İbrahim Genç

İbrahim Genç

İntihar eder bir öğretmen...

İntihar eder bir öğretmen...

Badem çiçeklerini görmeden, nar çiçeklerini beklemeden; eriyen karların sularından içmeden, serinliğini içine çekmeden dağ rüzgarlarının… Okullu çocukların karne sevincini görmeden, annelerin sıcak bakışlarını… Toprağa uzanıp koklamadan baharın topraktaki kokusunu… Bir sevgili elinde aşktan terlemeden avuçları, yüreği patlayacak gibi olmadan bir güzelin bakışında…  Bir öğretmen ölür gider sessiz sedasız…

Nisan 2012’de; ne hastalıktan ne trafik kazasından ne de iş kazasından… Bir öğretmen intihar eder bir gece ansızın, umutsuzluktan boğula boğula… Geçmişin sızısından, geleceğin karanlığından… İntihar eder bir öğretmen; işsizlikten, çaresizlikten, sömürülmekten kaçarcasına… İçimizdeki Dimitris Hristulas’ı doğurarak ve haykırarak: “Çöplerden yiyecek toplamadan onurumla ölmek istiyorum.”

İntihar eder bir öretmen; ama duymaz onu ne Bakan’lar ne de Başbakan’lar… Herkes önemli işler üzerinde… Kravatlı koca adamlar, kravatlı ölüye bakmazlar… Ne çok soğuk durur o kravatlar, ne çok şey anlatır o kravatlar… Çünkü bir öğretmenin intiharında araç olmuştur o kravat… Nisan 2012’de, Diyarbakır’da… Kimin ülkesinde? Her gün kendisiyle dalga geçilen Yunanistan’da mı? Nijerya’da mı? Açlıktan kırılan Somali’de mi? Nerede ey Başbakan? Ülkenden bahsediyorum. Duyar mısınız? Elinizi vicdanınıza koyar mısınız?

İntihar eder bir öğretmen; ülkenizde… Son beş yılda intihar eden 30 öğretmen gibi… Siz büyüdünüz, cepleriniz doldu… Ama küçüldü umutları öğretmenlerin, büzüldü halk köşesine… Korktular, korktular; köşe başları tutuk sokaklardan…Akmadılar üzerinize, bendini yıkan bir nehir gibi… Ve şimdi teker teker intihar ediyorlar, edecekler… Sokakları kaplayacak hayalleri intihar eden öğretmenlerin… Kimse tutamayacak onları…

İntihar eder bir öğretmen; kimin umurunda? Kimi Türk, kimi Kürt… Kiminin bakışlarında derin bir isyan, kiminin gözlerinde bahar bahar açan güller… Yirmisinde çoğu, isyanları yetmemiş kahrolası iktidarların kafalarına dang dang vurmaya…

İntihar eder bir öğretmen…

Ve İstanbul’da ABD emperyalizmine yatak edilir ülkem… Nerede, nasıl, kimi vurmalı? Nasıl bir bahane yaratmalı? Irak elde, Afganistan cepte, Libya tamam… Suriye de Türkiye’ye ihale edilmiş… Kim duyar bu büyük işler içinde bir öğretmenin intiharını? Kim sorgular nedenini? Bir yüreğin suskunluğa boyanıp bir gün ansızın intihar etmesini… Kim neden düşünsün ki yarının aşkından, sevincinden tatmayacak bir kurbanı?

İntihar eder bir öğretmen…

Bir Bakan limon “sat” der, bir Başbakan susar… Susar da büyür isyanları yüreklerin, çığlıklar dolar kentlerin yalnızlıklarına… Şarkılar hınçla söylenir dost meclislerinde… Susar da birileri, birileri ezilir durmadan… Susar da kendisine dokunmayan yılan bin yıl yaşar, despotlaşır… Zorbalaşır… Kendisi susar da hesap sorulmaz; sorulmaz hesap… Kardeşler, analar, bacılar, babalar sustukça… Ve sustukça kadrolu öğretmenler, kurtardıkları paçalarına büyük bir gururlar baktıkça kadrolu öğretmenler… İsyan susar, isyan yalnızlaşır, yumruklar iner…

İntihar eder bir öğretmen…

Ben Nazım’dan mısralar okumuşumdur, ağlamışımdır… İnancımı sorgulamışımdır kan ter içinde… Adalet aramışımdır Kürtler için, Aleviler için, Türkler için… Güzel yarınlar istemişimdir gelinlik çağında kızlar için… Cennet kapılarında “Açıl susam açıl” demişimdir bir ayağı çukurda yaşlılar için… Meydanlara dolmuşumdur hak için, adalet için… Özgürlük demişimdir, özgürlük… Herkes için…

İntihar eder bir öğretmen…

Boğazında ince bir kravatla… Öne düşen başında bir öfke hali… Ağzından damlayan birkaç damla kan, hiç görmeyeceği nar çiçekleri renginde… Adı Mustafa Kaya, Diyarbakır’da… O kadar çok Türk ki; İç Ege’de onu görmüşümdür ya da bozkırın içinde bir Yozgat köyünde… O kadar çok Kürt ki; polis copunun sallandığı her yerde onu görmüşümdür… Adı Mustafa Kaya, Türkçe öğretmeni; o kadar çok hepimize benziyor ki ya hep birlikte yaşayacağız ya da hep birlikte öleceğiz…

İntihar eder bir öğretmen….

“Yapma aylar geçer güneş doğarken / ve güneş doğarken ben bir geceyi  / bir uzun geceyi gene uykusuz / ağrılar içinde geçirmişimdir / düşünmüşümdür hasretliği ölümü  / seni memleketi düşünmüşümdür  / seni memleketi dünyamızı” Bir an boğulacak gibi olmuşumdur, yatağımdan fırlamışımdır… Kan ter içindeyimdir kesinlikle…Mehtabın mavisinde yirmi altısında giden Mustafa’larla konuşmuşumdur, yirmi beşinde yitip giden Ceyda’larla…

Ve intihar eder bir öğretmen… Ve “Yapma aylar geçer güneş doğarken”… Ve ben erken yaşımda saçımdaki beyazlara takmışım kafayı… Ve ben basmışım küfrü, saçımdaki her beyaz tel kadar… Kime, niçin?... Bunu herkes bilir… “Ve güneş doğarken hiç umut yok mu? / Umut… Umut… Umut insanda!” 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
6 Yorum
İbrahim Genç Arşivi