İhsan Çölemerikli

İhsan Çölemerikli

Kültür ve Turizm Bakanı Günay'a Açık Mektup

Kültür ve Turizm Bakanı Günay'a Açık Mektup

HAKKARİ KALESİ

Neolotik dönemdeki gelişmeler, topluluklar tarım toplumu olduğu için, deniz ve nehir boylarındaki yerleşim alanlarının önemini arttırdı. Buralarda kurulan kentler genellikle ilk çağda saltanatlarını sürdürdüler. Orta çağda kullanılan üretim araçları, yeni silahlar, yönetim alanlarını daha sarp ve korunmaya daha elverişli alanlara çekilmeye zorladı. Bir çok  coğrafyada, yüksek kale burçları artık aşılması güç olan kayalara oturtulmaya başlandı. Bu kalelerden birisi de çağlar boyunca geniş bir dağlık alana hükmeden Hakkari Kalesi’dir.

1998 yılında kalenin kuzey eteklerinde bir inşat kazısı sonucu tesadüfen 13 stel (dikilitaş) bulundu. Şu anda Van müzesi’nin iç avlusunda sergilenen stellerin İ. Ö. XV. – XI. asırlar arasında yörede egemen olan HUBİŞKİA KRALLIĞI’na ait olduğu, araştırmayı yapan bilim heyeti tarafından rapor edildi. Bizim de düşüncemiz bu yönde idi. Hubişkia Krallığının adını Asur Kralı III. Salmanasar’ın savaş yıllıklarında görüyoruz. Salmanasar, bir tabletinde krallığın yönetim merkezi Zappariya’yı işgal ettiğini ve kralları DADİ’yi tutsak aldığından övgüyle bahseder. Adını Zap suyundan alan kentin bugünkü Hakkari merkezi ile örtüştüğünü söyleyebiliriz. Çünkü; Asur Kralı,bu seferi ile ilgili belgelerde  Zappariya’yı işgal ettikten sonra daha kuzeydeki Urartu’nun ilk krali kenti olan suginia’yı da işgal ettiğini anlatıyor.

Yeni ve yakın çağlarda, Evliya Çelebi’nin de deyimiyle “ azil kabul etmeyen beyler ” bu kalede oturdular. Doğuda Urmiye gölünün batısı, Kuzeyde Van Gölünün güney sahilleri, Güneyde İmadiye Kalesi’nin etekleri ve Batıda botan Beyliği ile sınır olan Elk (beytüşşebap), bu görkemli kaleden yönetildi.

Kürdistan Tarihi Şerefname’nin yazarı Şerefhan Bey’e göre Hakkari kalesi  “ tarihte ilk kez 15. yy ortalarında Uzun Hasan’ın komutanlarından Arap Şah ve Sofu Halil tarafından geçici bir süre için işgal edilmişti.” Tarih içinde bölgede kurulan tüm imparatorluklar, yerli beylerin yönetimini tanımış ve dostane ilişkilerle onları yanlarında tutabilmişlerdi. Bu siyasi gelenek Osmanlı imparatorluğu dönemi için de geçerliydi. Bab-ı  Ali yönetimi de Hakkari Beylerinin bu özerk yapısını tanımış ve resmi belgelerle güvence altına almışlardı. Bu otonomi gereği Hakkari Beyleri kendi adlarına hutbe okutma ve para bastırma yetkilerine sahipti. İç işlerine müdahale de söz konusu olamazdı. 19.yy başlarında zayıflama sürecine giren bu yerel uygulama; 1847 yılında Nurullah Bey’in tasfiyesiyle ortadan kaldırıldı. “ İrisan Beyleri ” kitabının yazarı Dç.Dr. Dündar Alikılıç’ın tarihçi Mehmet Tayyar’dan aldığı alıntıya göre “işgal ile birlikte kaledeki Nurullah Beyin sarayı da yıkılıp yakılmıştı.” Bu yıkma olayı ile ilk darbeyi alan kale de tarihi misyonunu yitirmeye başladı. Sadece 1250 – 1847 tarihleri arasında 35 beye beşiklik yapan kale, bu tarihten sonra artık sistematik olarak yıkım, talan ve yağma alanı olmaya başladı. Cumhuriyet döneminde kaledeki tahribat bilinçli olarak hızlandırıldı. Cumhuriyet yönetimi, yok saydığı Kürt halkının her türlü kültürel mirasını ortadan kaldırma politikasını benimsemişti. 1960’lı yılların  başlarına  gelindiğinde yer yer toprak zeminden birkaç metre yüksekte kalan kalıntılar halen direniyordu. 

