İbrahim Genç

İbrahim Genç

Kürtler ve Ekonomi

Kürtler ve Ekonomi

Ülkemize geniş bir perspektiften baktığımızda en temelde ülkemizin adalet ve eşitlik gibi kavramlardan yoksunluğun neden olduğu birçok sorunun ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Bu sorunlardan bir tanesi de bölgeler arası gelişmişlik düzeyleri arasındaki dengesizliktir. Özellikle Kürt bölgesi söz konusu olduğunda bu dengesizliğin-Kürt bölgesine ekonomik kaynakların akmamasının- en temel nedeninin yöneticilerin bütün güçlerini öncelikle Kürtlerin asimilasyonu işine harcaması olarak saptayabiliriz. Oysa Cumhuriyet’e kadar Güneydoğu’nun önemli bir ticaret ve sanayi bölgesi olduğunu uzmanlardan okuyoruz.

Bu konuda Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası eski başkanı Mehmet Kaya’nın “Diyarbakır 1923’te Türkiye’nin üçüncü büyük ticaret ve sanayi kentiyken, Misak-ı Milli’nin komşularla ticareti yasaklaması sonucunda çöktü. İsmet İnönü’nün raporunda yazılıdır. Mardin’de yılda 130 bin top kumaş işlenirken, bir anda sınır kapatıldığı ve Suriye’yle alışveriş kesildiği için Mardin tekstili üç bin tona düştü. Zaten bölgenin zenginleşmesi hiçbir zaman devletin amacı olmadı. Bölge Cumhuriyet döneminde batıyla, ülkenin batısıyla bile entegrasyonu sağlayamadı. Ayrıca terörle, köy boşaltmalarıyla ve mera yasaklarıyla bölgede hayvancılık da bitti ve bölge çok geri kaldı (Taraf, 22.03.2010).” şeklindeki ifadeleri de bu gerçeği bize duyurmaktadır. Bunun sonucunda Kürtler, ticaret yaptıkları Halep’e , Musul’a ve Kerkük’e gidemez oldular. Tabi onlarca yıl yapılan ticari alışverişin birden devlet tarafından sekteye uğratılması insanların kaçakçılık yapmasına neden olmuş; bunu önlemek için sınıra mayınlar döşenmiş ve insanlar taranmıştır sınır boylarında. Ve bu “Pasaporta ısınmamış içimiz / Budur katlimize sebep suçumuz / Gayrı eşkıyaya çıkar adımız / kaçakçıya / Soyguncuya/ Hayına…” sözcükleriyle dile gelmiş Ahmet Arif’in şiirinde.

Ki daha sonraları Kaya’nın bu açıklamaları üzerine Ergin Ardıç “Mehmet Kaya söyleyince uyandım” dediği yazısında “Geri Kalmadı, Geri Bırakıldı” başlığı altında “Dokuma tezgahlarını kapatacaksın. Köyleri boşaltıyorlar, hayvancılıkta ölüyor. Bu insanlar seksen yıl boyunca aç açına geziyorlar… Her iki çocuktan biri okula bile gidemiyor. Dayanamayıp isyan edince de canlarına okuyorsun! (Sabah, 26.03.2010).” diyecektir. Bununla birlikte Kürt bölgesinin bilinçli olarak geri bırakılmasının nedenini Ahmet Altan “Ta Cumhuriyet’in başından beri ‘Kürtler nasıl olsa bir gün ayrılacak’ inancı vardı. Bu inanç yüzünden Güneydoğu’ya yatırım yapılmadı (Taraf, 14.07.2010).” sözleriyle dile getiriyor.

                               KÜRTLER NASIL YOKSULLAŞTIRILDI?

Kürt bölgesinin geçmişten bu yana sahip olduğu en önemli şey dinamik genç bir nüfusa sahip olmasıdır. Tabi bu dinamik nüfusa karşılık herhangi bir istihdamın olmaması, toplumu fakirleştirmekte ve gençlerde yarına dair bir karamsarlığa neden olmaktadır. Oysa bölgenin profiline uygun istihdam ve teşvik programlarının uygulanması hiç de zor değil. Şunu da belirtmek gerekir ki insanların güzel bir hayat yaşaması ve zenginleşmesi için çabalarken öncelikle o insanlara değer vermek ve onların onurunu incitmemek gerekir. Her şeyi ekonomik açıdan değerlendirip insanların dillerini-dinlerini yok etmeye çalışmak etik değildir.

