Özgür Amed

Özgür Amed

İsyan xoştır...

İsyan xoştır...

14 Temmuz 2012 tarihini tüm insanlık tarihi unutsa bile BDP Eş Genel Başkanı Sn. Demirtaş’ın unutmayacağı kesin. Sevgili Özdal Üçer, savaş alanına dönen; karmaşa, gaz ve kaosun kol kola yürüdüğü Amed istasyon meydanında kendisinin başına öyle bir soğuk su dökmüştü ki, izleyen herkesin nutkunu kesmişti. Su markalarından yoğun reklam tekliflerini aldığını bildiğimiz Sn. Üçer’in o suyu neden döktüğünü kimse öğrenemedi. Eylem heyecanına verdik. Yine aynı günün başka bir cephesinde Sn. Osman Baydemir vardı. O nazik insan abidesi başkan gitmiş yerine James Cameron’un bir film karakteri gelmişti sanki. Ellerini daima birleştirip “babacığım, bu kadîm kent” diye başlayan başkanımız gitmiş, yerine TOMA’ya tekme tokat dalan biri gelmişti. Elleri ile dövdüğü Toma kendisine tepki vermeyince bu kez pet şişe ile dalmıştı. Tüm bunlar toma heywanî önüne set kurmuş bir kalabalık arasında olup bitiyordu. Toma’da hasar var mı bilmiyorum, ama Baydemir’in sağında bir abê vardı. Tek başına ofsayta düşmüştü resmen. Hani bazen slogan atılır ya, tam o sırada biri yeni bir slogan atar ve kimse tekrar etmez, ortada kalır. Gerçekten Kürdistan eylem tarihinde bundan daha sıkıntılı bir şey yoktur! Sloganda tek başına kalan bir milletin şah damarı da resmen kopmuştur! İşte bu güzel abimiz de Baydemir’den sonra onu taklit ederek eli ile pet şişeyi rap rap vurdu toma’ya. Ama bırakın eşlik edilmeyi, o ara oluşan bir sessizlik onu daha da zora soktu. Müthiş bir yalnızlık yaşadı ve Baydemir’in yüzüne bir bakışı vardı ki, 5 bin yıllık neolitik çağı eritti… İşte bu abênin yaşadığı o anın muhteşem etkisi ile merhaba siz değerli arkadaşlara. Ege’de tatil planı yaparken kendini Çemê Reş’in sığ sularında, arabada açtığı govendin önünde çılgın atarken bulan siz güzel arkadaşlara…

Merhabam biraz uzun oldu ama idare edin. Öyle gerekiyordu! Şimdi 14 Temmuz’dan biraz geriye gidelim. 3 ay kadar gerisine. Nisan ayı “çadır savaşları” dönemine. Şuan farkettiğim bişiyi de hemen paylaşayım! Bakın bizde tarihçi olmaması büyük sıkıntı. Tarihimizi avcılar yazacak felsefesine girmiyorum bile, misal şuan o çadır savaşları döneminin neden bir adı yok! Gelecek kuşak bizi okuduğunda sahiden de polislerle bir çadır yüzünden kavga ettiğimizi öğrendiklerinde diğer komuş devletlere veya özerk dostlara ne ile övünecekler! Bari afilli isimler bulalım! Mohaç, Dandanakan gibi alakasız isimlerde olmasın! Cizre Meydan Savaşı pekala olabilir. Yazalım şimdiden, bir kenarda dursun. Efendim, üzerinize afiyet konuya geri dönersek, o çadır savaşlarının en şiddetli yaşandığı yerlerden olan Batman’dan bir kesiti Şaredar Serhat Temel’in ağzından direk aktarıyorum: “Çadırları belediyenin hemen yanı başındaki düzlükte kurduk. Her gün bol şenlikli geçiyordu. Moraller iyi. Özellikle yaşlı kesim full çadırda. Yaşlı amcalar sandalyelerine oturup akşama kadar etkinliğe katılım sağlıyorlardı. Elbet devlet çok sabretmedi ve üzerimize gelmeye başladı. Günlerden bir gün çadırımıza saldırı oldu. Herkes birbirine girdi. Korkunç bir gaz altında kaldık! Belediyenin içi ve dışı dumandan geçilmiyor, o taraflara yaklaşmak imkânsızdı. Bende nasıl olduysa belediyenin diğer arka köşesine kadar sürüklenmişim. O ara dikkatimi çekti! Bu talan ve bombardımanın arasında, yerinden sökülüp paramparça edilen çadırın tam ağzında üç yaşlı amca kürsülerinden bile kıpırdamamıştı. Göz gözü zor görüyor ama bunlar sohbet ediyordu. Gaz etki etmiyordu. Bende gözümü alamadım onlardan. Tam o anda yetmezmiş gibi bir gaz bombası yerde yuvarlanıp yuvarlanıp önlerine gitti. Elinde tütünü sarmaya devam eden amca, duman çıkarıp duran gaz kovanına uzunca baktıktan sonra yerinden kalkmadan ayağı ile tekmeyi vurdu ve uzaklaştırıp sohbete devam etti.”

 “Sömürgelerdeki şiddet bu köleleştirilmiş halkı sindirmeyi amaçlamakla kalmaz, aynı zamanda onları insanlıktan çıkarmayı da amaçlar…” diyen Sartre, Batman’ın bir çadırına toslamıştı!… Xalolar insanlıktan çıkarılma konseptini boşa çıkarmış, kurşun geçirmez tütünlerini her şeye inat sarmışlardı.

Şimdi temmuz ve nisanın ortalarına denk düşen bi yerdeyiz.

Gezi Parkı direnişinin üçüncü sabahı. Fatih Sultan Erdoğan’ın dünya düşmanlarına yani kendi ülkesindeki vatandaşa kin-şiddet ve sahip olma savaşının üçüncü sabahı. Bir genç tomaya doğru gidiyor ve rap û tap vuruyor. Olabildiğince vuruyor…

Akşam saatleri. Önümde bir kanal açık! İnternetten yayın yapıyor. Sanırım 5 saat kadar öylece izledim. Norveç’ten yayın yapan bir kanal bu. İstanbul’daki direnişi veriyor. Taksim insan seline dönmüş. Sokak aralarından sesler. Ve ha bire duyduğumuz gaz atılma sesleri, yere düşen boş gaz bombası sesi.

Polis saatlerce gaz atıyor kitleye. Kitleden tık yok! Teprenmiyor bile. İzlediğim kanaldan net görülebiliyor. Polis su ve gaz sıkmaktan yorulmuş sanki. (Cidden yorulmuş çünkü bazı polisler birkaç saat sonra Taksim’de o çimlerde deli gibi uyuyacak ve fotoları geçecekti). Kalabalıkta gaza alışmış, bir sonraki biyolojik eşiği bekliyor. Çünkü yüzlerce saattir düzenli gaz atılıyor.

Olaylar birbirini ne güzel tamamlıyor. Aynı görüntüler tekrar önümüzde. Köyünün tepesinde uzanmış bir amcanın deyimi ile “İsyan xoştır” . Evet hoştur…

Amed’te tomaya vururken yalnız kalan abêm, tekrar merhaba sana. İçin rehet olsın. 

Gazı takmayan yaşlı xalolarım, siz de keyfinizi bozmayın… 

Buna kelebek etkisi değil, Kürt etkisi (The effect of Kurds diye güzel bir isim de önerelim) diyorlar. Haksızlığa er-geç ses olacaktır, erken ya da geç, illa ki olacaktır. Dalga dalga yayılması, Erdoğan’ın sokağına taşması dileği ile…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
7 Yorum
Özgür Amed Arşivi