İbrahim Genç

İbrahim Genç

Önce kadınlar ve çocuklar

Önce kadınlar ve çocuklar

Dünyanın problemli ülkelerine baktığımızda, herhangi bir sosyo-kültürel problemde en başta ezilenler kadınlar ve çocuklar olmaktadır. Bunun en başta gelen nedeni, kadın ve çocukların var oluşsal olarak sahip oldukları niteliklerdir. Bunun sonucunda da günümüz şartlarının en geçekçi yaklaşımı olan ve bütün felsefe sistemlerini geride bırakacak olan Darwin’in bize duyurduğu şu gerçeği anlayabiliriz: Büyük balık küçük balığı yer! Daha canlı olması itibariyle Filistinli çocukları örnek verebiliriz. İsrail kurşunlarıyla trajik bir şekilde ölen az çocuk mu takıldı uygar medyanın objektiflerine?

Dünyanın kapitalist-emperyalist ellerinin değdiği bütün coğrafyalarda nasıl ki kadın ve çocuklar eziliyorsa, aynı şekilde ülkemizde de en başta ezilenler kadınlar ve çocuklardır. Özellikle Kürt sorununun çözülmek istenmemesinin ortaya çıkardığı çatışmalar, bölgeyi ekonomik olarak yıpratıp kadınlar başta olmak üzere Kürt halkını mevsimlik işçi konumuna getirirken, çocukları daha ilk öğretim çağından itibaren ağır işlerde çalışmaya mahkum bırakmıştır. Dayatılan bir asimilasyon ve vaat edilen onursuz bir yaşama karşı gösterilen refleksin ulusal medya eliyle terörize edilmesi ve Türk halkından gerçeklerin gizlenmesi neticesiyle de en feminist kimi kadınlar bile doğulu kadının yüreğini okumayı becerememekte ve en duyarlı kimi çocuk hassasiyetçileri de polis kurşunlarına hedef olan çocukların bakışlarına yerleşen soluk benizli ölümleri okuyamamaktadır. Bütün bunların getirdiği netice, birbirini anla(ya)mayan Türk ve Kürt kardeşlerin birbirinden uzaklaşmaya mahkum oluşudur.

MEDYANIN ROLÜ

Günümüzde medyanın siyasal aygıt olarak kullanması ile toplumlara biçilen kimliklerden dolayı, gerçeğin her zaman saklanmaya çalışıldığı, yıllardan beri olagelen bir durumdur. Dünyadaki büyük sivil toplum kurumlarının raporları, AİHM kararları veya AB raporları her ne kadar bazı anti-demokratik uygulamaları belirtseler de topluma duyurulanlar hep sınırlı kalmıştır. Bölgenin gerçekliğine ışık tutacak büyük çalışmaların çoğu zaman sansürlenmesi de ayrıca uygulanan bir metottur. Saygın bilim adamlarınca yazılan kimi eserlerin, ülkemizde kimi yayınevlerince çevirisi yapılsa da bu kitapların çoğu zaman yasaklanmasına, hatta toplatılmasına şahit olduk. Buna iki örnek vermek gerekirse, Aram yayınevinden çıkan Noam Chomsky’nin Amerikan Müdahaleciliği ile John Tirman’ın Savaş Ganimetleri adlı kitaplarını sayabiliriz.

Yazımızda özellikle Kürt sorunu ve bu sorunun insan yaşamı üzerindeki etkisini ele almakla yetinirsek, bunun Türk halkında bir paranoya yarattığını açıkça belirtmeliyiz. Bunun yanında Kürt halkında asimilasyona karşı büyük direnç de bir “karşı-milliyetçilik” yaratagelmiştir. Kürt uluslaşmasını hızlandıran bu asimilasyon, toplumların sosyal ilişkilerine bağlı olarak geliştiği gibi, çoğu zaman da bir sindirme, “potada eritme”, politikasıyla yürütülmüştür. Bu konuda Noam Chomsky’nin “Türkiye’nin Kürtleri şiddetle bastırması yıllardır  büyük bir skandaldı.Bu skandal 1990’larda zirveye ulaştı.göstergelerden birisi ,Türk ordusu kırsal bölgeleri yakıp yıktıkça,1990-1994 arasında bir milyondan fazla Kürdün buralardan gayrı resmi başkenti Diyarbakır’a kaçışıdır.Türkiye’nin insan haklarından sorumlu  devlet bakanına göre iki milyon kişi evsiz  bırakıldı ve Bakan bunun kısmen  “devlet terörünün” sonucu olduğunu kabul etti.İşkence,binlerce köyün yıkılması, napalmlarla bombalamalar ve genellikle on binlerce olduğu tahmin edilen ,sayısı bilinmeyen savaş kayıplarının (hiç kimse ölenleri saymıyordu)yanı sıra,yalnızca Kürtlerin öldürüldüğü “esrarengiz cinayetler”(özel timlerin neden olduğu sanılmaktadır.) 1993 ve 1994’te  3.200’e ulaşmıştı.Türkiye’nin yaptığı propagandada cinayetlerden  Kürt terörü sorumlu tutuldu ve bu iddia ABD’de genellikle kabul gördü(Amerikan Müdahaleciliği, s.57)” ifadeleri, ki bunları başından beri herkes biliyordu, trajedinin bir bölümünü bize vermektedir.