1969 yılında Hakkari valisi olan Hüseyin Öğütçen, park yapma  bahanesiyle,  kalenin üst terası ile terasları  birbirine bağlayan yamaçlardaki tüm kalıntıları iş makineleri (dozerlerle) sökerek aşağıya yuvarladı. Bu uygarlık ayıbı ben insanım diyenlerin beyinlerinde büyük yaralar açtı. Ne yazık ki o süreçte yaşanan bilinçsizlik, suskunluk ve sadece birbirleriyle olan yerel ileri – geri kavgayı görebilen ;  çağdaş olguları algılayamayan, aşiret insanları adına mahalli yönetimde oturan yöneticilerin duyarsızlığı, valinin gerçekleştirdiği acımasız kültür katliamına çanak tuttu. Geçmişinden kopartılan halk, bu kültür cinayetini izlemekle yetindi. Kısa bir süre için bu tarihi  mekanın üst terası park olarak kullanıldı. Halk, toprağın derinliklerine gömülen değerlerin üzerine oturtularak yüzeysel duygularla avutulmaya çalışıldı. 12 Eylül darbesinin yerel temsilcileri bu hakkın kullanılmasına da son verdiler. Duyumlara göre; 29 yıldır kaleye yerleştirilen modern cihazlarla kent sakinleri gece gündüz demeden izleniyormuş

Ben, 2000’li yılların başında zihnimde yer ettiği şekliyle, kaledeki yerleşimi H. Fehmi Tuncer’e tarif etmiş ve kendisine bir çizim yapmasını rica etmiştim.

37775

Çalışma bazı çevrelerde beğeni kazandı. Kartpostallara, takvim yapraklarına konu oldu. Şimdi de Internet kanalıyla Hakkari Kalesi’nin 1840 yılına ait bir çizimine ulaştık.

37774

İngiltere Krallığı adına bölgeye gelen; hekim,yerbilimci ve gezgin William Francis Ainsworth kalenin paha biçilmez bir çizimini bize armağan etmiş. Hayallerimizi kısmen de olsa yenileyen yazara şükran borcumu dile getirmeyi insanlık görevi olarak biliyorum. Sümbül dağı (Sımbı) ve Bay Kalesi’nin (Kel a Baé)  ihtişamlı görünüşleri dışında, kaledeki sarayın, evlerin o dönemde hiçte sıradan yapılar olmadığı anlaşılıyor.  Biz; kalenin giriş kapısı da görünsün diye, bu günkü devlet hastanesi cephesinden bakarak tasvir edip çizerken, seyyah W. F. Ainsworth   ise bu günkü Hakkari lisesinin baktığı kuzey cephesinden çizmiştir.

