İrfan Sarı

İrfan Sarı

Kedi Yavrusu

Kedi Yavrusu

Adını bilmediğiniz bir sıkıntı düşer ya üstünüze, hani şu yüzünüze yapış yapış düşen nem gibi. Nereden ve nasıl geldiğini bilmezsiniz. İşte bu gün öğlenden bu yana öyle bir ağırlık vardı üstünde İsa’nın.

Sokağın altını üstüne getirdi, bir gram düşmedi ağırlığı.

Fil kadar ağır gibiydi. Hatta isminden dolayı olsa gerek İsa sandı kendini, ellerini yanlara doğru açtı, ayaklarını araladı ama avuçları kanamıyordu! ...Ayakları da! ...

Çarmıhtaydı, çarmıhta olmasına da bağlı olduğu kuvveti bulamıyordu.

Karanlık çökmek üzereyken canı içmek istedi. Baskın bir istemdi ama. Ellerini cebine götürdü sanki bir şey varmış gibi, parası olmayalı kaç hafta olmuştu.

Sonra sigara arzuladı.

Elini gömleğinin cebine yollarken karşılaşacağı hissi biliyordu. Onunkisi bir çeşit tatmindi. Çünkü sigarayı geçen Ramazan ayından beri ağzına almamıştı.

Sıkıntı bu ya aklı ona zindan olmuştu.

Yokladı etrafı bir tanıdık bile bulamadı, yada bir bira parası isteyecek cesareti bulamadı kendinde. Hakkı da yoktu. Aslında bir ara sakat rolü yapıp büyük caminin önünde duygu sömürüsünden sermayeye giden yolu bulabileceğini de düşündü.

Güldü kendi kendine sonra. Bu çirkin düşünceden sonra filden de ağır olmaya başladı.

İsa, gerçekten de İsa hani. Sıksa taşı un ufak ederdi. Parmakları dirgen gibi uzun ve güçlüydü. Ama etrafında doğru gitmeyen bir enerji ha bire dolanıyordu. Yine içinden dünyanın kafiyesini dizdi küfürlü. Dedi kendi kendine deli hesabı…

"Param olsa bir bira biraz Doski salatalığı ve bir de közde mısırla, şehrin imara yasak bütün alanlarını tazı gibi boydan boya ölçerdim."

Güldü yine kendi kendine…

(bu oradan geçen Arap’ın gözünden kaçmamış olacak ki) Arap, seslendi:

- Hayırdır İsa yine seninkiler gelmiş.

(Başını salladı İsa! ...)

- Yok, bu gün seninkilerle meşkulum.

Bu karşılıklı konuşmadan sonra yönünü hayvan gibi dikti evcilleştiği yere. Ağır yükün altındaki eşek gibi toynaklarını kaldırım taşlarına kilitleye kilitleye yürümeye başladı.

Hani eşek eşekliğinden vazgeçmezse, palan vuran çok olurdu.  Bunu bugün çok daha iyi anladı. Bu anlamsız bezginliğin verdiği hamallıkla eve neredeyse varacaktı ki aklına bir türkünün dörtlüğü takıldı;

“Beni görenler bir şey sanmaz
Dünyayı içenler kanmaz
Mahsuni’nin kalbi yanmaz
Sevdası başta olsaydı.”

Artık eve varmıştı ki; evlerinin karşısındaki boş inşaattan bir kedi miyavlaması geldi ki onun halinden daha acıklı bir titreşimdeydi.

Artık karanlıkta iyice sarmıştı etrafı.

O garip haline inat bu akşam da karanlığın en çarşafı vardı, katran karası geceye dönüktü ve sokağın aydınlatmaları da yanmıyordu. İşin garibi bu boş inşaata da keşler düşerdi. İpini sapını koparan burayı mekan bellerdi.

Kedi miyavlaması giderek ağlamaya döndüğünde artık dayanamadı. Ne olursa olsun bu inşaata girecekti. Etrafa bakındı ama gördüğü tek şey karanlıktı.

Tereddütler ile kedi miyavlaması birbirine çarpıp yankılanıyordu mahalleye. Son bir gayretle yaklaştığı inşaat girişinde ses daha yakın düştü.

Aydınlatan bir tek cisim dolaşmadı etrafta.

Ayaklarının bastığı yeri tanıya tanıya ilerledikçe seste uzaklaştı bu sefer. İkinci kata çıktığında ses kesildi. Tekrar döndü. Bu kısa yolculuk boyunca içine düşen korkuyu ömrünce his etmemişti. Birde yüreği yanmamıştı bu kadar.

Evin kapsını yumruğuyla vurduğu sırada bir kez daha miyavlama duyuldu. Ama kapı açılmıştı ve içeriye girmişti artık. Aklını dışarıda bıraktı, ağır bedenini de yatağına, sabaha kadar bir o yana, bir bu yana döndü durdu.

Şafağın kızıllığı köpek havlamalarıyla aydınlığa döndükçe inşaatta belirmeye başladı.

Dışarıda bıraktığı o ağlamaklı kedi miyavlaması ve aklı onu pencereye dikmişti. Ama bir şey göremedi soğuk duran inşaat kalıplarından gayri.

Dayanamadı üstünü giydi dışarı çıktı. Artık yoldan tek tük insan geçmeye başlamıştı. Duvarına yaklaştığında simsiyah tüylü burnunda akıtma, sere serpe uzanan bir kedi yavrusu vardı. Çöktüğü yerde kedi yavrusuna parmaklarıyla dokundu. Sıcaktı bedeni. Uyuduğunu saydı kendi kendine. Sonra bedeninden kavradı avuç içiyle yerden kesilir kesilmez avuçlarından her iki yana sarktı yavrucak.

Anlamıştı…

Dünkü anlamsız sıkıntısı, içinde bulunduğu ruh hali, en son sokakta bıraktığı aklı, kendi ağırlığını üzerinden atamadığı gibi bir yavru kediyi de hayatta tutamamıştı.

İsa, yüreğinde isyana durmuş duygularıyla hızar gibi hırladı. Yavrucağı evin ufak avlusuna kazdığı yere defin etti. Hayat ona ne ders vermişti onu bile anlayamadan umudunu yüklenerek çarşıda kazanacağı günlük nafakası için beklemeye durdu.

Durduğu yerden düşünüyordu aynı zamanda.

Kim bilir dün gece görebilse yavru kediyi belki ölmeyecekti hayvancık. Öte yandan: kendi hayatının bir keş tarafından karanlıkta yok edilebilme korkusunun onu boz bulanık hallere sokmasına ne demeliydi.

Ağırlığı bir o kadar daha büyüdü bedeninde.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
7 Yorum
İrfan Sarı Arşivi