DİYARBAKIR’DA ÇOCUKLAR ÖLÜNCE

Kürt sorunun çözül(e)memesinin dayattığı çatışma hali, her ne kadar 2000’li yılların dünya algısının Türkiye’de yarattığı ortamla azalsa da, hala bazı içler acısı görüntülere şahit olabiliyoruz. Öyle ki 14 yaşındaki çocukların kollarının kameralar karşısında polisler tarafından kırılmasına, çocuklara dışkı yedirilmesine veya çocukların bir yetişkin gibi yargılanmasına şahit olabiliyoruz. Burada da karşımıza çıkan sorun, çocuk hakları ihlallerine karşı yine ulusal medyanın kamuoyu oluşturma görevini yerine getirmemesidir. Düşünün ki Yunanistan’da polis kurşunuyla 16 yaşındaki bir çocuk öldüğünde bütün Yunanistan ayaklanabiliyor ve o polis yargılanabiliyor; ama söz konusu durum Türkiye’de gerçekleştiğinde kendine liberal ya da demokrat diyen birçok aydın, insan suspus olmaktadır. Bu konuda bazı insanlara çocuklara yönelik anti-demokratik uygulamalar gösterildiğinde alınan cevap, “onlar da rahat dursaydı.” şeklinde olmaktadır. Dolayısıyla “çocukluk” ifadesi, devletin bekası için hiçe sayılabilmekte maalesef.

İsrail’in Gazze bombardımanında ölen çocuklar için feryat figan koparan Başbakan Erdoğan, işte kendi ülkesinin çocuklarına da sahip çıksa, o zaman bir nebze çocukların hakları iyileştirilecektir. Ama gelin görün ki, yakın geçmişte çocuk ve kadınlara polislerin orantısız güç kullanması neticesinde yapılanları Başbakan görmek bir yana, “çocuk da olsa kadın da olsa gereği yapılacaktır.” diyebilmiştir. Ki bu yazıyı yazdığım bugün bile, 28 Mart 2006’da Diyarbakır’da çıkan olaylar ve öldürülen çocuklar hala zihinlerde yer etmiş durumda. Bir vicdan mahkemesinin devreye girmemesi adalete de olan güveni sarsmaktadır. 2006’da çıkan olaylarda polis kurşunlarıyla ölen 14 kişinin yakınlarının açtıkları davalar sonuçsuz kaldı. Yine 2008’de izin verilmeyen Newroz’larda çıkan olaylarda insanların yaşamlarını yitirmelerine ve 14 yaşındaki bir çocuğun kolunun kamera karşısında kırılmasına şahit olduk. Yine hatırlayalım, üst üste yığılan kadınlara yönelik Batman’da yapılan zulmü: coplamalar, ayaklar altına almalar…

Sonuç olarak, 20 Kasım 1989’da kabul edilen BM Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’de açıkça belirtildiği gibi geleceğin teminatı olan çocukların hakları gözetilmelidir. Kendi ideolojik yaptırım gücüne çocukları feda etmemelidir devlet. Öyle ki devlet, bireyin hizmetinde olmalıdır. Yukarıda adı geçen BM sözleşmesinin 6. maddesinde geçen “Taraf devletler,  temel yaşama hakkına sahip olduğunu kabul ederler, çocuğun hayatta kalması ve gelişmesi için mümkün olan azami çabayı gösterirler.” ifadelerini demokrasilerine sindirmek ve buna göre davranmak zorundadır. Yine bu sözleşmenin 29. maddesinde geçen; her çocuğun kültürel kimliğine, dil ve değerlerine yönelik saygının geliştirilmesi gerektiği yönündeki maddeler de iyi okunmalı ve dünyayla doğru frekanslarda buluşmak adına uygulanmalıdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum
İbrahim Genç Arşivi