İbrahim Genç

İbrahim Genç

Japonya’da Mehmed Uzun

Japonya’da Mehmed Uzun

Türkiye ile Japonya arasındaki diplomatik ve ekonomik ilişkilerden dolayı Japon halkı, Türkiye Kürtlerinden genel itibariyle habersizdir. Öyle ki görüştüğüm bazı üst düzey görevdeki Japonlar bile beni dinlediklerinde hayrete düşüyorlardı. Çünkü ilk defa resmî ideolojinin dışında bir şeyler duyuyorlardı. Yine de politik davranmaktan geri durmuyorlardı tabii. Bunu her ne kadar normal karşılayabilirsek de Japonya’daki Japon halkının Türkiye’nin öteki yüzünü görmemesi çok acıdır. Buna rağmen Japonya’da Kürtler üzerinde çalışan sınırlı sayıda akademisyen, araştırmacı ve gazetecinin olması mutluluk vericidir. Şüphesiz bunlardan bir tanesi de dostum Kayoko İsobe’dir. Kendisi uzun zamandan beri Kürtlerle ilgilenen bir araştırmacı ve çevirmendir. Ben de Mehmed Uzun’un ölüm yıldönümü için Kayoko ile kısa bir sohbet gerçekleştirdim.

Geçen yıl Modern Ortadoğu Edebiyat Araştırma Grubu’nda Kürt edebiyatı üzerine bir sunum yaptığını söyleyen Kayoko, Kyoto Üniversitesinden hocası Profesör Mari Oka’nın tavsiyesiyle bu konu üzerinde çalışmaya başlamış. Bilinçli bir Kürt edebiyatı okuru olduğunu dile getiren Kayoko sözlerine şöyle devam ediyor: “Kürt edebiyatı derken Kürtçe yazılan eseri değil, daha geniş bir anlamda Kürtlerin yazdığı ve/ya Kürtler üzerine yazılan roman vb. eserleri de kastediyorum.  Bunlardan bir seçki oluşturup yayınlanmayı düşünüyorum. Çünkü benim de içime gömdüğüm sözcükler var. Bazen onların edebiyat eserlerinin içinde nefes aldığını görüyorum. İşte oradaydılar. Öyleyse çevireyim. Zaten içime gömdüğüm sözcükler hava almak istiyor.  Yalnız da değilim, bu plana dahil olmak isteyen arkadaşlarım var. Ki onlarla beraber ‘Kürt Edebiyat Araştırma Grubu’nu kurduk. Bildiğim kadarıyla Japonya’da ilkiz ve tekiz. Bütün halka açık olmak üzere çalışmalarımızı daha da ilerletiyoruz.”

Bununla birlikte bir süredir Mehmed uzun üzerine çalışan Kayoko müjdeli bir haber veriyor:  “Bir kaç gün önce Mehmed Uzun’un ‘Nar Çiçekleri’ kitabında yer alan ‘Nar Çiçekleri’ni Japoncaya çevirip yorumla beraber teslim ettim. Bu hem Mehmed Uzun’un ilk Japonca çevirisi olacak hem de roman olmasa bile Kürt edebiyat eserinin Japoncası olacak. Aynı zamanda Suzan Samancı’nın ‘Suskunun Gölgesinde’ kitabından da iki öyküyü çevirdim. Bunlar Modern Ortadoğu Edebiyat Antolojisi’nde yer alacaklar.” Mehmed Uzun’u bir Kürt arkadaşının tavsiyesiyle okumaya başladığını söyleyen Kayoko, “Nar Çiçekleri”nin en çok sevdiği hikaye olduğunu belirtiyor. Her ne kadar hikaye olmasa da Nar Çiçekleri’nin anlatımının bir hikayeyi andırdığını söyleyen Kayoko, “Keşke Nar Çiçekleri bir deneme olarak değil de bir roman olarak ele alınsaydı” diyor. Kayoko bu düşüncesini de şöyle detaylandırıyor: “Ben kitaptaki Nar Çiçekleri  yazısını yanlışlıkla kısa bir roman sanarak okumaya başlamıştım. Belki bana hak verirsiniz.  Kitapta ‘Nar Çiçekleri’ öyle güzel cümlelerle açılıyor ki önceden biri uyarmazsa okuyanlar onu bir öykünün başlangıcı zanneder. Aslında yazının türü o kadar önemli değil bence. Bu yazı bana göre çok kaliteli bir edebiyat eseriydi. Bir hikâyeydi. Hikâye ise insanın belleğinde kalır, kendine rahat bir yer bulunca orada kalmakta ısrar eder ve bir daha da çıkmak istemez. ‘Nar Çiçekleri’ de öyle oldu. Belleğimde yerini buldu, senelerdir çıkmak istemedi, eninde sonunda kendini Japoncaya çevirttirdi.”