Hakkari Kalesi, bugün sadece çıplak bir kayadan ibaret bırakılmış olsa bile, etrafında yaşayan halkın en büyük kültürel miraslarından birisidir. O mirası sahiplerinin kullanımına yeniden açmak bir insanlık ve uygarlık gereğidir. Hiçbir çağdaş, demokratik, hukuk devleti, 21. yüzyılda bu doğal hakkı vatandaşlarından esirgemez.  Üstelik,  ülkemizdeki mevcut yasalar, 29 yıldır yapılan bu antidemokratik uygulamaya da izin vermez. Tarihi  mekanların sit alanı dışında kullanılamayacağı konusunda yasalar vardır. Biz, ivedilikle bu yasaların yürürlüğe konulmasını istiyoruz. Bunun için de; başta siyasi partilerin, belediyelerin, üniversite yönetiminin, Ticaret ve Sanayi Odasının, Hakkari Barosu’nun, Hakkari’deki diğer demokratik kitle örgütlerinin, sivil toplum kuruluşlarının ve yerel basının yasal yollarla devreye girmelerini bekliyoruz. Eğlence alanlarının kalmadığı kent merkezinde, kaledeki parkın arkeolojik kazı süreci başlatılıncaya kadar halkın hizmetine açılmasının, çevrede yaşayan insanların duygularına tercüman olacağı ve ilimizin huzuruna katkı sunacağına inanmaktayım. Bir halkın kültürel ve tarihsel değerlerine el koymak, var olan toplumsal gerilimi daha da arttırır. Açılan yaraların sürekli kanamasına zemin hazırlar. Yöre halkını geçmişinden, tarihi ve kültürel değerlerinden uzaklaştırmakta ısrarlı olmak, birlikte yaşama arzusunu zedeler. İnsanların devlete olan güvenini sarsar. “ Kalemizi istiyoruz ”  şiarı ile sesler yükselmeli ve o güzelim havadar beşiğin yeniden halkın hizmetine sunulması için herkes çaba sarf etmelidir. Zaten, kalede deyim yerindeyse “ eti gitmiş, kemiği kalmış ” bir durum söz konusu. Ancak; kemiklere sahip çıkmakta bir haktır. Kalede oturup şehrin doğal güzelliklerini yukarıdan seyretmek, ayın Sümbül dağında  doğuşunu, Sılehyan tepesinde batışını doya doya izlemek, Hakkari’nin bir simgesi olan Zap Suyu’nun birkaç metre de olsa akışına kalenin zirvesinde tanıklık etmek yöre halkının  ve kent insanına hizmet veren herkesin çağdaş vatandaşlık hakkıdır. Bu konuda başta Hakkari Valisi olmak üzere tüm yetkililerden duyarlılık bekliyoruz. Biz bu alandaki uğraşımızı basın yolu ile sürdüreceğiz. En azından, 2010 yılında; başta çağın gerçeklerine uygun düğün törenleri olmak üzere birçok sosyal ve kültürel etkinliği kalenin tepesine taşımak beklentimizdir.

MEYDAN MEDRESESİ

Meydan Medresesi, kapısındaki kitabeye göre Hicri 1112 yılına denk gelen Miladi 1700-1701 tarihinde tamamlanmıştır. Kuran’ın KABE inşası ile ilgili ayetinden esinlenen Hakkari Hakimi II. İbrahim Han, adının benzerliğinden dolayı şu satırları işlemiştir kapısındaki kırmızı mermere nakışlanmış kitabeye; “Unutma o vakit ki o Beyt’in (Kabe’nin) hazırla demişti. Hz. İbrahim dedi ki yüzümü o gökler ve yeri yaratan fatıra döndüm. Allah’ın inayetiyle zikredilen tarih 1112 (1700-1701)”  II. İbrahim Han Bey Hakkari Beyliğinin son 150 yıllık döneminin en dirayetli hükümdarlarından biridir. ‘Alai’ lakabıyla tanınan Muhammed Han Beyin oğludur. Kökenlerini Hz. Muhammed’in amcası Abbas’a dayandıran Hakkari yönetim ailesinin 27. hükümdarıdır. Urumiye Gölü’nün batısında kalan toprakları Hakkari topraklarına katmıştır. “Melik Munimullah İbrahim Han’ın arzu ve emirlerini ferman olarak o zamanın meşhur hattatı ve beyliğin yazıcısı Mirzaoğlu yazıcının hattıyla yazılıp, meskur sulhname Şah’ın huzuruna gönderilip tasdik olundu ve geri getirildi.”  

