Fikret Yaşar

Fikret Yaşar

Korku Kalesindeki Kürtler

Korku Kalesindeki Kürtler

Yaratılan korkularla düne kadar kabul görmeyen "Kürt" ve "Kurdistan" gerçeği günümüzde resmi ağızlarca da  konuşulmaya başlanmıştır. Ancak gelinen noktada oluşabilecek bir çözümün ne getireceği iyi hesaplanmalıdır.

 

Bunun için geçmişe dönüp Kürt halkının yaşadığı ihanetleri görmek gerekmektedir.

 

Tarihin iyi bir öğretici olduğu söylenir.

 

Geleceğimizi tarihin ışığında görmek ve inşa etmek için iyi hazırlanmak ve bunu bilimsel bir yönteme dayandırmalk zorunluluk arz eder.

 

Şahıslar her gün hayal kırıklığı yaşayabilir ama toplumun bunu yaşaması daha vahimdir.

 

Toplum olarak beklentilerine kavuşmamak veya bir başka halk ya da güç tarafından oyuna getirilmenin ne olduğunu 85 yıldır yaşıyoruz.

 

Bu halkın 85 yıl daha bir hiç gibi yaşama lüksü yoktur.

 

Eğer bir çözüm olacaksa Kürt halkı çözüm sürecinde baş rolü oynamalı ve Lozan"da yaşanan ihanet benzeri senaryoların tekrarlanması yaşatılmamalıdır.

 

Dolayısıyla Kürt halkı kurtuluş savaşı ve sonrasında yaşanan tarihi gerçekleri öğrenmek ve bu gerçeklerden doğan haklarına sahip çıkma basiretini göstermelidir.

 

Bunun dinamik gücü halkların kardeşliği ve birlikte hareket prensibi olmalıdır.

 

Ancak ezen ulus milliyetçiliği ve despotizminin arkasında yatan tarihsel gerçekleri açığa çıkarmak gerçekten de zor iştir.

 

Bunu gerçekleştirebilmek için, politik önyargılardan kurtulmak gerekir.

 

Resmi ideolojinin biçimlendirdiği eğitim sürecinde kendisi gibi düşünmeyenleri düşman gören birkaç nesil yetiştiren bu ülkede bunu başarmak da zor iştir.

 

Eğitim sürecinde bize öğretilenlerin doğru ya da yanlışlığını kaçımız cesaretle sorgulayabildik?

 

Sorgulayanlar kamu nimetlerinde mahrum bırakıldığı gibi toplum dışına da itilmektedirler.

 

Kamu hizmetleri alanında önemli görevlere talip olanlar veya bilim yuvalarında bilimsel çalışma yapmak isteyenler resmi ideolojinin sınırları içinde kalmaya zorlanmaktadırlar.

 

Oysa, gelişmiş olan ülkelerde eğitim sürecinden geçen birey, birikim ve donanımı ile toplum yaşamına yeni şeyler katmak ve topluma yön vermek için hazırlanmıştır. Özgün birey olmuştur. Ancak bizde, belirlenen çerçeve içinde kalmak şartıyla kamu hizmetleri size teslim edilir. Dolayısıyla bizdeki birey özgün değil, robot birey olmak zorundadır.

 

Sisteme uyulmazsa ne olur?

 

Uymayanlar; kamu hizmetlerinden mahrum kalacak şekilde cezalandırılır, ya da yurt dışına kaçmak zorunda bırakılır.

 

Sayın İsmail BEŞİKÇİ"nin sırf bilimsel çalışmalarından dolayı yıllarca ceza evlerinde yaşaması ve mağdur edilmesi bu yüzdedir.

 

BEŞİKÇİ gibi bilim adamları akademik kariyer korkusu yaşamadan sadece doğru olanın peşine takıldılar.

 

Doğru araştırma, doğru düşünme ve doğruları yazma… Suçları buydu.

 

Biliyoruz ki, bilimsel kariyerin ana ölçüsü akademik kariyer korkusu taşımamaktır.

 

Ama ne acıdır ki, bu ülkede özellikle sosyal bilimler alanında çalışma yapanların esas sorunu budur.

 

Fiziki bilimlerle uğraşanlar bu korkudan biraz daha uzaktır. Ancak sosyal bilimlerle uğraşanlar despotlaşan siyasi iktidarların baskısı sonucunda tercih yapmak zorunda bırakılıyorlar.

 

Ya sisteme tabi olup naylon bilim üretecek, ya da sisteme karşı doğru yolda topluma hizmet verip baskı ve zulme göğüs gerecektir.

