M. Latif Yıldız

M. Latif Yıldız

İnsanlık ölmüş mü

İnsanlık ölmüş mü

Ulusal medyanın haberlerinde savaşın çirkin yüzünü kutsadığı bu günlerde Gazeteciler Cemiyetinin tertiplediği panel için Batmandaydım.

Panelden sonra dostlarım, arkadaşlarım ve Batman ile hasretimi gidermek için dönüşü birkaç gün erteledim. Bu arada Hasankeyf ve Diyarbakır’ı da ziyaret ettim.

Son günümde bir dostumun kuru temizlememe dükkanına yolum düştü. Orada öğretmen meslektaşım olan biriyle tanıştırdılar.

Senede bir en fazla on günlüğüne Batman’a geldiğimden tam çıkartamadım. Boş gözler ile baktığımı gören meslektaşım, şöyle söylersem hatırlarsın dedi ve “ ben Şerzan Kurt’un babasıyım” deyince biraz utançtan, en çok da Şerzan’ın adını duyduğumda kas katı kesildim ve “tamam şimdi çok iyi hatırladım” diyebildim.

Çünkü baba Ömer Kurt en küçük iki kardeşimin çocukluk, ilk ve orta okulda en yakın arkadaşlarıydı. Annem Emine’nin öz evlatlarından ayırmadığı, zamanının büyük bölümünü evimizde ve kardeşlerimle iyi bir dost ve hemşerimizdi.

İster istemez konu mahkemenin seyrine döndü. Acılı bir babadan beklemediğim kadar vakur bir duruş, yaklaşım, hoşgörü ve de acılarını içine gömen her cümlesinin sonunda “barış” ve “kardeşlik” sözcüklerini dillendiren inanılmaz örnek bir insanla karşı karşıya olduğumu anladım.

Dayanamadım ve “ sizi hayret ve takdirle dinliyorum. Bunu başardığınız için sizi 72 milyon adına kutluyorum” deyince bana şu anısını anlattı:

“ Olup bitenlerden sonra bir süre önce AVM’ de alışverişimi yapmış aldıklarımı aracımın bagajına yerleştiriyordum. Yanıma her hallerinden karı koca oldukları anlaşılan iki insan yaklaştı ve ‘ Batman’ın yabancısıyız. Kızımız hemşire. Diyanetin yanında sağlık ocağı misafirhanesine gideceğiz. Yolu tarif edermisiniz’ dediler.

Gidecekleri adresi biliyordum. Ama evime tersti. Tarif ile çok zor bulacaklardı, ben de ‘ insanlık ölmüş mü? Arabaya atlayın sizi oraya götüreyim’ dedim.

Arabaya bindiler, on adım gitmiş, gitmemiştik teşekkür ettikten sonra; “ Muğla’yı hiç gördünüz mü?” dediler. Muğla der demez kalbimde büyük bir acı ve inanılmaz bir sızıntı hissettim. Nede olsa canımı yitirdiğim şehirdi. Kısa bir cevap ile “evet gördüm” dedim.

Yaptığım iyiliği karşılıksız bırakmamak adına Muğla’yı ve insanını övmeye, mutlaka oraya gitmemi, yazlıklarından, sahillerinden söz etmeye başladılar. O an düşündüm ki onlara kim olduğumu söylesem istemesem bile büyük bir sessizlik ve huzursuzluk, hatta belki arzu ettikleri adrese gitmelerine mani bir durum oluşur endişesiyle hiç karşılık vermedim.

Karı koca Muğla’yı, Muğlalıyı kendilerini anlattıkça anlatıyorlar amma ben oğlumu, ölümünü, ondan sonra seyreden sürecin anılarına daldığım için ne söylediklerini anlamaktan uzak duygusal bir dünyadayım. Onları da incitmemek için konuşmalarını kesmedim.

Sordukları adrese vardık. Araçtan indiler. Bagajdan çantalarını çıkardım. Misafirhane burası dedikten sonra. Cep telefonumun ekranda duran oğlum Şerzan’ın resmini göstererek “bu çocuğu bir yerden çıkartacak mısınız?” diye sordum.

Misafirler hayır dedikten sonra “çok yakışıklı, nur yüzlü, artist gibi bir delikanlı, neyiniz oluyor” dediler. Ben de bu benim oğlum Şerzan deyince; “ Allah size bağışlasın, ne güzel bir evlat” karşılığını verdiler.

Doğru dedim. ‘Ne yazık ki oğlum Şerzan’ı Muğla’da Üniversite kazanana kadar Allah bize bağışladı. Ama Muğla polisi evladımı öldürerek bize çok gördü. Muğla’nın ailemizin için sonsuza dek unutmayacağımız acı bir hatırası var. Ama sizin suçunuz yok ki.’ Dediğimde karı koca taş kesildi ve acıyla o olayı hatırladıklarını ifade ettiler. Onlardan hatır isteyerek aracıma bindim ve olay yerinden evime doğru bin bir duygu ve düşünce ile ayrıldım.

ŞERZAN KURT KİMDİ, NE OLMUŞTU?

