Necip Çapraz

Necip Çapraz

Kürdistan orada kaldı (6)

Kürdistan orada kaldı (6)

ÖLÜM BUYRUĞUNU UYGULADILAR

Ölüm buyruğunu uyguladılar,

Mavi dağ dumanını

Ve uyur-uyanık seher yelini

Kanlara buladılar.

Turgut ve ailesi bu mahşeri kalabalık karşısında biraz şaşkın, biraz mutlu ve biraz da tedirgin bir şekilde dağ yamacından ovaya, çadırlara doğru yürüdüler. Geçtikleri her çadırdan onları süzen bakışlar… Bütün bakışları üzerinde hisseden Turgut da geçtiği her çadıra pek de inandırıcı olmayan bir gülücük atıyor ve onları selamlıyordu. Acının ve yolların takat bırakmadığı insanlar da zoraki gülümsüyor ve selama icabet ediyorlardı. Sonunda kampın orta yerine geldiler. Herkes Turgut ve ailesinin etrafında toplanıyor ve sorular soruyordu. Aldıkları her cevapta hayal kırıklığına uğrayarak dağılıyorlardı. Herkes dağılırken Turgut’un yanında Şırnaklı bir aile kaldı. Kırklı yaşlarda olan ama daha genç gösteren uzun boylu Ahmet ve eşi Turgutlarla ilgileniyor, onlara kalacakları bir yeri nasıl yapacaklarını anlatıyorlardı.

Onlar bunu düşünürken Turgut’un eşi “Şimdi biz burada nerdeyiz?” diye sordu. Turgut tam konuşacakken Ahmet “Bacım burası Irak Kürdistanı’nda Haftanin bölgesi. Şimdi geldiğiniz bu kamp ve şurada bize yakın görünen kamp da Seaniş ve Behere köyleridir. Bak şu yıkık evleri görüyor musun? İşte bu yıkık evler, köyün harap edilmeden önceki haline ait. Şimdi bu iki yıkık köyde Türkiye’den kaçan on beş bin Kürt var.” diye açıkladı. Bunun üzerine Turgut “Peki burada herhangi bir güvenliğiniz var mı?” diye sordu. Bunun üzerine Ahmet “Valla hiç yok, Türkiye’den de İran’dan da her an obüsler buralara bomba yağdırabilir.” diye cevapladı. Zaten bunun farkında olduğunu belirtircesine başını sallayan Turgut “Aslında sormak istediğim şey bu kadar insan için uluslar arası bir koruma var mı? BM’ye başvuru yapıldı mı?” diye sordu. Bunun üzerine Ahmet “Onu mu soruyorsun? Daha öyle bir şey yok. Ama oluşturduğumuz bir heyeti bunun için Erbil’e gönderdik. Bakalım sonuç çıkacak mı?” diye cevap verdikten sonra Turgut’a yaklaşarak “İsterseniz şurada damı yıkık bir yer var, üzerine naylon örtelim orada kalın” dedi. 

Turgut ve Ahmet dağ yamacındaki harabeye doğru yürümeye başladılar. Hoşsohbet olan Ahmet’le uzun uzun konuştular. Sohbetin bir yerinde cesaretini toplayan Turgut “Ahmet abi, sen nasıl sürgün edildin? Sizin orda da çok zulüm yaptılar mı?” diye sordu. Bunun üzerine Ahmet, önce yavaşladı. Dudaklarını ısırdı ve durdu. Kısa süre önce yaşadıkları bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçti. Keder dolu bir iç çekişten sonra küçük adımlarla yürürken “Köyümüzü darmadağın ettiler Turgut” diyebildi sadece. Biraz daha yürüdükten sonra Ahmet, yaşadıklarını anlatmaya karar verdi. Bir kayanın üzerine oturdular. Ahmet elini Turgut’un dizine vurarak “Turgut, ben Şırnaklıyım. Uludere’den. Köyümün adı Şiriş’tir. Tabi ismi Türkçe yapıldı sonra. Ama biz Türkçesini bilmeyiz. Bizim köye illa korucu olacaksınız dediler. Biz istemedik. Bir şey demeden gittiler. Ta ki 1993 ilkbaharına kadar. Tam biz dedik artık bize karışmazlar, bir akşam sürekli köy üstünde uçan helikopterler görmeye başladık.” diye anlatırken Turgut “Bombalama mı oldu o akşam?” diye sordu. Bunun üzerine Ahmet “Acele etme, anlatıyorum. Her ne kadar operasyonlardan dolayı helikopterlerin geldiğini sandıysak da gece yarısına doğru bir baktık ki helikopterler köyün etrafına bomba bırakıyor. Büyük patlama sesleriyle herkes evine kapandı iyice. Çocukların çığlıkları kulakları sağır ediyordu. Her tarafa sinen yanık kokusu, yürek parçalayıcı ağıtlar ve ağlayan çocuklar. Hayat yerini ölüme bırakmıştı. Bu bombardıman sonucunda köyde yaşamakta olan Salih Şen ve Meryem adındaki iki yaşlı insan ile 3 çocuk hayatını kaybetti. Cesetleri paramparça olmuştu. Acı içinde inleyen onlarca yaralı. Yaralıların tedavisine bile izin vermediler devlet güçleri. Devlet kendi vatandaşlarına düşman muamelesi uyguluyordu, evlerimizi başımıza yıkmış, yaşlı-çocuk demeden katlediliyorduk.