 

Üçüncü bir yol daha var o da, yurt dışına kaçmaktır.

 

Bu yaklaşımla; Doğru düşünen, ülkenin sorunlarına daha akılcı çözümler getirip, bilim üretebilen  nitelikli elemanların ülkeyi terk etmeleri sağlanmış ve beyin göçüne sebep olunmuştur.

 

Hepsi de memleket özlemi içinde bulundukları ülkelerde bir başka toplumun refahı için emek harcamaktadırlar. Onların başarılarını basından duyduğumuzda da “bu adamlar neden kendi memleketlerine hizmet vermiyorlar?” diye hayıflanırız.

 

Gelemezler mi?

 

Elbette gelebilirler, gelmek de isterler.

 

Ancak siyasi baskılardan kaçıp gidenleri bekleyen gerçek şudur; sorgu, işkence ve cezaevi…

 

Bilimsel çalışma yapmak için gidenleri ise bekleyen gerçek; Enflasyonist politikalarla fakirleştirilen ve alım  gücü düşük olan topluma adaptasyon ve düşük ücret politikasına razı olmaktır.

 

Ha, bir de bunları bekleyen başka bir sorun daha var; Kendi meslektaşlarınca alicengiz oyununa getirilip, geri gitmelerinin sağlanması gibi…

 

Böyle olunca, üniversiteler kariyer korkusu ve politik önyargılarla hareket eden başarısız hocalara kalmaktadır.

 

İstisnalar yok mudur?

 

Elbette vardır. Ancak, yukarıda değindiğim gibi; bu ülkede kamu yönetiminde görev alabilmek ve  kariyer yapmak için ne yazık ki, liyakat değil, ne kadar TÜRKÇÜ olduğunuza bakılır.

 

Kürt sorununa yaklaşımın temelinde de bu korku vardır.

 

Başta bilim yuvaları olmak üzere diğer kamu kurum ve kuruluşlarının çoğu Türkçülük yarışı içinde Kürt sorununa sırt dönmüşlerdir.

 

Aksi taktirde milliyetçiliklerinden şüphe edilir.

 

Siyasi baskıların, hatta ülkede uzun yıllar sürdürülen enflasyonist baskıların  temelinde de bu anlayışın yarattığı korku yatmaktadır.

 

Kısacası, yaratılan korku kalesinde en tepeden en aşağıya kadar herkes korkutulmuştur. Bunun sonuçlarından biri ve en önemlisi de nitelikli insanların ülkeyi terk edip, kötü yönetim ve çözümsüzlük dayatan kadrolara bizleri teslim etmeleridir.

 

Bizi yönetenler “koyunun olmadığı yerde keçiye Abdulrahman çelebi” misalidirler.

 

Dün söyledikleri ve düşündükleri bu gün değişebilmektedir.

 

Çünkü korkmaktadırlar.

 

Korkularla yönetilen bir ülkede  ne kadar doğru yaşanılır ki….

 

Cumhurbaşkanı: “Burada söyleyemeyeceğim şeyleri de düşünüyorum. Hatta sizin de bana söylemek isteyip, söylemediğiniz şeyleri biliyorum ve size katılıyorum. Bu sorunun çözümü süreç işidir.” Derken ipin ucunun kimin elinde olduğu ya da olmadığı mesajını da vermiştir.

 

Böyle olunca sorunun çözüm şeklinin siyasilerden çok askerler  tarafından  belirlendiği anlaşılmaktadır.

 

Askeri çözüm her zaman silaha dayanır. Dolayısıyla askerler, karşısındakiyle konuşabilmek için muhatabının silahlı olmasını ister. Savaş onlar için bir oyun ve bu oyunu zevkle oynarlar.

 

Bunca yıldır bitmeyen bu savaşın esas sebebi de budur.

 

Ancak Kürt sorunu artık dünya sorunu olmuştur.

 

Rahmetli Özal"ın dediği gibi: “Biz çözmezsek, başkaları çözer.”

 

Bu çark değişmeden ve korkunun kalesi yıkılmadan Kürt sorununun samimi bir şekilde çözülebileceğini de ummak yanıltıcı olur.

 

Bu nedenle, tahkiyeci, inkar ve imhacı anlayıştan umut kesen Kürt halkı, nefsi müdafaa  hakkını kullanmak için meydanlara çıkmaktadırlar.

 

"Ya çözüm, ya da çözüm." diye...

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
14 Yorum
Fikret Yaşar Arşivi