İrfan Sarı

İrfan Sarı

Samet

Samet

Yine her zamanki sorumlulukla okul çıkışı eve doğru yürüyordu, dersleri geçti aklından bir zaman sonra matematik öğretmeni, güzelliğine küçücük yüreğiyle vurulmuştu ama olmayacak bir şey olduğunu anlıyordu.

Evelerinin olduğu sokağın başına geldiğinde sessizliğe anlam verememişti, bu sokak oldu olası yoğun olurdu.

Kafasını sallaya sallaya devam etti yoluna.

Tam da eve varmıştı ki evlerinin önünde duran sesiz kalabalığın varlığı tedirgin etmişti onu. Ablasının intihar ettiğini duyunca elindeki defterleri yerlere düştü, olduğu yere çömeldi suratına hüzün dadandı.

Samet, henüz on dört yaşındaydı, okul okuyor ve başarılı bir öğrenciydi. Arkadaşları arasında uyumlu öğretmenleri arsında taktir edilen çevresinde sevilen sempatik akıllı davranışlarıyla her gönülde taht kurmuştu.

O, 10 çocuklu bir ailenin ortancasıydı, iki ablası evlenmişti. Kendinden sonrakiler erkek öncekiler de kızdı. Babası müstahtemdi. namazında-niyazında, işinde-gücünde evine bağlı fakat hurafelere inanan cinslerden biriydi.

Annesiyse ev kadınlığını annesinden miras almıştı. Fakat böbürlendiği bir farklılığı vardı; o hükümet kapısında çalışan bir kocaya sahipti. Anne istemesine rağmen bu evde kızlar okula gönderilmezdi. Baba, müftülük bünyesinde bir kuran kursu olmadığı için kızları kuran-i kerim öğrensinler diye mahallede ayakkabı tamirciliği yapan ve birkaç yıl önce de hacca giden Hacı Nurullah’ın yanına yollardı. 15-16’sına varanda da kocaya verirdi.

İki kızını da böyle vermişti.

Olup bitene anlam biçerken Samet, aklından geçenleri de ailesiyle paylaşma kararı almıştı. Ablası Ferah’ın taziyesi bitene dek babasıyla yan yana oturan Hacı Nurullah’tan gözlerini hiç almadı. Başlarına gelen bu felaketin ve gencecik yaşta evlendirilen ablalarının bütün hallerinde bu Hacı Nurullah vardı.

Babası, bu adamın dediğini harfiyen uyguluyordu. Özellikle ablalarının okutulmamasında bu adamın rolü büyüktü. O, bunları biliyordu; ancak babasına söz geçirecek yaşa henüz gelmemişti. Babasına anlatmaya kalksa nasıl bir şiddete maruz kalacağını da biliyordu. Çünkü ablası ölmeden birkaç gün önce annesine Hacı Nurullah’ın ona olmadık şeyler yaptığını söylemişti de inanmamış ve onunla da yetinmeyip bu zatı muhteremi  karalıyorsun diye de onca dayağı yemişti. Bu hep gözlerinin önüne gelip gidiyordu.

Olaydan bir ay sonra bir gece babasına ölen ablası Ferah’la ilgili sokakta konuşulanları anlatmaya karar verdi. Okulu bırakmak zorunda olduğunu, çünkü arkadaşları ablasıyla ilgili kötü şeyler söylüyordu.

Evinin bir bölümünü derslik haline getiren Hacı Nurullah mahallenin diğer kızlarına ve erkeklerine de ders veriyordu. Söylentilere göre ders bittiğinde Ferah’a, “Buranın temizliğini sen yapacaksın!” diye oyalıyordu.

Bunları daha söylemeden babası ve annesi Samet’e vurmaya başladılar. “Başımıza taşlar yağacak o zat hakkında söylenen her söz bizi günaha sokar” diye. Hatta bir yerinde dayağın kulağına babası tarafından söylenen laflar hala aklından gitmiyordu. “Zaten senin ablan hoppanın biriydi” bir babanın evladıyla ilgili böyle sözler sarf etmesi çok dokunmuştu ona. Kardeşlerinin de zoruyla zor bela dayağın bir yerinde kurtulan Samet kanlar içindeydi. Ablası onu dışarıdaki çeşmeye götürdü elini yüzünü yıkadı. Onu yıkarken de ağlıyordu bir yandan çünkü o da Hacı Nurullah’ın yanında ders görüyor ve olup bitenden haberdardı.

Sonra alıp götürdü yatağına yatırdı sabaha kadar başında  nöbet beklerken uyuya kalmıştı.