Meydan Medresesi’nde yöresel mimarinin izleri ağırlıktadır. Sık sık saldırılara uğrayan yörenin stratejik konumu dikkate alınarak yapıya ‘korunaklı’ bir biçim verilmiştir. “İki katlı, orta avlulu medreseler planındadır. Duvarlar düzgün kesme taştandır. Anıtsal bir kapıdan avluya girilmektedir. Avlu çevresinde revaklı odalar bulunmaktadır. Üst katta mescit vardır. Dış görünüşü ile korunaklı bir yapıdadır.” 

37776Meydan Medresesi 18. yy başlarından 19. yy ortalarına dek (1849) bölgenin en önemli eğitim kurumu olarak hizmet vermiştir. Beyliğin ortadan kaldırılmasından sonra doğan siyasi boşluk eğitime de yansımış ve medrese eski işlevini yavaş yavaş yitirmiştir. 1915-1918 tarihleri arasında Hakkari bölgesinin tamamen insanlardan arındırılması, Medresedeki kültür mirasının da tamamen yok olmasına neden olmuştur. Korunaklı yapısından dolayı 1925-1950 tarihleri arasında cezaevi olarak kullanılmış ve bu nedenle mimari estetiği de tahribata uğramıştır. 1950 yılından sonra bina tamamen ölüme terk edilmiş, hatta zaman zaman çevre sakinleri tarafından ağıl olarak kullanılmıştır. Son yıllarda yapılan onarımlarda geçmiş mimari özelliği dikkate alınmamış, daha ziyade yetkili kurumların yakınlarına çıkar sağlamak amacıyla tamirat yapılmıştır. Ayrıca Medresenin adını aldığı 10 dönümlük alan da yağmalanarak çarpık kentleşmeye kurban edilmiş ve yöre için paha biçilmez eser çevresinde yaratılan enkaz arasında adeta kaybolmuştur. Çevresi tamamen budanmış tarihi mirası halka yeniden açmak, mülkünü ona yeniden kazandırmakla mümkün olacaktır. Bu anlayış ışığında sürdürülecek çalışmalar eserin ‘iade-î îtîbarını’ sağlamaya katkı sunacaktır. Aksi takdirde onu ‘Meydan’ sözcüğü ile anmanın bir anlamı da olmayacaktır. 

Gerek Hakkari Kalesinin yeniden halkın hizmetine sunulmasını, gerekse Meydan Medresesinin talandan geriye kalan kültür mirasını yeni kuşaklara tanıtacak bir müzeye dönüştürmesini birkaç kez yazdım. Kale ve Meydan Medresesi ile ilgili bu makale yaklaşık bir yıldan beri arşivimde duruyordu. Sevgili Bedri Çallı ile, Süleyman Sakallı (Feqiyanî) nın duyarlılık göstererek konuyu Yüksekova Haber Sitesine taşımaları ve Hakkari Kültür Müdürü Emin Özatak’ın böyle bir çalışma içinde olmaları beni ciddi anlamda sevindirdi. Hakkari Belediye Başkanı Sayın Dr. Fadıl Bedirhanoğlu’nun da yasal alanı içinde katkı sunmasını bekliyorum. Ama herkesten önce kabinede farklı kültürlere karşı duyarlılığı ile tanıdığım Kültür ve Turizm Bakanı Sayın Ertuğrul Günay’ın yardım elini uzatmasını diliyorum. Kale ve Medresenin halkın hizmetine açılması; yöre insanının yaklaşık bir asırdır yasaklanan kültürünü önündeki demir kapıyı da aralayacağını ve bunun yukarıda ifade ettiğim gibi ülkemiz barışına hizmet edeceğini düşünüyorum. Saygılarımla…

Kaynakça:
1 -  Doç.Dr. Mehmet Top,Hakkari Yüzey Araştırması
2 - Yar.Doç.Dr. Dündar Ali Kılıç, İrisan Beyleri,s:75
3 - 94 Hakkari İl Yıllığı,s:94

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
28 Yorum
İhsan Çölemerikli Arşivi