Bir müddet sonra helikopterler köye asker indirmeye başladı. Evleri tek tek bastılar ve herkesi köy meydanında topladılar. İnsanlar korku içinde beklerken bir askeri cip geldi. Uzun boylu bir komutan inip cipin önünde durdu. Cipin ışığı gözlerimize vurduğu için rütbesini göremedim. Bize köyü derhal terk etmemizi söyledi. Bunun üzerine bir yaşlı amca şimdi bir yere gidemeyeceklerini tam söyleyecekti ki ağzına yediği bir yumrukla yere yığıldı. Herkes çaresiz bir şekilde evine koşup bir saat içinde alabildiği eşyalarını alıp meydanda toplandı. Köyümüzden çıkarıldık, Irak tarafına sürüldük. Biz köyden çıkar çıkmaz helikopterler saatlerce bombaladı köylerimizi. Bahçelerimiz darmadağın edildi, hayvanlarımız ahırlarında yakıldı. O gece yakılan yıkılan köyümüzden ayrılıp işte buraya geldik. Bundan sonra ne olacak işimiz Allah’a kalmış.” dedikten sonra sustular bir süre.

Ahmet yaşadıkların anlattıktan sonra “Neyse, gel sana kalacak bir yer yapalım” dedi ve yıkık eve doğru yürümeye başladılar. Biraz sonra sırtını yamaca dayamış bir yıkıntının önüne geldiler. Tavanı tamamen çökmüş ve ön cephenin bir kısmı yıkılmıştı. Tek göz bir yıkıntıydı burası. Turgut, bu yıkıntının daha önce hangi amaçla kullanıldığını düşünmeye başlamıştı ki dikkatini Ahmet’in “Bence birkaç direk tavana yerleştirip üzerine çadır ya da naylon kapatırsan olur” sözleri dağıttı. Kendine gelen Turgut, başını sallayarak “Aslında naylonun üzerine de toprak dökebiliriz” dedi. Bunun üzerine Ahmet “Buraya temelli yerleşmeye mi karar verdin Turgut?” diyerek gülümsemeye başladı. Geçici de olsa kalacak bir yerleri olacaktı artık. Bunun üzerine Ahmet, ailesinin yanına doğru gitmeye başlarken “Sizin çocukları buraya göndereyim hemen yapın. Bende bir naylon olacaktı. Onu da gönderirim” dedi.

Bir süre sonra Turgut, eşinin elinde bir naylonla geldiğini gördü. Eliyle karısına çabuk olmasını işaret ederken kendisi de bu yıkıntıdan nasıl kalacak bir yer yapacağını düşünmeye başladı. İlk iş olarak “Evin tabanındaki taşları atmalı ve otları temizlemeli” dedi kendi kendine. Bunun üzerine evin içine girip taşları dışarı atmaya başladı. Zemindeki taşları atarken karısı geldi. Turgut, eşine evin içindeki otları temizlemesini söyledi. Turgut’un karısı otları yolarken Turgut dağ yamacında ağaçlık alana doğru yürümeye başladı. Evin tavanına koymak için işe yarayabilecek dalları gözden geçirdi. Hazırlıksız geldiği için hemen işe koyulmadı. Bunun üzerine tekrar kampa döndü. Yıkıntıya yakın bir eve geldi. Evin önünde oturan yaşlı adama selam verip burada kürek ve balta olup olmadığını sordu. Yaşlı adam Turgut’un sorduklarından önce “Yeğen sen yeni mi geldin?” diye sordu. Turgut “Evet amca, birkaç gündür yoldayız. Buraya yerleşeceğim ben de şimdilik.” diye cevapladı. Yaşlı adam biraz da alaycı bir şekilde “Burada günden güne nüfusumuz artık artıyor” dedikten sonra “Yeğenim sen ne istemiştin?” diye sordu. Turgut “Bana kürek ve balta lazım amca” dedi. Bunun üzerine yaşlı adam yüz metre kadar ötede bir kayanın üzerine oturup dalmış bir çocuğa seslendi. On beş yaşlarında uzun boylu ve ince yapılı çocuk, yaşlı adamı duymadı. Bunun üzerine yaşlı amca küfürlü konuşarak yerden aldığı taşı hızla çocuğa fırlattı. Hemen ayaklarının dibine kayaya değen taşın gürültüsüyle çocuk hızla havaya sıçradı ve yaşlı amcaya doğru koşmaya başladı.

YAZININ DEVAMI GELECEK...

YAZININ BİRİNCİ BÖLÜMÜ

YAZININ İKİNCİ BÖLÜMÜ

YAZININ ÜÇÜNCÜ BÖLÜMÜ

YAZININ DÖRDÜNCÜ BÖLÜMÜ

YAZININ BEŞİNCİ BÖLÜMÜ

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
28 Yorum
Necip Çapraz Arşivi