Kürt devleti
Dünyamızda azınlık kavramı mutlakiyetçi krallıkların ortaya çıkışı ile doğmuştur. Dolayısıyla modern dünyada azınlık olgusu ve azınlık haklarının korunmasının gerekliliğine ihtiyaç duyulmuştur. Açıktır ki bir devletin azınlıklara hakkaniyete ve hukuka uygun olarak davranmaması o ülkedeki güvenliği bozmakta, ulusun oluşturucu unsurları arasında her düzeyde çatışma çıkarmakta, dolayısıyla devletin ulusal gücünü azaltmaktadır. Bundan kaynaklanmış olacak ki ABDnin eski diplomatlarından Peter Galbraith, birleşik Irak oluşturma çabalarının başarısızlığa uğradığını savunarak, Irakın bölünmesini ve bağımsız bir Kürt devletinin kurulmasını önerdi.
Bu real gelişmeyi önlemek için Türkiyenin Irak Kürdistanına askeri bir müdahalede bulunmak istemesi, Türkiyenin hem içişlerine hem de dış ilişkilerine büyük zarar verir. Ankaranın böyle bir durumda en azından 200 bin Peşmerge ile savaşmak zorunda kalacağı belli. Hür dünya o zaman Türkiyeye karşı Ambargo uygular. Örneğin Türkiyenin AB üyeliği süreci hemen sona erdirilir. Türkiye böyle bir durumda ABD ve AB gibi dostlarını kaybeder. NATO içerisinde İsole olur.
Türkiyede Lozan hükümleri gereği azınlık hakkından sadece Rum, Ermeni ve Musevi kökenli vatandaşlar faydalanabilmiştir. Diğer azınlıklar ise azınlık haklarından yararlanamamışlardır. Özellikle Misak-ı Milli sınırları içerisinde yaşayan Kürtler azınlık oldukları halde azınlık haklarından yararlanamamışlardır ve yararlandırılmamıştırlar. Örneğin Lozan görüşmeleri yapılırken Bitlis milletvekili Yusuf Ziya Bey, 3 Kasım 1922'de Meclis kürsüsüne çıkıp "Avrupalılar diyorlar ki, Türkiyede yaşayan akalliyetlerin (azınlıkların) en büyüğü, en kesretlisi (kalabalığı) Kürtlerdir. Bendeniz Kürdoğlu Kürdüm ..... ( bkz. Türk Parlemento Tarihi, Milli Mücadele ve TBMM I. Dönem, 1919-1923, II. Cilt, TBMM yayınları, Ankara, 1995, s. 343). Bu cümle meclis tutanaklarına girdiği için daha sonra 1924 Beytüşşebap Ayaklanması ile kendisi ilişkilendirilerek Ekim 1924 yılında tutuklanarak Bitlis cezaevine gönderildi. Bitlis Harp Divanında yargılanarak 14 Nisan 1925 de idam edildi. Aradan 81 yıl geçmesine rağmen Bitlis Harp Divanının ifade ve tutanakları açıklanmadı. Peki yargı ve yargılama metodlarının incelenmesi için bu ve benzeri kararları bilim adamlarının okuması ve konu üzerinde arşiv çalışması yapıp, kamuyu aydınlatması gerekmez mi?
Cumhuriyetin belki de en önemli sorunlarından biridir Kürt sorunu. Bilakis ister etnik olsun, ister mezhepsel, isterse siyasi, ister Lozanda tanımlansın, isterse tanımlanmasın egemen gurup azınlıklardan çekinmiştir, onları güvenilmez bulmuştur. Bu nedenle kendi vatandaşını tehcir ederek, vatandaşın zorunlu göç etmesine ve sürgüne gönderilmesine sebep olmuştur. Asıl yanlış da zaten bu uygulamalardan kaynaklanmaktadır. Bir de buna Irak Kürdistanına Askeri müdahale yanlışı çağımızda eklenmemelidir.
Ayrılıkcı ve ayrımcı uygulamalardan rahatsız olan Kürtler tarih boyunca olduğu gibi özellikle Cumhuriyet döneminde isyanlar çıkartarak kendi sorunlarına çözüm bulmaya çalışmışlardır. Bu isyanlara karşı merkezi devletin sert tavır alması, Kürtlere karşı zor kullanması, sorunu siyasi olarak çözememiş, bilakis sorunun daha da büyümesine sebiyet vermiştir. Dolayısıyla hangi amaçla, kim tarafından ve kime karşı olursa olsun hukuk dışı ve şiddet içeren eylemler doğru değildir.
