İbrahim Genç

İbrahim Genç

Müslümanlığın Eleştirisi - 3

Müslümanlığın Eleştirisi - 3

Semavî dinler ve öğretiler, insanoğlunu her ne kadar doğruluğa sevk etmeyi amaçlasa da insanoğlunun yaklaşımı sebebiyle dinler ve öğretiler istismar edilmekten kurtulamamıştır. Çünkü ümmet çağının etkin aracı olan ve toplumun kimliğini tanımlayan dinler, iktidarlar tarafından kullanılarak toplumu kontrol etme ya da yönlendirme için kullanılabilmiş ve araçsallaştırılmıştır. Bunu geçmişte kilisenin, etkinliğini arttırmak ve ekonomik olarak büyümek için Hristiyanları din propagandasıyla Haçlı Seferlerine katmasında da gördük. Yine aynı şekilde İslam toplumunun, soğuk savaş döneminde dini propagandayla anti-komünist cepheye dâhil edilip ABD emperyalizmine hizmet eder hale getirilmesinde de gördük. Dolayısıyla diğer semavî dinlerin temsilcilerinde olduğu gibi Müslümanların sahip olması gereken sağduyu ve doğruluk gibi prensipler pratikte sahiplenilmemiştir.

Oysa Allah “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol (Hûd Suresi / 112).” diye buyururken hadis-i şerif “Müslüman, insanların elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir.” der. Fakat ülkemize ve bölgemizdeki Müslüman ülkelerin yakın tarihlerine-politikalarına baktığımızda inancımızın hiç de paralelinde olmayan şeyler görebiliyoruz. En önemlisi de birçok Müslüman’ın içine düştüğü çelişkili pratikler, onu Allah’ın emrettiği doğruluktan uzaklaştırmıştır. Bunun sonucunda her ne kadar sözlerinde dini kavramlar olsa da pratiği fasık ve münafık çizgide olan insanlar türemiştir. Doğal olarak bu da, İslam dünyasını parçalayacak casusların ve sömürge haline getirecek güçlerin işbirliğine soyunacak Müslüman ülkeler ve toplumlar yaratmıştır.

Bugün Başbakan Erdoğan’ın “Dindar bir gençlik” yetiştirmekten bahsetmesi de yine kolayca yönlendirilebilen bir toplum yaratmak gayesi taşıyor. Çünkü AKP’nin pragmatist anlamda dayanak noktası, Türkiye toplumunun dini duygularıdır. Bunu bilen Başbakan Erdoğan, dini araçsallaştırma yolunda hedef kitle yaratmak telaşına düşüyor. Bir taraftan Türkiye toplumunun hassasiyetlerine sahip çıkma gibi bir izlenim uyandırırken diğer taraftan İsrail ve ABD ile sıkı bir müttefik olarak Müslüman ülkelerin işgalinde yer alabilmektedir. Öyle ki Ortadoğu’nun şekillendirilmesi amacıyla ABD Diş İşleri Bakanı Clinton “İslamcılarla çalışırız.” derken “Türkiye’nin buradaki mevcudiyetinin bize çok yardımı oluyor.” demeyi de ihmal etmiyor. Hatta Irak işgalinde Başbakan Erdoğan aktif olarak yer almak istemiş ama tezkere, tüm çabasına rağmen Meclis’ten geçmemişti. Yine o dönemde AKP’nin “Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış’ın, ‘Biz savaşa girmezsek daha çok ABD askeri ölür’ şeklindeki trajik açıklaması da bu işbirlikçi tavra tüy dikmek anlamı taşıyordu (1, s.40).” Ki bu süreçte AKP, ABD ve AB’nin emperyal politikalarına hizmet anlamında bulunmaz bir nimet olduğu için Türkiye’nin Kürt sorununda şiddete sarılması ve antidemokratik uygulamalar bu ülkeler tarafından eleştirilmiyor. Bundan güç alan AKP; Suriye’ye müdahale etmek için can atarken Lübnanlı yazar Mahmut El-Faqih AKP’nin, destek verdiği isyancıların lideri Burhan Galyun’la bir anlaşma yaptığını açıklamıştı (Özgür Gündem, 12.01.12). Bu anlaşmaya göre Türkiye’nin Suriye’de kurulacak yeni yönetimden istediği temel şeylerden bir tanesi “yeni anayasada Kürtlerin tanınmaması”dır. 

