İrfan Sarı

İrfan Sarı

Oremar

Oremar

Oremar’a gidersen bir keçi yolu
Kıvrılır gider kayalardan deli dolu
Oyuna getirir belli değil sağı solu
Ceset paramparçaysa o ölüdür Yüksekovalı

Oremar isyan yurdudur. Ders kitaplarında böyle yazılmaz derler ki; isyancılar ya da şakiler devlete baş kaldırdılar, işte o isyancıların isyanından bugüne yaklaşık yetmiş yıl geçti. Oralara yolunuz düşerse göreceksiniz. Cennetten bir parça olmasına rağmen hala cumhuriyetin uyguladığı ceza devam ediyor.

Bundan on yıl önce yol girmiş, elektrik ise oradaki kolluk kuvvetlerinin çevre aydınlatması ve teknik alt yapısına yardımcı olsun diye getirtilmiş, bundan köylüler de faydalanıyor. Telefon ise bir tek muhtarın evinde var.

Şu yol da yol olsa; bir damla yağmur ya da bir parmak kar yağarsa değil araba, neredeyse insan bile geçemez.

Hele doğa ana kıbleden estirse rüzgarı ve karla karıştırırsa bunu, bir tufan, bir boran olur ki sormayın gitsin. İşte o zaman dağ keçisi bile kendini muhafaza edecek bir yer arar. Kartallar, şahinler kanat çırptıkları semaları demir yığını helikopterlere bırakır.

Rüzgarın uğultularını helikopterden çıkan ses bastırır.

Oremar’da bir kış böyle başlar.

Yoksul insanlar için çekilmesi zor, en az yarım yıl kendini pencereden yanan teneke sobanın yanına serer.

Doktor yok, öğretmen yok, şu muhtar da olmazsa vay haline insanların.

Yiğitleri de yiğit hani. Bir atımda alır sigaranın yanan ucunu, ama ne kardır öğrenememiştir alfabeyi, onun eksikliğidir bağlar onları buralara.

Bu kışın başında Mam Zahır hastalandı. Bu gün yarın deyince yarası giderek azdı. Meğersem kanser sarmış bütün vücudunu. Şu bizim Şimet; bir şeyin yok sen süt içmeye devam et, bir şeyin kalmaz diyor. Dediğine kendisi bile inanmıyor. Ama Mam Zahır’ı inandırmaya çalışıyor.

Şubat ayının bir sabahı, karısı Mendé Mam Zahır’a bakar, saçları kanaviçe örmeli patiska yastığa yapışmış, anlar ki o isyan çocuğu artık aralarından ayrılmıştır. Kırk yıllık hayat arkadaşı defin edilince yüreğindeki yangını bir bir ağıtlara döktü. Konu komşu fırtınalı bu günde Mendé ananın acısını hafifletmek için hep yanındaydı.

Delal ise beşinci yılının sonunda Veysel Karani’ye dilek dilediğinden bebek bekliyor.

Tam da o gün sancılandı.

Ebe de yok. Mendé ana ise acısının telaşında; fakat duyunca gitti yüreği, acılı acılı baktı, bu dağlarda böylesi zor doğumlar pek olmazdı. Hayırdır inşallah deyiverdi içinden, tez dedi bunu şehre götürün.

Gençler giyinip kuşandılar, kızaklar hazırlandı.

Uzun yolun her anında onları yalnız koymadı kar fırtınası. Kirpiklerinin ucuna çakılıyordu kar taneleri, ama birkaç saat önce defin edilen Mam Zahır’ın yerine bir can daha gelecekti.

Fırtınayı ve dağları üç beş saatte yardılar.

Delal’ın yiğidi Rostem gözlerini hastahanede ve ebenin ellerinde dünyaya açtı. İlk ağlaması dışarıdakilerin kulağına varınca bir mutluluk teri belirdi yüzlerinde sımsıcak, dudaklarına oturan soğuk düşüverdi birden.

Beşinci günün sonunda Mam Zahır’ın ölümü karın metrelerce altında kaldı.

Rostem’in gelişi ise kalaşinkovdan havaya sıkılan binlerce merminin barut kokusuna okundu ve mela’nın yaptığı muska sol kürek kemiğinin üstünde işliğine firketeyle tutturuldu, kötülüklerden korusun diye.

Görecektiniz Delal‘ı, bir ceylan kadar ürkek, yüreği ağzında. O Delal gitmiş yerine Rostem’in annesi edasıyla bir Delal gelmişti.

Bir de en yiğidi buraların Mehmet Selim’i var. Beş altı ay önce Talane köyüne gitmiş ve orda yüreğini Zozik’ın endamına kaptırmıştı. Annesi babası bu bahar diyorlar. O ise karakışın düşmanı kesildi. Zozık aklına geldikçe isyan yurdunda isyan ediyor kaderine, çıkıp daha yükseklerde Zozık’in ismini avazı çıktığı kadar haykırıyor.

Az ötedeki “Çeko ile Belkıs” kayalıklarına çarpan ses Reşko tepesine oradan Cilo buzuluna dalga dalga yayılıyordu.

Sonra inip köydeki arkadaşlarını alıp rav’a (toplu av) gittiler. Yaban domuzundan tutun da tavşana her hayvan var bu dağlarda. Bugün eli boş döndüler köye, havada iyice kararmıştı artık. Tek gözlü evlerinde ona düşen yere annesi Şaré yatağını serdi. Yorgun bedenini yün yatağın ve yorganın yumuşaklığına bıraktı, az sonra dizlerini karnına çekti. Oda sıcaklığı gittikçe o büzüştü, göz kapakları demir bir kapı gibi düştü yuvasına ve uyku sesi vermeye başladı.

