Özgür Amed

Özgür Amed

Ma düğüne mi geldin?

Ma düğüne mi geldin?

O sabah yine zor bela kalkmıştım. Daha doğrusu başımda oturmuş “de rabe kurê min, dereng bû” diyen annemin hatırına değil de, birazdan yiyeceğim ekmek üstü kaymağın fantastik coşkusu ile yataktan sıyrıldım. Sabahın o serinliğinde yüzlerce hayvanı otlatmaya götürmek şüphesiz zordu; ama yapacak bir şey yoktu! Yaşımı bile hatırlamıyorum. Çok küçüktüm ve çobanlık işleri bana emanetti. Yabancı değilsiniz açıkça konuşabiliriz, hayvanlar bana emanet değil ben onlara emanettim. Onlar benden daha iyi biliyordu etrafı ve diğer bilumum şeyleri. Ben mantık, onlar hemeostasi ile hareket ediyordu sonuç olarak.  Neyse kalktım ve hüsrana uğradım. Çünkü kaymak yanê “qeymax” yoktu. Aç aç aldım önüme hayvanları ve çıktım köy dışına.

Hangi tarafa götüreceğime karar verdim. Yeşilliğin bol olduğu bir yerde durdum. O durduğum yerde yıllar sonra asker ciplerinin duracağını ve yine o yerlerde yeşillik yerine şiddetin yeşereceğini asla düşünemezdim. Madem düşünecek halim yoktu bir ağacın gölgeliğini bulup az kestireyim dedim. Uyandığımda öğle olmuştu. Sadece iki dakika kestirmiş gibi kalkıp bişi olmamış gibi davranarak etrafa bakındım. Yanı başımda bir koyun acıyarak bana bakıyordu. Göz göze geldik. “Sen yat biz sana göz kulak oluyoruz. Keyfın bozma” der gibiydi. Kitle psikolojisini reddeden bazıları da baya açılmıştı.

Akşama doğru hepsini tekrar toparladıktan sonra köy yolunu tuttum. Batmaya başlayan güneşin kızıllığı ve tepeler ardından hayvan sürüsünün kaldırdığı duman arasından sızan son güneş ışınları, neyşınıl coğrafik belgeselinden bir kare gibiydi. Bir günü daha bitirmenin dayanılmaz hafifliğini yaşıyordum. Eve vardığımda kimse yoktu. Yan evlerden birinden acı haberi aldım…

Köydeki yakın akrabalarımızdan yaşlı bir ninemiz vefat etmişti. Herkes yas yerindeydi. Evde tek başıma oturdum. Ne yapmam gerektiğini tam bilmiyorum ama ortada yaşamını yitirmiş biri var ve benimde orada olmam gerektiğini az çok kestirebiliyorum. Çünkü anne baba da orada. Üzerimdeki kirli elbiseler ile gitmek istemedim. Sepet içine yerleştirilmiş elbiseleri çıkardım ve evet, karşımda idi işte. İlk gece üzerimden çıkarmadan yattığım o yeni elbiseler karşımda idi.

O aralar bir şeye sahip olmak o çocuk aklı için bin yılların sevinci idi. Bizimkiler ilk defa bana bir elbise almışlar. Mavi bir tişört ve saçma sapan bir pantolon. Ama bana êle güzel geliyor êle güzel geliyor ki. Sepette ikisi de duruyordu. Bende en iyi alternatif odur diye düşündüm ve giydim iki parçayı da. El yüzümü de bir güzel yıkadıktan sonra aynanın karşında kendime baktım. Of off! Aşık mı olmalıydım kendime? Duruşum bir başka oldu. Sesim toklaştı. Bir ahenk geldi ki sormayın! Freud'un narsisizm evresine denk getirdiği ve Lacan’ın bir bebeğin kendi imgesini ilk defa yabancılaşma yaşayarak ayna karşısında deneyimlemesi modunda değilim. Umurumda bile değil! O elbise yakışmış bana arkadaş! Elbiseyi giydikten sonra içim bir kıpır kıpır oldu. Kendimi iyi hissettim. Coşkun ırmaklar gibiyim…

Yas yerine doğru yol aldım. Evin içi ve dışı kalabalık. Tüm köy orada. İnsanlar arasından sıyrıla sıyrıla içeriye kadar gittim. Bir yas havası içinde değilim. Farkında olmadan hala elbiseden gelen özgüvenin somurtusu ile eve dalmışım. Yemek yapılan yere geldiğimde amca oğlum ve bir dayım oradaydı. Servis işi ikisindeydi. Beni gördüler. İkisi de dönüp baktı. Sonra birbirlerine baktılar… Kaçınılmaz darbeyi hissetmiştim! Gecikmedi de zaten. Amca oğlum tip tip baktıktan sonra “Ooo! Ne güzel olmişsen öyle! Ma düğüne mi geldin?” dedi. Jeton düştü bende! İçimdeki çocuk ve aynalar kırıldı. Güzel elbiseleri giyinip yasa gitmenin faturası bana ağır kesilmişti. Oysa iyi niyetleydim. Gerçekten…

Yani gerçekten iyi niyetimden sizinde şüpheniz yoktur herhalde. Düğüne gitmemiştim elbet! Yaptığım hareketin altındaki olası “kötü niyetli senaryosunu” geçen gün fark ettim. Reyhanlı’da patlama oldu. Bir mahalle neredeyse yok oldu. Devletin iğrenç ağzından ölüm sayısının minimalize edilmiş ve sadece birer “rakamdan” ibaret halleri servis edildi. Stratejik derinlik peşindeki kafaların stratejik bataklığa gömüldüğünün ayan beyan ilanı olan bu mesele, elbet çözümsüz kalacağı yetmezmiş gibi bu ölümler üzeriden yepyeni planlarında olduğunu gördük. Hükümetin yüzü bir güleç bir güleç! Erdoğan yanı başındaki Reyhanlı’ya gitmeyip kalkıp soluğu ABD’de aldı. Doğru ya! Türkiye’de ki ölümlerden etkilenip üzülmüş olabilecek bazı Türk kökenli ABD’li vatandaşların acısını dindirmek lazımdı! Emine Erdoğan’ın yaz için turistik gezisi olan bu gidiş, Erdoğan içinde muhteşem bir izdivacın fotoğrafı gibiydi. Görüntülerde izledik, fotolarda gördük! Saatlerce baş başa yenen yemekler, toplantılar. Dünya gündemine düşmeler! Erdoğan’ın yüzü gülüyor. Kurmaylarının yüzü gülüyor. Obama’nın yüzü gülüyor. Herkes mutlu. O patlayan bombalar bir başarı. Ve şimdi kutlanıyor…

Beyaz Saray’ın iğrenç kara aklında zevk û sefaya oturmuş Erdoğan ve kankisi Obama’nın gülen fotoları önümde. Sormak istiyorum! "Derdiniz nedir? Neye gülüyorsunuz. Düğüne mi geldiniz?"

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
16 Yorum
Özgür Amed Arşivi