Kayoko’yu Nar Çiçekleri’ni Japonca’ya çevirmeye ikna eden bir neden de kitapta anlatılan tarihi olaylardır. Nar Çiçekleri’nin tarihi olaylara değinmeye başlamasıyla Kayoko “Mıgo’lar nereye gitti? Değil Diyarbakır’dan, adeta hikayeden de kayboldular.” diyerek bir trajediye değiniyor. Ape Vardo’nun gözyaşlarına şahit olan Kayoko Nar Çiçekleri’nde kendisini iki şeyin etkilediğini dile getirerek şöyle devam ediyor: “Birincisi hikâyenin havası. Özellikle Uzun, bahçelerindeki renkler ile çocukluğunun o masum havasını canlandırmaya çalışıyor. Renk, koku, ses.... Gözlerimizden burnumuzdan ve kulaklarımızdan girip beynimize kazılan anılar var ya, o kendimize ait özel anılar. Okurken neredeyse hem Diyarbakır’a hem de kendi çocukluğuma gidip geldim. Öyle bir anlatım var ki mekan da zaman da genişliyor. İkincisi ise hikâyenin konusu. Çünkü çok yakın hissettiğim bir Türk arkadaşım ‘Ermeni soykırımını inkar etti. Hatta bu konuyu açmama çok kızmıştı. O güne kadar onun o kadar kızgın halini görmediğim için ben de allak bullak oldum. Bu, Japonların arasında da sık sık karşılaşılan tam sağcı tavrıydı.” Tamamen insanî-vicdanî bir hassasiyetle olaya yaklaşan Kayoko “Ape Vardo’nun göz yaşlarını gördükten sonra da bu kadar kızgın olabilecek mi acaba? Evet, Türkiye Cumhuriyeti  o kadar çok Ermeni’yi öldürdükten sonra bile, zorla memleketten göç ettirdikten sonra bile hala ‘öteki’ne kızgın, ve Uzun’un deyişi ile ‘tahammül’ yoktu.” diyerek sitem ediyordu.

Biraz hüzünlendikten sonra Kayoko’ya “Mehmed Uzun’un Kürtler açısından en önemli tarafı nedir?” diye soruyorum. Bu soruma cevap vermeden önce Kayoko bana bir tanıklığını anlatıyor: “İkinci dünya savaşından sonra özellikle Brezilya başta olmak üzere Güney Amerika ülkelerine işçi olarak bir çok Japon gönderilmişti. Brezilya’da çocukluğunu geçiren 60 yaşlarındaki bir bayanla yıllar önce tanışmıştım. Çocukluğunu geçirdiği Brezilya’da aralarında Japonca konuşmak istese bile okulda Japonca konuşmak yasaktı. Dersler bitip hocaları sınıftan gider gitmez koridorda arkadaşlarıyla bol bol ama gizlice Japonca konuştuklarını anlatmıştı. Bayan, Japonca konuşurken biraz zorlanıyordu, yani bir bakıma yabancılar gibi konuşuyordu. Portekizceyi daha iyi konuştuğu halde bayan ‘Japoncayı daha çok seviyorum’ demişti kesin bir tavırla. Anlayamadım, daha güzel konuşabildiği dili değil de uygun kelimeleri bulmakta zorluk çektiği dili ‘sevmesi’ni.  Ta ki Uzun’un anadili üzerine yazdıklarını okuyana kadar…” Bu çarpıcı öyküden sonra konuyu Uzun’a getiren Kayoko şu tespiti yapıyor: “İşte Mehmed Uzun’un önemi de ölüm döşeğindeki anadilini hayata döndürmektir. Kim yapar bunu? 7 yaşındayken anadilinden zorla koparılan bir insanın edebiyat dili olarak yeniden anadilini seçmesi bir edebiyatçı için kolay olmamıştır. Kendisinin de söylediği gibi eğer Kürtçe yasaklanan bir dil olmasaydı roman yazarken Kürtçe yazmayabilirdi. Çünkü onun Türkçesi edebiyat için yeter de artardı bile. İnsan anadilini en iyi anlar diye bir şey yok. Koşullara göre değişir bu durum. Ben sadece hayal ederek anlamaya çalışıyorum, çocuk yaşta anadilinin yasaklanıp hiç bilmediğim dilde bilmediğim konuyu öğrenmenin ne kadar zor olduğunu...”

Mehmed Uzun’un yazdıklarının evrensel bir değer taşıdığını dile getiren Kayoko, her ne kadar Uzun’u Türkçeden Japoncaya çevirse de ısrarla Kürtçeden Japoncaya çevrilmesi gerektiğini dile getiriyor. Sohbetimiz sona ererken Kayoko sözlerini önemli bir uyarı ile sonlandırıyor: “Kürtçe yazılan Uzun’un romanları eğer Japoncaya çevrilecekse orijinal dilinden olsun istiyorum. Şimdilik ben Uzun’un Türkçe yazdığı yazıyı orijinal dilinden çevirmiş oldum. Bu bir ilk oldu ama son olmasın. Hem Kürtlerin adı sadece savaşla ilgili şeylerle anılmasın. Kürt kültürünün zenginliğini tanıtalım ki Türk hükümeti de reklam niyetini biraz değiştirerek tüm açıklığıyla Kürtlerin de orada var olduğunu, durumunu yaşamını ve acılarını Japonlara göstersinler. Haberlerde sergilenen ölülerin sayılarıyla değil, Kürtlerin yaşam mücadelesini hikâye içinde bulsunlar, unutulmamak üzere okusunlar. Bilirsiniz ki hikâye kalıcıdır ve bir o kadar da güçlüdür.”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum
İbrahim Genç Arşivi