Özgür Amed

Özgür Amed

Prof. Nenem, Qomutanlar ve olaylar olaylar!

Prof. Nenem, Qomutanlar ve olaylar olaylar!

Farkında olmadan Newton’u çözmüş, Arşimet’i tarlada keşfetmiş ve temel sosyolojik saptamaları hayatının en erken safhalarında özümsemiş, gözleri ile yaşamı, boynundan çıkarmadığı morîk’leri ile vefayı bilmiş olan hayatımın gerçek filozofu nenem, bir gün beni karşısına alıp bir soru sordu. Bu soru, hayatımda duyduğum en ilginç ikinci soru idi. (İlk soru da ona ait. Ama +78 olduğu için yazamam). Ben ki çıkmayan geometri sorularına hunharca dik indirip, molekülleri, periyodik cetveli, endoplazmik retikulumu ailemden bilip çözmüşüm binlerce testi, deneme sınavını; ama ben nenemin sorusu kadar orijinal görmedim. Gündelik detaylar içinde hiç çalışmadığım bir konudan gelmişti.

90 yaşına doğru hızla yol alan nenem, Şêx Saîd’in idam edildiği yılda doğdu. Saçlarına tarihin ilk modern jölesi ‘Mintax’ı sürüp sağa doğru tarayarak parlatan dedem, onu çok erken yaşta kaçırıyor. Yıllar evvel feysbuklarda nenemin fotolarını beğenip, altına “Kaçırmak istiyorum seni, acep kimi kimi? Baş harfine baksana” yazınca başlamış olaylar. Anlayacağınız nenemi kandırıp kaçırıyorlar. Koca bir ömür geçti! Şuan emekli filozof kontejanından dolaşıyor kendine. Ara sıra beni karşına alıp takılmayı seviyor. Aramızda farklı bir iletişim şekli var. Beni bilgisi ile ezmeyi seviyor. Onun dışında da havasında ise ve onu konuşturabildiğim süre içinde acayip şeyler paylaşıyor.

Nenem hayatımda gördüğüm, affederseniz, en fırlama insandır. Dine sarsılmaz bir bağlılığı var. Çokça muhafazakârdır. Ama bu kadar dindar olup bu kadar dini takmayan başka bir yaşlı da tanımıyorum. Bir gün evde topluca yemek yiyoruz. Annem yemeğin en sıcak yerinde neneme bir hatırlatma da bulundu. “İkindi namazının okunmasına bir dakika kaldı. Ve sanırım sen öğle namazını kılmadın” dedi. Nenem nasıl olduysa kılmamıştı. Gayet sakin cevapladı annemi.

"Amann boşver! Namazın kazası var, yemeğin kazası yok" deyip istifini de bozmadan çatır çatır bitirdi yemeğini.  Kendisinin her şeye bir cevabı var! Laf yarışında asla baş edilmez biri. Her meseleye dair derin bir hikâyesi, çıkarımı ve nasihati olur. Teknolojiyi de yakından takip eden nenem, toplumsal cinnetimizi tarihin son manifestosu ile açıklayan “Unobomber” lakaplı üstad Kaczynski’nin de asla aklına gelmeyecek soruları var. Evde PC başında olduğum zamanlar soluğu yanı başımda alıyor. Bazen oturup klavyede rastgele bişilere basar. PC başında olduğum bir gün, avını bekleyen sinsi Çita gibi arkamdan sokuldu. Havayı kokladı, ortamı kol açan etti ve hamlesini yaptı bana: “Oxlım! Yıllardır seni bu bilgisayarın başındasın. Hep şuraya(ekrana) bakıyorsun. Orada ne var da sen bunca yıl bakıp hala bulamadın?”… Cevap veremedim. Yok yani kendine güvenen varsa buyursun önden! Benim için muazzam sorularından biridir bu. Sorudan sonra beni madara etmiş olmanın derin hazı ile uzaklaştı oradan. Belirtmeden geçmek istemem; keyfi yerinde ise günlük 5 değilde 6-7 kez namaza oturan nenemde sansür yoktur. Bel altı, diz üstü, masa üstü ne bulsa affetmiyor. Öyle ayıp şeyleri direk söyler ki, yerin dibine girersiniz…

Sizin aklınız hala soruda olabilir. Ne sormuştu diye? İlk paragrafta belirttiğim soru şuydu. Bana demişti ki “Vücudunun en cesur yeri neresidir?”… Suphanellah!! Nasıl yani yaw? Düşündüm taşındım, mantık yürüttüm… Ama aklından geçeni kestiremedim.  Cevaba da "el" dedi.

Sebebini sorduğumda “Bir insan bize silahı doğrulttuğunda sadece elimiz öne atılıp durdurmaya çalışır” demişti. Çıkarım manyaktı…  Tabi el üzerine teorileri bununla da sınırlı değil. Herkesin elinin onun kaderi olduğunu da söyler. “Kalbin saklandığı yerde o öncülük eder. Mücadeleni ve kazançlarını ilk başta o ifade eder. Kalkar, yumruk olur, zafer işareti olur. Başka bir şey olur. Ama hep odur ifade. Kısaca elin, senin hikâyendir” demişti bana. Geçenlerde nenemin yanına otururken ona “Heval nene, çewayî!?” dedim. Kürt/Kürtlük kodları, bilgisi ‘Sayın Öcalan’ demek olan nenemin, soruma cevabı da ters oldu. Tek parmağını havaya kaldırarark “Benımle Tirkçe qonış. Ben tirkim” dedi… Zaten bu cümle dışında da tek kelime Türkçe bilmez. Gel-were, git-here, eşek-kere tekerlemesini de bilir elbet!

Şimdi karşımda Hakkari’den bir foto, duvara asılı Kur’an’ların altında 2 komutan. Onların arasında 80 yaşlarında bir “kanaat önderi”, adı Latif Katırcı. Komutanlar kapı kapı dolaşıp halkı soruyormuş. Latif amcaya da “Çewayî başî?” demişler. Amca da onları eve alarak “Oy size kurban olayım. Akşam ve sabah namazlarında ordu için, millet için dua ediyorum” demiş. Ve işte size barış, alın size huzur! Oxx ne ala! Şimdi müsadenizle o komutanlar gibi samimiyetsizce oturup nenem gibi dobra konuşalım. Hiç Türkçe bilmeyen nenemin “Ben tirkim, tirkçe qonış” demesi ne kadar gerçekçi ise tek kelime Kürtçe bilmeyen komutanların da “Çewayî başî” demesi bir o kadar hatta otuz beş kat daha gerçekçi! Daha alakaya musakka! Nenem atomu parçalasa haber konusu etmeyecek olan ulusal basın, komutanın bu iki güdük kelimesini manşetten geçmekle kalmayıp günlerce işlediler.

Neneme geri döneyim. Ona “Benımle Türkçe qoniş” derken neden tek parmak ile işaret edip dellendiğini sordum. “ê tirk wisa dikin” dedi. Yani faşizmi de biliyordu ama tanımlayamıyordu. Hakkari’de o eve giren faşizmin sahte maskesi de bir çift Kürtçe sözünde saklı. O altında oturduğunuz asılı Kur’an sizi çarpaydı erê welleh… Topa Saddam jî li we keve! Û neneme de qurban olasız inşallah…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
23 Yorum
Özgür Amed Arşivi