Özgür Amed

Özgür Amed

Kürtler ve Sosyal Medya: Örgütsüz bir macera...

Kürtler ve Sosyal Medya: Örgütsüz bir macera...

Geçen yılın Şubat’ında ANF için doğrudan "Kürtler ve Sosyal Medya" konusunu ele alan bir yazı karalamıştım. İyi kötü bir tartışmaya yol almıştı ve gelen tepkilerden bir kısmı da yazının “çok sert” olduğu yönünde idi. 19 ay sonra geriye dönüp baktığımda değişen bir şeyin olmadığını hatta çok yumuşak tonlarda seyir ettiğime ikna oldum. Çıkış noktam, yazının omurgası E. Galeano idi. Şöyle diyordu “Topraklarımızda dişe dokunur bir şey söylemeksizin gevezelik eden pek çok canlının yanı sıra, sessizce konuşan pek çok ölü bulunmaktadır.”

Kişisel fikrimdir. Genel geçer durumumuzu total olarak bu tespitten daha güzel anlatan az söz vardır. Çünkü sosyal medyada kutsal olan ile günah olanın sürekli karıştırıldığı bir dünyamız var. Realiteyi alanlardan masa başına çekip taglarla toplu tatmin ayini ve kutsama şenlikleri devam ediyor. Vicdan mastürbasyonu tehlikenin üst doruğudur. Kürt hareketini bölük börtük olmuş Türkiye solundan ayıran ve halklaştıran temel dinamik idi pratiği ile propaganda yapmak. Ancak sonu ‘izm’ ile biten bol anlaşılmazlı ve bilinmeyenli cümlelerin fosforlu uyakları pratiğin aydınlığından uzakta sanal dünyada asıl yaşantısının yanında ‘ek’ işe döndüğü için Kurt kemirmeye başladı ağacı. Toplumsal dokunun yok edildiği bireylerin kendisini yaşama dayattığı modernitenin şu kirli çarkında emeğe dair bir tınıyı işitmek mümkün olmazken, sanal dünyada kendi dinlemediği parçayı paylaşan insanlara dönüştük. Kraldan daha kralcı olan kahrolası bir ruh hali beliriverdiğinde ‘içinde’ki tasfiye ‘dıştaki’ düşmana zemin olur ve o zemin ki kaynağını teori-pratik uyumsuzluğunun dayandığı sahtekârlıklardan alıyorsa vay halimize. Durum çok mu kötü? Hayır hayır! Karamsar değiliz…

“Sosyal Medya ve Kürtler” meselesini bu yazıda daha çok eleştirel kuram çerçevesinde işleme taraftarıyım. Özetle birkaç boyutundan bahsetmekte fayda olacak.

BİÇİMSEL BOYUT

Burada derdimiz “nasıl” sorusu ile başlar. Eminê Erbanî ve Bismilli Zeko’nun titreten ritimleri önünde oynayan bir folklor ekibi düşünelim. Biz izleyiciler de zevkle izliyoruz. Bir an müziği ortadan kaldıralım ve geriye kalan ilkel el-kol ayaklarının derin manasızlığına düştüğümüzü farz edelim. Oysa bu el kol hareketleri birkaç dakika önce prova yaparken anlamlı idi. Şuan ise anlamsız…

Sosyal Medya’nın da ışıltılı ve baş döndürücü dünyası da sahnedeki folklor ekibidir. Ahenk, ritim, müzik ve uyum. Bu dünya bir bileşkedir. Ve bazen kulağımızı bazen gözümüzü kapatarak onu düşleyerek, diğer bileşenleri aradan çıkararak gözden geçirmemiz gerektiğini düşünüyorum. Yaratım taslağından, içeriğin yerleşik halinden ve kullanılan renklerine kadar belirleyicidir. Hiç biri masum değildir… Pasif tüketici olan biz kullanıcılar için genelde üzerinde durmadığımız bir boyuttur.

PSİKANALİZ VE PSİKOLOJİK BOYUT

Metinin kendisi aldatıcı olabilir. Çoğu zamanda öyledir. Bir metinde söylenenlerin arka planlarına da bakmak lazım. Ayrıca insanların ne söylediklerine bakmak yetmez. Orada karşılaşılan fantezi ve duyguların fiziksel kökenlerinin ne olduğuna bakmalı. Psikanalizm böyle istiyor… Yani Rusya’nın zamanında Facebook hissesinin binde ikisine neden milyon dolarlar verdiğine bakmak gerek. Dibine inmek gerek. Paranın miktarına takılırsa göz, mesaj kaçar.

