İhsan Çölemerikli

İhsan Çölemerikli

Kürt Koridoru

Kürt Koridoru

Türkiye’nin Suriye ‘ye askeri müdahalede bulunacağı veya muhalefeti aktif bir şekilde destekleme sinyalleri verilmesinin iki temel nedeni vardır. Birincisi, Suriye’nin kuzeyinde gelişen Kürt özgürlük hareketin kuzeyle dayanışmasını engellemek; ikincisi ise Şam ayağında Ankara’ya yakın bir Sünni Arap iktidarını gerçekleştirmektir. İlkindeki amaç; ilerde tüm Kürt coğrafyasını nefes borusu konumundaki Güney-Batı Kürdistan koridorunu Kürtlerden arındırmak;  Akdeniz’e açılmalarının önüne geçmek ve 85 yıldır parçalanarak kapalı coğrafyada tecrit edilmiş Kürtlerle ilgili komşu devletlerin ikna ve imhaya yönelik resmi politikalarına süreklilik kazandırmaktır. Aynı zamanda bir asra yakındır iradeleri dışında bölünmüş birinci derecede akraba olan Güney-Kuzey Kürtlerinin yakınlaşmalarını bir süre içinde olsa engellemektir. Bunun da ancak Suriye de iktidar olacak baskıcı, inkarcı ve Ankara’yla uyumlu Sünni bir Arap yönetimi ile hayata geçirilebileceğine inanmaktadır. Çünkü 20 yüzyılın 1. çeyreğinde bölünen Kürtler; ancak Arap- Fars yönetimlerinin desteği ve onlarla imzalanan onlarca pakt ve anlaşmayla susturulmuş, direnişleri bastırılmıştır.

Lozan görüşmeleri sırasında Kürt pastasının büyüklüğünü fark eden bölge yönetimleri; Kürtleri 4 parçaya bölerek eritilmelerini temel bir politika olarak benimsemişlerdi. Batılı güçleri de ikna ederek hayata geçirilen bu proje bugünde yürürlüktedir.

1990 Yılların başlarına Irak Kürdistan’ında ABD’nin desteğiyle oluşturulan Kürt Federe Devleti’ni yaşamını sürdürmesine rağmen diğer parçalarda ısrarla ve inatla sürdürülmektedir.

Ankara’nın Suriye ‘ye müdahalesini bir ABD ve AB dayatması olduğu görüşünü gazete manşetlerine ve televizyon ekranlarına taşıyanların amacı bilinçli olarak hedefi saptırmaktır. Tam tersine Suriye’ye müdahalede bulunmak isteyen ve destek arayan Türkiye’nin kendisidir. Bunu ABD ve AB’ye dayatan ve onları ikna etmeye çalışan Ankara yönetimidir. Ankara, yalnız kendi Kürtlerine değil tüm Kürtlere karşı katı ve kabulü mümkün olmayan köklü, geleneksel bir siyaset izlemektedir. Kürtler gündem konusu olduklarında gerek bölge devletleri, gerekse batı dünyasını ikna etme konusunda liderliği her zaman Türkiye Cumhuriyeti Devleti yapmıştır. Bugünde bazen açık,  bazen de kapalı kapılar ardında önderliğini Osmanlı hileleri ile sürdürmektedir. Suriye muhalefetine İstanbul’da ev sahipliğini yapma telaşının temelinde de Küt sorunu yatmaktaydı. Türkiye, Kürt coğrafyasını bir demlik, Suriye’deki bölümünü de o demliğin akıntılarını Akdeniz’e ve oradanda dünyaya taşıyacak bir musluk olarak görüyor.