Bilmeyenler için Şerzan Kurt kimdi ne olmuştu? Onu hatırlatayım.

Şerzan Kurt 8 Kasım 1989 Batman doğumlu. Annesi işçi olunca anne annesi, teyzesi, amca ve hala kızlarının kontrolünde büyüdü. Batman Fatih ilköğretim okulu ve Fatih Lisesini bitirdi. Batman’daki öğrencilik hayatında spor, saz kursunun yanı sıra en büyük hobisi evcil hayvanlara duyduğu büyük sevgiydi. Bu tutkusu evinin bahçesinde değişik kafeslerde Kirpi, su ve kara kaplumbağaları, güvercin, kedi, köpek besliyordu.

Şerzan Batmandaki öğrenim hayatı boyunca fedakarlığı, cana yakınlığı, güler yüzü, çalışkanlığı, uyumlu, vicdani ve ahlaki yapısından dolayı öğretmen, arkadaş ve mahalle halkı tarafından sevilen bir kişilikti. Kutsal kitaplar, tarih ve felsefeye meraklı bir öğrenciydi.

Şerzan Muğla Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümünü kazandı. 2009 yılında Birinci sınıfı başarıyla bitirdi. Yaz tatilinde İngilizce dil kursuna giderek yabancı dilini ilerletti. Bu arada bilgisayar kursunu da başarıyla bitirdi.

12 Mayıs 2010 tarihinde hiçbir eyleme katılmayan Şerzan bir provokasyon sonucu ilde meydana gelen bir olay sonucu tesadüfen olay yerinden geçen Şerzan’a görgü tanıklarının ifade ve iddiasına göre polis memuru Gültekin Şahin tarafından vurularak ağır yaralandı. 24 Mayıs 2010 tarihinde İzmir Dokuz Eylül Üniversitesinde kurtarılamayarak vefat etti. Cenazesi Batman’da Karşıyaka Gire Savaro mezarlığında 21 yaşında son yolculuğuna uğurlandı.

AYNI İNSANLIK BATI YAKASINDA KALMIŞ MI Kİ?

14 Ekim Hakkari Çukurca’da meydana gelen saldırı üzerine Kürt halkının hemen tamamı tepki gösterdi. Ancak Cumhurbaşkanı Abdullah Gül “ Bu saldırıların intikamı çok büyük olacak “ derken Şerzan Kurt’un babasının o Muğlalı çifte karşı takındığı insani yaklaşım ve oğlu öldürüldüğü günden beri sağ duyulu beyanları ile “barış” ve “kardeşlik” söylemleri beynimde yankılandı.

Biri 74 milyondan sorumlu bir Cumhurun başı, diğeri bütün acılarına rağmen kardeşlik ve barıştan taviz vermeyen bir öğretmen baba. Aynı duyarlılık, aynı insanlık batı yakasında da var mı? Aynı vicdan, aynı yaklaşım olsa bu sorunları yaşarmıyız? Diye düşünüp dururken gözlerimin önüne farklı bir çirkinlik daha geldi.

Kendini Türk solu ve de utanmadan Atatürkçü gösteren ( ki Atatürk galip geldiği savaşta ayaklarının altına serilen Yunan Bayrağını ‘o bir milletin onurudur, ayaklar altına alınmaz’ diyen ve mağlup ettiği Venizolos’a hatırı sayılır bir misafir gibi ağırlayan Atatürk’ün arkasına sığınıyorlar.) pespaye derginin nefret, kin, kan, militarizm, vahşet, barbarlık çağrıştıran Şemdinli Jandarma komutanlığı önündeki o fotoğraf için “ İşte Özlenen fotoğraf”, “Mutluluğun resmi”, “ Kürt nüfusunun üremesi durdurulsun.”, “ Keşke her gün 2 değil 200 terörist aynı şekilde bacağından sürüklenip Atatürk büstünün önünde halka sergilensin” nefret yazıları ister istemez gözlerimin önünde canlandı.

Hani o Hakkari Valiliğinin açıklama yapmak zorunda kaldığı iki PKK’lının cesetlerinin “Ne Mutlu Türküm” sözü ve Atatürk büstünün önünde ayaklarından iple bağlanıp yerde sürüklenmiş kanlı cesetlerin teşhir edilişinin fotoğrafı. Ne yazık ki o çok demokrat, çok özgürlükçü medya ve köşe yazarlarından tek satır yazı yazılmamasını düşünüp durdum.

Ve düşündüm Kürtlere 50 bin cana mal olan savaşa rağmen hala barışa, kardeşliğe ve insanlığa verdiği önemin kırıntısı bile batıda kaldı mı? Kaldıysa demek az da olsa umut var. Belki o zaman bu zifiri karanlığın arkasından güneş doğar. Yok Başbakan medya patronlarını toplayıp o caniyane görüntüleri gizleyin, ama şovenizmi, militarizmi manşete çekin diyorsa daha çok acı çekeriz. Ve korkarım kırılma bir çöküntüye dönüşür. Bu ülkeye ve insanlarına çok ama çok yazık ederler.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
7 Yorum
M. Latif Yıldız Arşivi