Kürt bölgesinde en önemli iki ekonomik faaliyet olarak karşımıza hayvancılık ve tarım çıkmaktadır. Buna karşın bölge halkının bu temel ekonomik faaliyetine yönelik devlet tarafından geliştirici bir politika göremiyoruz. Bilakis devletin hayvancılığın gerilemesine neden olduğu ve insanların en temel ekonomik faaliyetlerinden yoksun bırakıldığı yönünde bir izlenim var. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine baktığımızda geçen yıllara oranla büyük ve küçük baş hayvan sayısının azaldığını görüyoruz. Dolayısıyla kırmızı et oranı da azalmakta ve daha çok büyük yerleşim yerlerinin yakınında (özellikle Marmara bölgesinde) yapılan kümes hayvancılığından elde edilen beyaz et oranı yükselmektedir. Bu durum doğrudan Kürtlerle ilgilidir. Çünkü büyük ve küçük baş hayvancılığın gerilemesinin sonucu olarak Kürt bölgelerinden kentlere göçler olmakta ve küçücük ilçelerin nüfusları yıllar içinde bağlı bulundukları illeri geçmektedir. Tabi bunun en önemli nedeni de Kürt sorununun çözülememesi ve oluşan şiddet ortamında uygulanan mera ve yayla yasaklardır. Bunun sonucunda da kırmızı et fiyatları yükselmekte ve kırmızı et ithal eder duruma düşüyoruz.

Bununla birlikte Kürt bölgesinin önemli yer altı kaynaklarına sahip olduğunu biliyoruz. Ülke ihtiyacını tam karşılamasa da neredeyse Petrolun ve fosfatın tamamının Kürt bölgesinde çıktığını biliyoruz. Bununla birlikte “Tüm yurtta çıkarılan bakırın %50’si, kromun %70’i, demirin %75’i, mabünganezin %35’i, baritin %75’i, çinko ve kayatuzunun önemli bir kısmı bu bölgeden elde edilir. Bölgenin maden yatakları zengindir (wikipedia).” Bunun yanında Kürt bölgesi, ülkemizin sanayisinde kullanılmak üzere enerji üretiminde de önemli bir tutmaktadır. Özellikle bölgede elektriğin tüketim ve üretim oranını karşılaştırdığımızda bunu anlayabiliriz. Bilindiği üzere ülkemizin hidroelektrik enerjinin büyük oranı Kürt bölgesinde bulunan barajlardan (Atatürk, Karakaya, Keban, Birecik vs.) sağlandığını biliyoruz. Buna karşın TÜİK verilerine göre “Elektrik  enerjisinin %43,13'ü sanayide, %24,36'sı meskenlerde” tüketildiğini düşünürsek ve sanayi kuruluşlarının da Marmara ve Ege bölgelerinde yoğunlaştığını hesaba katarsak aslında Kürt bölgeleri dahil birçok bölge bu iki bölgenin sanayisine çalışmakta sonucunu çıkarabiliriz. Oysa enerjinin üretildiği bu bölgeleri devlet bizzat kendi eliyle bir sanayi bölgesi yapabilirdi.

Bu konuların Kürt ekonomistler tarafından irdelenmesi gerekiyor. Kabul etmek gerekir ki kendi alanım olmadığı için bu yazımda birçok eksiklik var. Ama bu konuya dikkat çekmek zorundayız. Çünkü bugün Bahçeşehir Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi tarafından hazırlanan bir raporu okuyunca Kürt bölgesindeki can sıkıcı yoksulluğu daha iyi gördüm. Bu rapora göre  “Kürtlerin %31.9’u 300 YTL ve daha aşağı gelirle hayatlarını idame ettirmektedir.” Yine 301-700 TL gelirle geçinenlerin oranı da %38.4. Bunun yanında Yeşilkart “Kürtlerin % 33.2’i tarafından kullanılmaktadır.” Ve bundan daha acı olan da şu ki Kürtlerin %31.9’unun hiçbir sağlık güvencesi yok. Yine rapora göre nüfus hareketlerine baktığımızda en büyük oran Kürtlere ait. Özellikle boşaltılan binlerce köy ve sürgün edilen yüz binlerce Kürt insanını düşünün. Durum bu kadar vahimken Devlet Bakanı Zafer Çağlayan 200 iş adamıyla Irak Kürdistan’ına değil de öncelikle kendi ülkesindeki Kürt bölgesine çıkarma yapsaydı daha doğru olmaz mıydı? Yoksa Irak Kürdistan’ına bu ekonomik çıkarmanın nedeni Barzani’yi PKK ile çatıştırmaya razı etmek miydi?

Sonuç olarak demokrasi (!) bazı ülkelerde böyle bir şey işte. Silahla, sindirmeyle ezmeye çalıştığı gibi bir halkı açlıkla da yola getirmeye çalışabilir. Bertnard Russell “Demokratik ülkelerde en önemli özel örgütler iktisadidir” diyerek bunu çok güzel açıklar. Her şey böyle ortadayken Kürtlerin bölünmek gibi bir talebi olmadığı halde bugünlerde birileri ortaya çıkıp tam bir sömürgeci zihniyetiyle “Kürtlerle birlikte yaşamak zorunda mıyız?” diyebiliyorlar ve bununla da Kürtlere şantaj yapmaya çalışabiliyorlar. Bu zor günlerde Kürt ve Türk halkı birbirini anlamaya çalışırsa; Kürtler inadına Türkiye’ye bağlılıklarını haykırırlarsa yakın zamanda asıl kimlerin bölücü olduğu daha da netleşecektir. Bu yolda Türk halkı da Kürtleri yargılamak yerine artık anlamak zorunda. Empati denen şey de bu değil mi?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
11 Yorum
İbrahim Genç Arşivi