Kürt ”koridoru” olarak tanımladığı bu musluğa karşı tarihten gelen hassasiyetini her fırsatta dışa vuruyor. Demlikteki Kürt ulusalcı suyunun gittikçe yükselen ısı derecesinden rahatsızlık duyarak, muslukta bir arıza meydana getirmek istiyor. Bunun tahammülsüzlüğünü yaşayan Ankara; Esad’ın baskıcı rejimini bahane ederek “gelişmelere seyirci kalamayacağını” seslendiriyor. Başka bir ifadeyle Kürt coğrafyası göletinde biriken suyun Suriye’nin kuzeyinden açılacak bir kanalla dışarıya taşmasını önlemeye çalışıyor. Günümüz İsrail devletinin Ortadoğu gezegeninde yaşaması Akdeniz’e açılan bir pencereye borçludur. Diğer kıtaların coğrafyalarından farklı bir dinsel, siyasal, geleneksel despotik devlet yapısına sahip Ortadoğu egemenlik sistemleri; Kürtlerin böyle bir avantajı yakalamalarına şiddetle karşıdırlar. Dünya kamuoyunun baskıları sonucu Kürtlerin nefes almalarına izin verilse bile; bunun doğal bir organla değil, fişi Ankara, Bağdat, Tahran, Şam yönetimlerinin elinde olan bir oksijen tüpü ile sağlanmalıdır görüşündedirler. Türkiye’nin kuzey ırak Kürtleri ile geliştirdiği ekonomik ilişkilerin âmâcıda bu yöntemle Kürtlerin entegrasyonunu sağlamaktır. Ankara’nın Erbil’e yakınlaşmasının temelinde bu gerçek yatıyor. Evdeki hesabın çarşıya uymaması durumunda bu iplerin koparılacağını yakında göreceğiz. Yani kısacası içinde ekonomik akıntının bulunduğu tüpün fişini, Türkiye ve Suriye Kürtlerinin işini bitirdikten sonra çekmesini planlıyor. Kendi Kürtlerini haklarını tanımadan arabuluculuk rolü biçilen Güneydeki Kürt federe devleti yetkilileri bu sıraya konulmuş senaryonun eminim farkındadırlar. Az engebeli düz bir coğrafyada yaşayan; her türlü insani, demokratik ve kültürel haklarıyla birlikte, özel mülkiyet hakları dahi ellerinde alınmış iki milyon Suriye Kürdü’nün nefes almasına tahammülü olmayan Ankara’nın; uzun yıllar gerilla savaşı veren dört buçuk milyon Irak Kürtlerinin kazanımlarına seyirci kalamaz. Onun zamana bıraktığını ne yazık ki birileri idrak edemiyor. Dışişleri Bakanı göreve gelir gelmez ”komşularla sıfır sorun” politikasını hayata geçireceğinden bahsetti. Bu politikanın temelinde barışın değil, Türkiye’nin çıkarlarını gözeten bir tehdidin yattığı ortaya çıkmıştır. Eğer Tahran, Şam, Bağdat yönetimleri Kürtleri tarihten silmek için Ankara’nın stratejisine uyarlarlarsa, komşularla sorunlar sıfırlanmış demektir. Ancak ABD ve Batı’nın dayatmaları; İran ve Irak’taki Maliki- Allavi ve Haşimi’nin tarihten gelen mezhep çıkışlı iktidar çatışması ve yine Suriye’deki Şii-Sünni kavgası; Ankara’nın istekleri doğrultusunda gelişme göstermedi. Bunun sonucu olarak da “komşularla sıfır sorun” politikası rafa kaldırıldı. İlgili devletlerin sınırları içinde yer alan Kürtlerin özgürlük hareketleri; Ali ile Muaviye’nin mirasına oturmak isteyenlerin iktidar çelişkilerinden yararlanmalarını gören ve son derce rahatsızlık duyan Ankara, Türkiye’yi iç işlerine karışmakla suçlayan Maliki’yi bir anda “YEZİD” olmakla suçladı. Maliki’yi “yezid”, İran’ı “güvenliği tehdit eden bir güç”  ve Esad  ailesi de “kendi halkını katleden bir diktatör” olarak ilan edildi. Eğer Ahmed’i Necat, Maliki, Haşimi ve Beşar; silahlarının namlularını Kürtlere çevirmiş olsalardı; hiç biri Ankara nezdinde ne “zalim” ne de “yezid” olurlardı. Ankara siyasetinin merkezinde Kürtleri ve Kürt kazanımlarının yarattığı endişe vardır. Eğer Arap-Fars yönetimleri kendi aralarında birlik olup Kürtleri sıkıştırırlarsa, Ankara büyük sorunları olmaz. “Tarihi bağları olan kardeş haklarıdır” o zaman “komşularla sıfır sorun” politikası doğrudur ve hedefine ulaşmıştır. Amaç; yüzyıllara yayılan ve onlarca direnişe sahne olan, sönmek bilmeyen ve gittikçe alevlenen Kürt özgürlük ateşini söndürmektir. Komşuları;  Ankara’nın istekleri doğrultusunda Kürtleri ezmeyince “sıfır sorun” politikası da iflas etti. Bir yıl öncesinde “dost ve kardeş” olan Ahmedi Necad, Maliki ve Beşar Ankara için “haklarına bomba yağdıran zalimler” olarak anıldılar. Oysa Ankara; 1988 yılında Halepçe’ye kimyasal gaz atan Saddam ’mı da “yezid” olarak görmemişti. Hatta katliamdan 3 gün sonra Kuveyt’te yapılan İslam Ülkerleri konferansında Türkiye ‘den giden delegasyon tarafından eli sıkılarak tebrik edilmişti Saddam Hüseyin.

