar manzumesini bir mülkiyelinin mükemmeliyetçilik derdiyle kalem oynatışı izleğinde keyif alarak bazen de burkularak okuduğumu anımsıyorum.

Dağ Kavmi sanki Hêwriz Ağacının satır aralarına sinen ve ileride yazılabileceğinin muştusunu veren bir noktadan işe başlıyor.

Kaya'nın derdi, elbette kanayan ve kanadığı yerden hâla kan sızan, kanamaya devam eden bir sorundan (Kürt Sorunu) ve özgün bir bölgesel olaydan yola çıkarak, yakın dönem Kürt siyasal tarihinin ışığında edebiyatın da gücünü kullanarak bir soru sormak. Elbette sorduğu sorunun izleğiyle de edebiyat yapmak.

Dağ Kavmi bir belgesel roman gibi okunmalı. Çünkü isyana sebep coğrafyanın mekânsal fotoğrafı, demografik yapısı, doğası, insan ilişkileri, aşiret yapısı, sistemin halkı yeni düzene (cumhuriyete) "ikna yöntemleri" ve bu yöntemler uygulanırken halkın tepkileri; bütün bu paylaşılanlar, bir araştırmacı titizliğiyle romanın kurgusu içinde adeta yeniden okumaları yapılarak, süzülüp metne yedirilmiş.

Gerçek kahramanlar, tersine kahramanlar bir film şeridi gibi akıp gidiyor romanın sayfaları arasında. Mesela Cemal Madanoğlu ve evlilik yaptığı bir Kürt kızı Kejê, Teterê Badik, Qadirê Bêndûr, Evdirehmanê Êliyê Ûnis, Sêvê, Dehaq ve diğerleri... Sadece geçmişte kalan bir siyasal tarih romanı olarak değil, yakın yıllara kadar uzanıp gelen bir sürecin romanı olmuş Dağ Kavmi...

Eskiler edebiyat eserlerini irdelerken yapılan işin iyi edebiyat olmasına örnek teşkil etmesinin bir başka testini de aşkı anlatışa verirlerdi. Dağ Kavmi bu açıdan Hêwriz Ağacı'na da bir aşk naziresi gibi okunmalı.

İsyan'ın lideri Teterê Badik ile Rewşen'in bir düğün günü birbirlerini ilk görme anı müthiş bir anlatı hikâyesi ile paylaşılıyor. İşin doğrusu Rewşen ile Teter'in aşkını Dağ Kavmi'nde okurken şimdilerin bölge coğrafyası ekseninde izleyici ile buluşturulan "uyduruk" televizyon dizilerini düşündüm.

İşte dedim kendime, dizilerin senaryo yazarları hikâye istiyorlarsa Teter'le Rewşen'in hikâyesinden daha alasını mı bulacaklar! Dağ Kavmini okusunlar yeter...

Dağ Kavmi'ni bir roman gibi, bir anlatı gibi okumanın yanında; cumhuriyet döneminin Kürt siyasal tarihi gibi de okumak mümkün. Abdullah Kaya bunu ziyadesiyle romanında başarmış. Satır aralarında Abdurrahmanê Elîyê Ûnis'ın ağzından Kürtlerin daha o yıllarda (1920'li yıllar) neye ihtiyaç duyması gerektiğini soran sorusu ve yanıtı başlı başına belgesel tarih yazıcılığı. "Bak kurmam, yiğitlik ve dürüstlük adına bu dağlarda senden iyisini görmedim. Kurmam Teter, ah... siz Xerzîler! Cesaretiniz, birbirinizle ve amansız tabiatla boğuşmanızdan, dürüstlüğünüz ise saflığınızdan, nan û pîvaz dışında bir şey bilmemenizden ileri geliyor. Ne ki; çok önemli iki eksiğimiz var: Birincisi teşkilat, ikincisi siyaset."

Kahır taşlarıyla döşeli hayatların romanı

Dağ Kavmi, gecenin kör karanlığında efsunlu bir coğrafyanın ruhundan koparılarak elem dolu bir yeni sürgünlüğe uzanan kahır taşlarıyla döşeli hayatların romanı olmuş.

"Zincir ve kendirlerle el ve ayaklarından bağlanan erkeklerin çoğu dağlarda direnme takatinde olmayan yaşlı ve hastalardı. Eteklerinin dibinde beşer onar sabi ve çoğunun kucağında bebeleri olan kafilelerdeki kadınlar ise sadece ayaklarında bir diğerine bağlı kalın urganlarla yürüyorlardı. Kışın zemheri ayazında Xerzan dağlarından koparılıp Hezo'ya getirilen yaşlı ve çocukların çoğu cami avlularında daha yola düşmeden can veriyorlardı. Metreleri bulan kar, ayaz, don tipi denilmeksizin yalınayak, üzerlerindeki yırtık pırtık çullarla kuru ayazların buz bağladığı yollara düşürülenlerin el ve ayak parmakları kangren oluyor, daha Sason'a varmadan cesetler, buz tutmuş Timoq deresine atılıyordu."

Bir solukta ruhumla okudum Dağ Kavmini. Bu denli özlemle ve titizlikle yazılmış bir metinde yazara ve yayıncıya dair dikkat çekici bazı eleştirel noktalar bulduğumu da ifade etmeliyim.

Bir iki ufak eleştiri...

Edebiyatını Türkçe yapan Kürtlerde genellikle sıkça görülen bir durumdur. Türkçenin ifadede yetersiz kaldığı durumlarda Kürtçe kelimeler, kavramlar, hatta cümleler sıkça kullanılır. Ve bu tercih, bazen de ifadede bir zenginlik yaratmanın yanında imdada yetişen bir kurtarıcı gibi de olur!