Kişiliklerimiz karmaşık yapılardır ve aslında göründükleri gibi de değillerdir. Sosyal Medya bunun en güzel yansımadır. Yansıma kendini çeşitli yüzlerle gösterir. En bariz yüz ‘mikrofaşizm’dir. Foucault’un deyişi ile “….aynı zamanda iktidarı sevmemize, tam da bizi hakimiyet altına alan ve sömüren şeyi arzulamamıza neden olan şey içimizde ki faşizmdir.”  Bu mikrofaşizmin daha iyi anlaşılması için de Dövüş Kulübü filmini derdimize referans alabiliriz. Jack karakteri üzerinden içine çekildiğimiz film, şizofreni üzerinden ‘hayali cemaatler’(yer altında ki dövüş kulüpleri) aracılığı ile kapitalizmin-faşizmin eleştirisidir. Filmin en güçlü yeri Jack’ın şizofren olduğunu anladığı kısımdır. Ortalıktan kaybolan Tyler Durden’i aramaya başlarken fark eder ki Tyler kendi fantezi dünyasının ve bilinçdışı isteklerinin bir ürünüdür. Tyler, Jack’ın alter egosudur. Yani olmak istediğidir. Gündelik hayatında yurtsever, sakin, sevecen, samimi, güler yüzlü görünen bizlerin de alter egosu sosyal medyadır. Yıllardır gözlemlediğim ve bir parçası olduğum bu ağlarda Kürtler azdırılmış bir gerçeklikte yaşıyor alter egosunu.

Hal böyle olunca sosyal medyada oturmuş bir Kürt kimliğinden bahsetmek zor. Parçalı bir benlik ve maskeli bir kişilik ile korkularımızın üzerini örte örte eğlence niyetine kullanıyoruz.

YAPISALCILIK BOYUTU

Yapısalcıların bize kazandırdığı güzel bir bakış açısı var. Yaşam ve sanat-sanatsal akımlara dair gösterge sistemlerinin gerçek dünyaya nasıl gönderme yaptıklarından çok bunların nasıl işlediği ile ilgilenirler. İlgilenmemizi isterler. Buna göre kültürün bir dil olduğunu kabul etmemiz gerek… Şeyler birbiri ile olan ilişki içinde anlam taşırlar. Bu noktada radikal bir soru sorulabilir: Twitter bir kültür müdür? Kültürünü yaratabilmiş midir? Facebook içinde geçerli bir soru bu…

Değerler ve anlamlar silsilesinde sosyal medyanın kendini bir dil olarak dayattığını düşünüyorum. Kendine has kodları mevcut. Kendine has bir evreni var. Sosyal medya bir yapı ve dile sahip, çünkü eylem içeriyor. Genel Kürt kullanıcı kitlesinin bu “nasıl işlediği” ile ilgili mevzudan haz aldığını söylemek zor. Haliyle kodlar ilgimizi çekmiyor. Bu dili kendi aleyhimize çevirip, ondan yeni ve ortak, dişe dokunur bir duruma evirtemedik.

POST YAPISAL-YAPIBOZUM BOYUTU

Eğer dil anlam yaratmak üzere kendi kendine yeten bir sistemse ve kişi daha fazla söylemin ve daha fazla dilin aracılığı olmaksızın gerçek olana yönelemiyorsa, o zaman dilin kendisi bir gerçeklik duygusu yaratma konusunda muazzam bir güce sahiptir.[M.Ryan]…  Jean Baudrillard yaşamlarımızda neyin gerçek neyin insan eliyle yaratılmış olduğunu ayırt etmenin giderek zorlaştığını ifade etmektedir. Yani gerçek muğlaktadır. “Öyle ki bu evrende toplumsal yoktur, toplumsal-ötesi yani bir ‘kitle’ vardır. Kitle, toplumsalın içi boş ve kendinden geçmiş, anlamını yitirmiş biçimidir. Bu evrende politika yoktur, politika-ötesi vardır, yani politikanın anlamsızlaşmış, içi boş ve kendinden geçmiş biçimi vardır. Bu evrende kültürel yoktur kültürel-ötesi vardır, yani kültürel olanın anlamsız, içi boş ve kendinden geçmiş biçimi vardır. Bu evren bir görünümler evrenidir yani gerçekliğin egemen olduğu evrende bir biçim ve içeriğe sahip olan göstergeler bu evrende içeriklerini yitirmişler ve kendilerine rağmen ya da sözde birer gösterge olarak adlandırılabilecek birer görünüme dönüşmüşlerdir. Göstergelerin işlevleri vardır, oysa görünümler işlemseldir. Hiçbir anlamları olmadığı halde onlara anlamları varmış işlemi yapılmaktadır.”