Mart ayının son haftasında Türkiye’nin girişimleriyle İstanbul’da bir araya getirilen Suriye muhalefetini Arap kanalı, toplantıya katılan Kürtlerin isteklerini kabul etmeyince, Kürt katılımcılar toplantıyı terk etmişlerdi. Ankara hükümetinin gelecek Suriye yönetiminde Kürtlerin bir asli unsur olarak kabul edilmemeleri konusunda Arap delegasyonuna baskı yaptığı biliniyor. Aynı günlerde Annan planını kabul eden Esad yönetiminin kararı “Türkiye’yi tatmin etmediği” tezinin temelinde de yine Kürtlere karşı duyulan rahatsızlık vardı. Esad’ın yönetiminde direnmesi durumunda Kürtlerin, kendi bölgelerinin kontrolünde daha etkili olabilecekleri endişe yaratıyor.

Ankara’yı memnun edecek tek gelişme Kürtleri eski yönetimlerden daha fazla ezebilecek ve Sünni patentli milliyetçi-muhafazakâr bir Arap yönetiminin iktidar olması, Kürtlerin inkâr ve imhası konusunda Ankara ile uyumlu çalışmasıdır. 85 yıldır Kürtlerin tutsak olarak altında tutulduğu dört ayaklı zulüm sehpasının; Irak ayağından sonra Suriye ayağının da kırılmasına, Irak’ta olduğu gibi seyirci kalmak istemiyor. Devlet yetkililerinin “batılı yabancıların müdahalesine karşıyız” çıkışlarının temelinde de Suriye Kürtlerinin Irak Kürtlerine benzer bir statüye sahip olabileceklerinden duyulan rahatsızlıktır.

Fakat bunu unutmamak gerekir ki Suriye sahasında at oynatan tek güç Muaviye’nin mührünü taşıyan Ankara değildir. Türkiye’nin tarihi rakibi ve Ali’nin mührüne sahip olan Tahran’ın da söyleyecekleri vardır. Ankara’nın Ahmedi Necad, Maliki ve Esad’a rağmen Kürt politikasını sertleştirmesi kendisine önemli kazanımlar sağlamaz. Türkiye’yi doğudan güneye kuşatan Tahran, Bağdat, Şam kalelerinin burçlarında oturan tarihi müttefikleri ile olan çelişkileri; haziranda Erbil (Hewler)’de toplanması kararlaştırılan sonrasında ertelenen Kürt ulusal kongresi, Kürtlerin dayanışmasını güçlendirecektir. Bu üç çeperde oturan silahşorların Suriye sahasında Türkiye’ye baş aktör rolünü vermeleri zayıf bir olasılıktır. Hem son İsrail-Filistin savaşından sonra Mısır’da bir Sünni güç olarak ortaya çıkarak öne çıkmak isteyen Türkiye’yi ikinci plana itmeyi başardı. Görünen o ki, Türkiye Suriye’de Kürtlere baskı yapmayan bir yönetim değişikliğine karşıdır. Suriye’ye yönelik eylem planında Kürtlerin tamamen sindirilerek susturulması vardır. Yeni Suriye rejiminde garantör rol almak istemesi de Kürt sorunundan kaynaklanıyor. Suriye’deki gelişmelerin Türkiye’nin istekleri doğrultusunda gelişmemesi durumunda “teröristleri takip” bahanesiyle Suriye’ye girerek Kürt coğrafyasının stratejik alanlarında kalıcı bir tampon bölge oluşturulması eğilimindedir.