Bir iki gün okula gitmediğini fark eden matematik öğretmeni Nesrin arkadaşlarına sorar ve durumu öğrenir öğrenmez eve Samet’i ziyarete gider. Karşılaştığı manzara onu pek sinirlendirir. İlk nefesi Samet’in babasının çalıştığı kurumda alır. Onu savcılığa bildireceğini oğlu bile olsa buna hakkı olmadığını söyleyince bir telaş sarar  babasını.

O da her zamanki gibi akıl hocası Hacı Nurullah’a gider.

O korkuyla Samet’e sinirlendiğini onu sevdiğini bütün çabalarının onlar için olduğunu söyler.

Samet daha önceki gibi sabah “okula çıkıyorum” diye ayrıldı evden. Birkaç sokak ötedeki Hacı Nurullah’ın dükkanının önüne geldi. Küçük ve kirli camdan içeri baktı içerideydi ve namaz kılıyordu. Namazının bitmesini beklerken gelip geçen var mı diye bakındı etraf sessizdi. Gelen gidende yoktu. Namazını bitirdiğini görür görmez içeri girdi, şaşkınlığını fırsat bilerek elindeki bıçakla rast gele vurdu Hacı Nurullah’a yere yığılınca beraberinde getirdiği 20’lik bir inşaat çivisini de kafasına çaktı, hazırlıklıydı elbiselerine kan sıçramasın diye üstüne babasının yağmurluğunu almıştı. Ustaca onu üstünden çıkardı. Baktı elindeki kanı da Hacı’nın ibriğindeki abdest suyuyla yıkadıktan sonra defterlerini aldı ve çıktı.

Direk nakliyeciler ambarındaki dayısının oğlu Nizam’a gitti ve durumu anlattı. Sırdaki kamyonun kasasında bir yere yerleştirdi ve büyük şehre doğru şoförü de tembihledikten sonra uğurladı.

Çok geçmeden şehre cinayetin haberi yayıldı ve Samet aranmaya başlandı. Ancak yer yarılıp içine girmişti adeta.

O gün Samet için yeni bir gün olmuştu.

Elindeki kanın iziyle, aç çadır altında, toz toprak içinde ikinci günün sonunda büyük şehre vardı sabahın birinde.

Şoför bu olayın ortağı olmamak için tenha bir yerde indirdi Samet’i. Yol yordam söyledi, biraz da para tutuşturduktan sonra eline vedalaştı.

Bu koca şehrin görünümü ürkütücüydü.

Yavaş yavaş yürümeye başladı. Dolmuşların hareket ettiği noktaya varmıştı ki açlıktan bayıldı, olduğu yere devrildi. Beş on  dakika gelip geçenlerin boş bakışları altında cansız yatan Samet’i ordan geçen vatandaşın biri özel otosuna hastaneye götürmek üzere aldı.

Hastaneye vardıklarında adam merakını alamadı bekledi. Doktor açlıktan bayılmış deyince, düşündü. Peki götürebilir miyim dedi doktora, karşılık “evet” olunca memnuniyetini belirterek Samet’i kolundan yardım ederek araca kadar götürdü. Az ötedeki çorbacıya gidene dek az lafladılar. Üçüncü çorbayı bitiren Samet kısa başlıklarla bir şeyler anlatmıştı bu adama.

”Kimliksizim ben, sokak çocuğuyum.”diyerek etkilediği bu adamın oğlu olarak okuduğu okulun dışarıdan diplomalarını aldı ve üniversiteye yerleşti. Okulu bitirdikten sonra da doğduğu şehre 27 yaşında  öğretmen olarak atandığında evlatlık olarak kaldığı ailenin yani yeni yaşamındaki annesi ve babası onu yalnız bırakmadılar. 

Mütevaziliği, olgunluğu, dürüstlüğü, çalışkanlığı ile çocukları olmayan bu aileye gerçek evlat tadı yaşatmıştı bu sebeplendir ki oğullarının bu şehirde yabancılık çekmemesi için yanındalar.

Yaklaşık bir yıl kadar kaldığı memleketinde öğrencilerine de kendini sevdirmişti. O arada ailesiyle ilgili bilgileri de almıştı. İşlediği cinayetten sonra ailesi başka bir şehere göçmüş çalkantılı yaşamları bir düzene girmişti. Amcaları, teyzeleri, dayıları oralardaydı hala ve bu bilgileri onlardan bir şekilde alıyordu.

Bir yıldan sonra hali vakti yerinde olan yeni babası onu tekrar yanına aldırdı. Vaktiyle kaçarak bir kamyonun kasasından ayrıldığı memleketinden bu sefer ardında ağlayan öğrencilerin gözyaşlarıyla ve bir uçakla ayrılıyordu...

Bu hayat, gizemiyle, oldukça yaşlanmış ve çoluk çocuğa karışmış bir şekilde hala devam etmektedir.

İrfan Sari
2001 Ankara

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İrfan Sarı Arşivi