1999 da Abdulah Öcalan'ın yakalanmasıyla da 1984den 1999a kadar devam eden kirli Savaş onun İmralıdaki açıklamalarıyla bir ara durmuştu. Abdullah Öcalan İmaralıda yapılan mahkeme huzurunda Şeyh Said'i eleştirerek, barış için devlete hizmet arzusunda olduğunu belirterek, Şehit ailelerinden özür dileyerek, Kürt sorununa "siyasi çözüm" istiyordu. Kanatimce Abdullah Öcalan Kürt sorununa siyasi çözüm isteminde takdik yapmıyordu, ciddi idi. Fakat bazıları onun bu tavrını inandırıcı ve samimi bulmadı. İnandırıcı olabilmesi için kendisine yeterli diyalog fırsatı verilmedi ve istenmeyen Kirli Savaş tekrar Haziran 2004'te başladı. O günden beri oluk gibi kan akıyor.
Diğer taraftan bir grup marjinal Türk ırkçısı, "tarih boyu Kürt ihaneti" masalları uydurarak, Kürtlere karşı husumeti körüklüyor. Bu da hem Türklere hem de Kürtlere acı ve ölüm getiriyor. Terörizm saik ve kasdına bakılmaksızın halkı terörize etmek veya ona zarar verme tehdidinde bulunmak veya halkın yaşamları, onurları, özgürlükleri, güvenlikleri veya haklarını tehlikeye atmak veya çevreyi, bir kamu hizmetini veya kamu veya özel mülkü zarara maruz bırakma veya onları işgal etme veya onlara el koyma, veya bir ulusal kaynağı veya uluslararası hizmetleri tehlikeye atma, yada bağımsız devletlerin istikrar, ülke bütünlüğü, siyasal birliği veya egemenliklerini tehdit etme amacıyla bir bireysel veya toplu suç planını gerçekleştirmek için işlenen her türlü şiddet eylemi ile bu tür eylem tehdidinde bulunmadır.
Şu unutulmamalıdır ki tarih boyunca, hemen hemen her toplumda azınlıklara rastlıyoruz. Bilakis Türkiye'de 1925'ten beri var olan, Tek Parti'nin de, askeri darbelerin de çözemediği bir sorundur Kürt sorunu. Ancak sorunu doğru biçimde yeniden düşündüğümüz ve doğru yönleriyle konuşup tartıştığımız takdirde, çözüm için ipuçlarını bulmamız da kolaylaşabilir.
Sorun felsefi, hukuki ve siyasi açıdan ele alındığında; Kürt sorunu ile silahlı muhalif grupları aynı kategoride değerlendirme doğru değildir. Çünkü demokratik yönetimlerde, şiddet içermeyen farklı anlayış, düşünce ve inanışlar, toplumun ortak paydasını oluşturmaktadır. Dolayısıyla silahlı muhalif grupların toplum ve birey üzerinde oluşturduğu psikolojık etkinin ortadan kaldırılması, ancak karşılıklı güven ve sevgi ortamıyla mümkün olacaktır.
Yurttaşları memnun edecek demokratik gelişmelerin dış baskılarla değil, bizzat devletin kendi iradesiyle gerçekleşmesinin Türkiye açısından yüz ağartıcı bir durum oluşturacağı açıktır. Her ne sebeple olursa olsun azınlık olgusu, egemen grubun yada toplumun tutumundan soyutlanarak ele alınamaz. Anadolu´da devletin kendi insanına daha insanca muamele yapmasının, ülkede birlik ve beraberliğin sağlanması bakımından da çok önemli olacağına kuşku yoktur.
Irak'ta bir Kürt devletinin oluşumu 1990'ların başından beri yaşanıyor. Dolayısıyla Kuzey Irakta büyük ekonomik yatırımları bulunan Türkiyenin Irak Kürdistanında kurulması mümkün olan bağımsız bir Kürt devletini potansiyel müttefik olarak görmesi Türkiyenin iç ve dış güvenliği acısından zaruridir.