Suriye Baas yönetimi de taktik değiştirerek Suriye Kürdistan’ındaki askeri birliklerini güneye çekerek geçici bir jest de olsa bölgenin kontrolünü ittifakları çok sağlam görünmeyen ulusal Kürt cephesine bıraktı.

Dışişleri Bakanı “Türkiye sınırı boylarındaki her türlü güvenlik riski de tabii NATO gündeminde ele alınır” açıklamasıyla ittifakın 5. Maddesini zorlamayla devreye sokabileceğinin işaretini verdi.  Sığınmacıların sınırı geçerken yaşanan küçük çatışmaları “bir NATO üyesine yapılmış bir saldırı ve tehdit” olarak gösterdi ve buna kamuoyunu inandırarak müdahale için zemin hazırlamaya çalıştı.

Türkiye’nin savunma sisteminin zafiyeti gerekçe gösterilerek NATO ‘dan PATRİOT füzeleri istendi. Bunlarında yakında Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya konuşlandırılması kararlaştırıldı. Böylece Kürtlerin yaşadığı coğrafyanın sıcak çatışma alanı olarak seçildiği gerçeği öne çıkmış oldu.  

Tüm bu çırpınışlara rağmen Ankara’nın Kürtlerin iradelerine saygı göstermeden onların gönlünü almadan ve kendi tarihleriyle yüzleşmeden hayata geçirmek istediği stratejinin içeriği ne olursa olsun başarı şansı yoktur. Ağır bedeller ödeyerek günümüze ulaşan Kürtleri yeni manevralarla statüsüz yaşamaya mahkûm etmek, kazanımlarının önüne geçmek için tehditle savaş çığırtkanlığı seslendirmek uzun vadeli bir beraberlik için fayda sağlamaz, bölge barışını dinamitler. Bölge barışı ancak kendi devletlerinin geçmişiyle yüzleşebilme cesaret ve erdemini gösterebilen siyasi bir iradeyle yaşatılabilir.

Türkiye Mesud Barzani’nin Suriye’deki Kürt partilerini bir araya getirirken; başlangıçta kendi aralarında silahlı bir çatışmaya girebileceği beklentisi içinde olduğu için tarafsız kalmıştı. Halende o inancını korumaya çalışıyor. Tersinin olması durumunda Ankara bu ittifakı “terörist birliktelik” olarak ilan edecek ve müdahale planlarını devreye sokacaktır.

Bölge barışının yolu Diyarbakır’dan, Muhabat’tan, Erbil’den ve Kamuşlu’dan geçer. Çünkü parçalanarak bu durakların çevresinde asimilasyonla karşı karşıya bırakılan Kürtler 1920’li yılların Kürtleri değillerdir. Saddamlaşarak Kürtler susturulamaz.

Sayın Başbakan İsrail Başbakanına 2012 dünyasının 4 yıl önceki dünya olmadığını hatırlatırken; Kürtlerin 90 yıl önceki Kürtler olmadığını görmemezlikten geliyor. Aslında esaretlerine rağmen Ortadoğu’da en fazla değişime uğrayan halk Kürtlerdir. Bunu görüp gasp edilen haklarını geri değişime inanan erdemli devlet adamlarının görevidir. Şam’da iktidar koltuğuna Kürtleri yok sayacak YEZİDLERİ aramaya çıkanlar; gelecekte Yezidlik suçlamasından kurtulamazlar. “Yeni strateji” de yeni Yezidleri arama manevrasıdır. Kürtlerin yüzlerce yıllık geçmişine tanıklık eden tarih baba, gelişmeleri bu çerçevede “okumamızı emre”diyor. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
13 Yorum
İhsan Çölemerikli Arşivi