Sosyal Medya’nın o yanılsama yaratan albenisinde biz de yeni gerçekler üretiyoruz. Kürdün geleneksel dokusuna dair bir imgelem çerçeve yaratabiliyoruz, başrolü verdiğimiz kendimize bir piyesin söz-mana üreticisi olabiliyoruz. Tüm bunların aslında birer korkunç tüketim olduğunun da farkına varamıyoruz. Yani tüketim kültürü tarafından şekillenen hayatlar yaşıyoruz ve bu kültüre ait göstergelerden anlamlar üretiyoruz. Pek çok Kürt kullanıcının çok rahatlıkla ürettiği ve sıklıkla üretimine katkı duyduğu bir anlamlar zinciri önümüzde, timeline’mızda akıp gidiyor.

TOPLUMSAL CİNSİYET ve KÜLTÜR BOYUTU

En başarısız olduğumuz boyuttur. Sürekli bir tökezleme halindeyiz. Cinsiyetin nasıl algılandığı ve neyin üzerinden inşa edildiği malum. Bizlere dayatılan bu ezberlerin genel olarak dışına çıkmış, diğer boyutlar gibi sorgulamış değiliz. Bilinçaltımızda beslediğimiz ve öğretildiğinden birer kuralmış gibi bellediğimiz gerçekler yer yer eylemler yer yer ikili sohbetler ile kendini açığa vuruyor. Sosyal Medya bunun hem ifşası hem de inşası için zemin veriyor.

Kültür bir güç alanıdır. İktidardır. Sosyal Medya bir fenomen olarak kültür, kültürel dildir. Bu kültürü yönetenler aynı zamanda algıları üretir. Algıları kontrol etmek ve yönlendirmek bugün egemen zihniyetin en önemli silahlarındandır... Bizi değiştirip dönüştüren çoğu fikrin bizim olmaması düşünülmesi gereken bir noktadır.

DİGİTAL-SLAKTİVİZM-CLİCKTİVİZM BOYUTU

Her gün önümüze düşen onlarca imza kampanyası. Yüzlerce savaş fotosu. Estetize edilmiş bir şiddet sarmalı ve daha pek çok şey. Dışarıya savaş açan ve bastırdığı korkusunu ‘eğlence’ modu ile atlatmak isteyen kullanıcı için bir şeyi cliklemek her derde devadır. Bir haberi like etmek o habere maddi-manevi destek ölçütüdür. Görevin yerine getirilmesidir. Tatminin kendini en çok vurduğu yerde karşımıza slaktivizm çıkıyor. Yaratılmış bir tembel ordusunun ideolojisidir, dinidir slaktivist düşünce ve kimlik. 

Yine digital aktivizmin tavan yaptığı bu yıllarda bu konuda da henüz pişmiş bir Kürt çevresi, gençliği yok. 50 kişinin katıldığı bir eylemde 350 tane eli makineli arkadaşın sağda solda kitleyi bir avcı gözü-foto nimeti ile kestirdiği ve eylemci olmadığı/olamadığı bir zaman diliminin acısındayız. Sosyal Medya tatmin güdüsünün en çok yaygın olduğu ve rahatlıkların insanları pençesine aldığı kurgusal mekânlardır. Bir katliama bir tag oluşturmakla ona dair en büyük mücadelenin verildiğine inanılır hale getirilmişiz. Bu noktada rahmetli Stethane Hessel ve onun “Öfkeliler Hareketi”ini (İndignez Vous) ilaç niyetine hatırlatmak fayda görüyorum.