Abdullah Kaya da bunu yapmış. Hatta yetinmeyip kitabın sonuna kitapta kullanılan Kürtçe kelimelerin mini bir sözlüğünü de koymuş. Bu da bir tercih ama keşke her sayfanın altına o sayfada kullanılan Kürtçe kelimeler dipnot şeklinde yer alsaydı ve ayrıca da kitabın sonunda toplu olarak eklenseydi.

Elbette bu bir edebiyat eseri, ama okura kolaylık olsun diye düşünülebilecek bir yöntem. Ayrıca bazı kelimelerin de sözlüğe eklenmesi unutulmuş. Umarım yeni baskılarda eklenir.

Madem eleştiri muhabbetine girdik bir de sözlü tarih çalışmaları yapmış ve yapmakta olan biri kimliğimle de kitapta doğru bulmadığım bir yazar tercihine gönderme yapayım.

İsyanla birlikte aile efradı gözleri önünde öldürülüp, sonra da üç kızı, oğlu ve gelini ile Manisa'nın Alaşehir İlçesi'nin Dereköy'üne sürgüne giden Sêvê'nin ve çocuklarının romanda kullanılan dili!

Romandan öğreniyoruz ki; Sason İsyanı'nın kitaptaki kahramanlarından Kemal'in eşi Sêvê sürgüne giderken evliliğinin yirmi üçüncü yılını yaşamakta. Yani Dereköy'e, sürgüne evli oğlu, gelini, üç de kızı ile birlikte gidiyor. Sêvê'nin yaşı kırklara yakın.

Keşke düzgün Türkçe ile konuştursaydı...

Her ne kadar da yazar, Sêvê kadının ve diğer yaşlıların kendi aralarında Kürtçe konuşmayı unutmadıklarını ifade etse de; konuştukları dili yadırgadım. Kürt isyan sürgünleriyle sözlü tarih çalışmaları yaparken öğrendiğim en kalıcı tanıklık; asimilasyona karşı direnerek Kürtçe konuşmada ısrarlarıydı! Hele hele çocukları ve torunlarıyla!

Abdullah Kaya, bırakın Türkçeyi, Manisa'da konuşulan Türkçenin yerel ağzını romanın kimi bölümlerinde kahramanlarına konuşturmuş. Keşke bildiğimiz düzgün Türkçe ile konuştursaydı Sêvê kadın ve torunlarını. Hatta kimi zaman Sêvê kadın Kürtçe ifadelerden de beslenerek Türkçe konuşsaydı.

Gerçi dedelerinin öcünü almak için iki torun Darşin ve Gernas Kozluk'a varıp kirvelerinde konuk olduklarında, kirve tarafından "Neden Kürtçe öğrenmedikleri!" konusunda uyarılıyorlar ama bu yeterli değil. Elbette sonuç da bu durum romancının edebi, dilsel tercihi olsa da, bu durumun Kürt sürgünlerinin siyasal ve dilsel tercihleri ile uyuşmadığını düşünüyorum.

Batıya, "Diyarı Rum"a sürgüne giden Kürtler, Kürtçe konuşmayı adeta bir varlık sebebi gibi görürler. Hele hele hiç ata topraklarını görmemiş iki torunun, dedelerinin intikamını almak için eski bir milisi infaz etmek kararlılığını göstererek nenelerini dinleyip memlekete dönerek infaz kararını uygulamaları başlı başına bir olay örgüsü! Bu sebeple dil tercihi yapılsaydı daha otururdu gibime geldi...

Aslında bu işler biraz da editoryal işler. Yazarı bu türden çalışmalarda yönlendirmek bir miktar da editöre düşüyor.

Avesta'nın Kürt tarihi ve coğrafyasına katkısı...

Çok kaliteli kitaplar bastığını bildiğim Avesta Yayınları, Kürtlerin İstanbul'da çok önemli bir kazanımı, Kürt tarihi ve coğrafyası üzerine de zengin bir kitaplık oluşturmada üzerine düşeni ziyadesiyle yapıyor Avesta.

Edebiyatına kıymet verdiğim Abdullah Kaya'nın, üzerinde çalışmaya başladığı yıllardan bu yana zaman zaman muhabbetini yaptığımız Sason İsyanı'nın romanı Dağ Kavmi'ne biraz daha hassas bir editoryal katkı beklemek sanırım "had aşma" gibi algılanmaz.

Bilirim, biz Kürtlerin böyle alınganlıkları da var. Ama Kürtlerin her alanda mükemmeli yakalayarak örnek olma gibi bir dertleri de olmalı.

Kaya'dan Kürt Siyasal tarihine bir armağan

Neyse sözü uzattık. Bir romandan, bir siyasal tarih muhabbeti çıkarmak da buna denir herhal. Romanın kahramanlarının, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının aranma afişleri ile Diyarbakır otogarında karşılaşmaları da var. Yakın tarihe dair daha başka birçok ipucu da...

Abdullah Kaya sıkı bir belgesel dönem romanı yazarak Kürt Siyasal tarihine bir armağan bırakmış. Aynı zamanda tarih bilinci arayışı ile birlikte edebi derdi olan okura da iyi bir sunu olmuş "Kevmê Çiyê"... İyi ki yazmış Abdullah Kaya, Sason'un kayıt dışı isyanının romanı, Dağ Kavmi'ni... (ŞD/EÖ)

*Abdullah KAYA. Dağ Kavmi. 292 sayfa. Avesta Yayınları. İstanbul.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
10 Yorum
Şeyhmus Diken Arşivi