Düşüne Zozik bir kelebek narinliğinde girdi, rengarenk bu kelebekle sabahı yakaladı, artık uyanmıştı. Ahırdaki hayvanlara gidip bakması lazımdı fakat bir daha gözlerini yumdu belki rüyasına kaldığı yerden başlar diye, olmadı. Kalktı üstünü başını giydi ve işine yöneldi.

Artık Şubat bitmiş Mart başlamıştı.

O sabah, ahırın kapısını açar açmaz Bozé’nin bir buzağı doğurduğunu gördü. Sevindi, gitti hemen babasına haber saldı; annesi ise tandır evindeydi. Bu sabah da güneş bir güzel doğmuştu ki bunu fark eden Mehmet Selim ahırın damına çıktı ve sırtını güneşe verdi, tam karşısında Talane köyü vardı fakat göremiyordu. O an baharı düşündü, bu dağlarda baharı düşündü.

Nergisi, binevşi, susını, kengeri, tusiyi hele tadına doyum olmayan dım üzümünü, koca gövdesine beş yetişkinin el ele tutuştuğu ceviz ağacını.

Sonra çıktı gitti Cilo buzullarının yamaçlarındaki yaylalara, bakır tasta bir ayran içti tandır başında birkaç lavaş ekmekle. Ayran bıyıklarına yapıştıkça alt dudağıyla bıyıklarını emiyordu. Yayladaki havayı ciğerlerine çektikçe yüreğindeki aşk kabarmaya başladı. Damarlarında kan hızlandı, sevdası gökyüzüne gökkuşağı olup serpildi, bir renk cümbüşü oldu.

Sonra bir türkü oldu aktı iki dudağının arasından avaşinin coşkusu gibi. Aklından bir an bugün bile yolu olmayan SAT köyü geçti.

Rase otu boy verince dağ keçisinin içinde yavruladığını gördü. Zozık’la evlenince onların da yavruları olacaktı... Şimdi dağın eteğini dolanıyordu, meşe ağaçlarının arasında kuş sesleri kulaklarına çöken pası alıp götürüyordu.

Bir sevdalının bu güzelliklere mana biçmesi Oremar yiğidine mahsustur ancak.

Aşk onda Zaloğlu Rüstem’in gücü olur ve bir çırpıda Xopını geçidini geçer.

Sevda başında bulut, gök olur, yağmur olur nisan ayında. Mate kilisesinde tarih olur.

Medeniyet kültür olur. Hey gidi Süto’nun diyarı hey. Akıp gitmiş burda zaman iz koya koya.Birden durdu Mate kilisesinin önünde: “Şu gavurun aklına bak” dedi.

Cilo yıkılmaz bir pehlivan gibi dimdik
Eteklerine yayılmış kuzuları görmeye gittik
Çimenler üstünde koca kaya gölgesinde dinlendik
Otlayan bir sürü görsen o çobandır Yüksekovalı

Yıldızlar Cilo’nun zirvesine göz kırpıp çoban ateşine gülümseyende yarın bériye gelecek bérivanları düşler şıvan. Düşünün bir yerinde taze bir fide gibi üşüdü. Üstüne çiy damlası düşmüş, yeni tomurcuklanan gül yaprağı gibi kepeneğine gömüldü. En çok Reşko tepesine gider çobanlar, zira yayla zamanı Anadolu gibi mozaik olur.

Civar köyler yüksek yerlere, serin yerlere göç ederler. Bu da Reşko zirvesidir. Bir kış boyu sürecek debar (kışlık erzak) ancak Reşko’nun bağrından toplanır ve sofralara gider.

Reşko Arap atı gibidir, Çok rahvan
Hangi dinden olursan git gör orayı aman
Sen bilmiyorsan deden söylemiştir bilir baban
Bir tarih sayfası görsen o ihtiyardır Yüksekovalı.

Sat gölleri Sat’ın doruğundadır. Güneş kara hükmeder su olur, göl olur, göller ise Sat’ın göz pınarlarıdır. O muhteşem doğa şaheseri göller Oremar’da kapalı bir kutudur, dünyaya açılmayan penceredir.

İşte oracıkta oturup sevdanızı çırpı ateşinden kararan alüminyum çaydanlıkta pişen bir bardak kaçak çayda ya da aynı ateşte çevrilen keklik etinde tadarsınız.

Hani o masmavi atlas gibi gökyüzüne buluttan seni seviyorum ...... diye yazmak geçer insanın içinden.

Serşin, Reşko ve Robarışin kıvrıla kıvrıla, süzüle süzüle taştan taşa çarpa çarpa kız saçı gibi bir o yana bir bu yana Yeşiltaş’ta el ele tutuşup Avaşin olur, halaya dururlar.

Halayın başı uzar gider Irak’a dek, gün yirmidört saat sürer bu halay.

Gökyüzü, dağlar ve Mehmet Selim halayı seyrederler. Bu sevda bu yangın çeltik tarlasında, mısır tarlasında, buğday tarlasında, üzüm bağında, kara kovanda ve tütünde emek olur, savrulur Oremar’ın üstüne.

Bir gün mutlak gidin o baş kaldıran asi dağların doruklarına ve engininde kol kola vermiş nazlı sularına.

Yüzü kavruk insanından sevdanızı dinleyin.

Bir efsane olur düşerse bu coğrafyaya aşkınız, hiç şaşmayın.

Mam Zahır, Delal, Zozık ve Mehmet Selim yoksulluğu, aşkı, ömrü güzellikte harmanlar dururlar. İster boran fırtına, ister günlük güneşlik olsun gün, mutlaka güzelliğin güçlü kollarında yatırırlar yaşam adlı sevdalarını.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İrfan Sarı Arşivi