ÖRGÜTLENME BOYUTU VE GÜCÜ

Sosyal Medya’ya tek bir şekilde sahip olabiliriz. O da örgütlenerek. Örgütlenmenin gücüne Apaçiler kadar inanarak. Ori Brafman ve Rod A. Beckstrom, “Denizyıldızı ve Örümcek: Lidersiz Organizasyonların Önlenemez Başarısı”[Aktaran: Ö.Uçkan] adlı kitaplarında güçlü İspanyol ordusunun yerleşik Aztek ordusunu nasıl kolaylıkla yendiğini, ama aynı başarıyı niçin Apaçiler üzerinde gösteremediğini de anlatır. 1519 yılında, ünlü Hernando Cortes şimdi Mexico City olan, o zamanki Aztek İmparatorluğu’nun başkenti Tenochtitlan’a gözünü dikmiştir. Aztekler her ne kadar güçlü de olsalar, Cortes orduları karşısında dayanamazlar ve iki yıl içinde hem altınları hem de görkemli şehirleri İspanyolların eline geçer. Aynı kader 1532’de Francisco Pizzaro yönetimindeki İspanyol ordusu karşısında İnkaların başına gelir. 1680’de tüm bölge İspanyolların kontrolündedir. İspanyollar biraz daha Kuzey’e, şimdiki Yeni Meksika’nın (New Mexico) çöllerine çıkarlar ve orada kaderleriyle karşılaşırlar: Apaçiler... İlk bakışta ilkel görünen bu insanlara karşı kaybederler. Aztekler ve İnka'lardan farklı olarak Apaçiler tek bir piramit inşa etmemişler, tek bir yol açmamışlar, hatta adından söz ettirecek tek bir kasaba bile kurmamışlardır; doğal olarak “Conquistador”ların24 ilgisini çekecek altınları da yoktur. Dolaysıyla İspanyollar, yağmalamak yerine onları Hıristiyan köylülere dönüştürerek yerleşik olmaya zorlar. Bu çaba ancak çok küçük bir nüfus üzerinde etkili olur. Apaçilerin büyük bölümü buna direnir, direnmekle de kalmayıp savaşırlar. İspanyolları çağrıştıran her şeye saldırırlar. İnsan önce bu vahşi kabilelerin İspanyol ordusuna karşı hiç bir şansları olmayacağını düşünür. Ama sonuç farklıdır: 17. Yüzyıl'ın sonunda İspanyollar Kuzey Sonora ve Chihuahua'yı Apaçilere kaptırır. Bunu amaçlamamış olsalar da, tüm Kuzey Meksika artık Apaçilerin elindedir. Bu, tesadüfî bir zafer değildir. Apaçiler iki yüzyıl daha İspanyollara kök söktürmeye devam eder. Bunun nedeni Apaçilerin Aztek ve İnka'ların bilmediği gizli bir silaha sahip olmaları veya İspanyol ordusunun güçten düşmüş olması da değildir. Bunun nedeni Apaçilerin toplumsal örgütlenme tarzlarıdır…

Sonuç olarak,

Anladığımızı biliriz. Bu ağ ortamında bizlerde olabildiğince var olmaya çalışıyoruz. Bu varoluşun çelişkileri gün yüzünde. Basit çıkarlara kurban edilen ve devlet tarafından dayatılan cinnet halinin ifşasında hala örgütlü rolü oynamadığımızı düşünüyorum. Gündemi belirlemek yerine gündeme katılmayı bir görev biliyoruz. Herkes öncelikli olarak maske takarak dolaşmayı görev biliyor. Tüm boyutları ile bu ağ ortamını kavramak, o kültüre yön vermek yerine, ona karşı eleştiri geliştirmek yerine; sadece bir deşarj platformuna çeviriyoruz çoğu kez. Bir sosyallik ve arkadaşlık-farkındalık yarattık hissine kapılıyoruz. Öyle değil! Çünkü yan yana sokulan bireylerin, ortak paylaşım alanı artıkça bir süre sonra güçlü bir aidiyet duygusu ile topluluklar çeteler oluşturma eğilimine de girebiliyor. Şiddetin katliama varan mantığı işte bunlara dayanmaktadır.[Jacquas S.]

Başa dönersek “Sessizce konuşan pek çok ölünün anısına, mirasına” sahip çıkılması dileği ile… 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
Özgür Amed Arşivi