Gelinen süreçte “dindar bir gençlik” diyen zihniyet, Kürtlerin varoluşsal en temel istemlerini terörize etmekten ve Allah’ın kudretinin-varlığının delili (Rum / 22) saydığı dillerde ana dil eğitimini yasaklayabilmektedir. Hatta daha da ileri giderek kendi dilleri ve kültürleri noktasında bir talepte bulunan ve özellikle Kürt politik bilince sahip Kürtleri Zerdüşt ilan edebiliyor. Bunu kendilerini dindar (!) olarak tanımlayan bazı medya organları da propaganda haline getirip insanları zan altına sokabilmektedirler. Oysa Allah “Ey inananlar! Zandan çok sakının (Hucurat / 12).” der. Büyük çoğunluğu Müslüman bir halk olan Kürtlerin en temel insani-vicdani konularda hak talep etmesini gerçek dindarların böyle algılamayacağı bir gerçektir. Ne var ki Cumhuriyet’in 1930’larda Şevket Süreyya Aydemir’lerin “Kürt tekkesinde aslolanın dinsizlik olduğu (2, s.94)” şeklindeki yaklaşım ile Tayyip Erdoğan’ların “Bunlar Zerdüşt’tür” türünden yaklaşımı aynı zihniyetin eseridir.  Bu noktada İsmail Beşikçi’nin “Kemalist ideolojinin en önemli marifetlerinden biri budur. Kürtleri gerektiği zaman, şeriat devleti kurmakla suçlamak, gerektiği zaman dinsizlikle suçlamak (2, s. 94).”

Ülkemizde dinin bu şekilde pragmatist olarak kullanılması ve insanların dini duygularının istismar edilmesi, başvurulan en kestirme yol olmuştur. Bir zamanlar ezilen kesim olsa da siyasal İslamcı kesim, dinin etkisiyle ilk fırsatta iktidara gelebilmişlerdir. Bunun en bariz örneği Milli Görüş çizgisinden gelen Başbakan Erdoğan’dır. Ki “Halkın çoğunluğunun kutsalını kullanarak siyasal güç elde etmek şeklindeki din istismarının Türkiye’de fazlasıyla yapıldığı ve eskisi kadar olmamakla birlikte halen yapılmaya devam edildiği bilinmektedir. Bizzat Başbakan T. Erdoğan’ın, ‘geçmişte dini istismar yanlışına biz de düştük’ (Milliyet, 3.3.04) ifadesinde de kabullendiği bu istismar, siyasal atmosferimizi zehirleyen ciddi bir sorun oluşturmuştur (1, s. 131).” Hem sadece din değil, AKP gibi tamamen pratik-pragmatist liberal bir anlayışın mümessili olanlar her şeyi istismar edebildiler. Bu sayede birçok farklı etnik ve inanç grubundan oy alıp üç dönem iktidara gelebildiler. Umut tacirliğine soyunan AKP, sonuç olarak iktidarını sağlamlaştırdıktan sonra bir zamanlar 28 Şubat’ta kendilerine yapılanları Kürtlere ve Kemalistlere yapmaya başladı. AKP’nin bu tutumu aklıma, İran Devrimi’nde mollaların yaptıklarını getiriyor. Bilirsiniz ki mollalar da devrimci-solcu grupların ve farklı birçok kesimin desteğiyle devrim yapıp iktidarı ele geçirdikten sonra bu sefer de kendilerine destek veren grupları tasfiye etmeye başlamıştı.

AKP bütün bu uyanıklıkları acaba rahmetli Erbakan gibi hocalarından mı öğrendi? Çünkü Refah-Saadet Partisi çizgisi de en temel noktalarda AKP ile benzeşebilmektedir. Bazen dönemlik çıkışlar yapıp halka bol umut verip parsayı toplayınca ikisi de sözlerinde durmama temayülünde olmuştur. Bu anlamda ‘90’ların başında Necmettin Erbakan liderliğindeki Refah Partisi’nin Kürt sorununa bakışı, Kürtlerde bir umut yaratmıştı ve Refah Partisi’nin oylarında ciddi bir artış olmuştu. Ne var ki Refah Partisi de sonraki yıllarda AKP’nin bu dönemde yaptıklarına benzer tutum takılmıştı. Dinci (!) partilerin Kürtler ve solcular konusundaki güvenilmezlikleriyle ilgili ilginç bir anekdotu Soner Yalçın’nın kitabından okumuştum. Kitapta anlatıldığına göre Erbakan 1972’de İsviçre’den dönüp MSP’yi kuruyor. Bu dönemde CHP, karanlık güçlerle ve işkenceyle mücadele vaadiyle birinci parti oluyor. Sonunda MSP-CHP koalisyonu kuruluyor ve bu koalisyon, fikir suçlularının affı konusunda anlaşıyorlar. Bunun üzerine ilk önce dincilerin affı görüşülüyor ve kabul edilerek sağcı-dinciler serbest bırakılır. Fakat solcuların affı için görüşülmeye başlandığında MSP Meclis’e uğramaz (Bay Pipo, s. 254). Ne garip değil mi? Bugün de AKP, bir zamanlar devletle birlikte çalışıp Kürt yazar-aydınları katleden Hizbul-vahşetçileri serbest bırakırken diğer taraftan gazeteci, yazar, belediye başkanı, akademisyen ve avukat olan binlerce Kürt’ü hapse yollamaktadır.

(1)   Erdoğan Aydın, Demokrasinin Dayanılmaz Ağırlığı
(2)   İsmail Beşikçi, Cumhuriyet Halk Fırkası’nın Programı (1931) ve Kürt Sorunu

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
9 Yorum
İbrahim Genç Arşivi