İrfan Sarı

İrfan Sarı

İki parmak buz, iki baba

İki parmak buz, iki baba

Poyrazdır belki, belki karayel ama bu akşam sıcaklığı önemli ölçüde düşüren rüzgar kesinlikle dost değil, dayanılması zor bir soğuk var. Ellerimi sakladığım yerden bir an bile çıkaramıyorum.

 

Yerde plaka haline gelmiş iki parmak buz. Emin ve yavaş adımlarla ilerlerken kentin yoksul bacalarında çelimsiz dumanlar yükseliyordu.

 

Bu keskin ve vahşi soğuktan kurtulmak için hızlı adım atmak gerekiyorsa da yerdeki düşman buna fırsat vermiyordu. Boyun aksesuarı ve bereyle kapanan yüzün görüş alanı sadece gözlerdi.

 

O kadar soğuk ki sokak köpeklerinin ulumaları yürek paralayan ağıtlara dönüşüyordu…

 

Bacalardan seyrek ve çelimsiz dumanlar yükselmeden içeride buz bir hava egemen oluyordu…

 

Çocuklar… Anneler…  Babalar…

 

Hepsi nefeslerinden yükselen buharın etrafında umutlarına yol alıyor ve kaderlerine razı oluyorlardı. Tavanda emanet duran ampulün ışıkları sönmeden ve içerideki hava kendini dişlemeden ödevlerini tamamlamalıydılar çocuklar ve anneler her zamanki sadakatleriyle acılarını soğuk suda yıkadıkları bulaşığın seslerinde unutuyorlardı.

 

Babaların bir başka olur acıları; anlatamadıkları, anlatsalar da anlaşılmayacak halleri vardı onların. Babalıkları işsizliğin hışmına uğramıştır. Babalıkları utanmanın ezikliğini yaşamaktadır.

 

Onlar çocuklarının yüzlerinden okurlar kendilerini…

 

Yürekleri açılır ise kaç tabaka saklı acı vardır kim bilir. Orada onur bir kendi hikâyesindedir, birde halinden haberdar babaların yazgısıdır garip.

 

…

 

Şiddetli soğuğun misafiri sis, etrafı kirli beyaz boyamıştı. Görebilme mesafesi giderek azalırken, üçüncü ayağı yani bastonuyla bir baba ağır aksak ilişti görmelere. İlerlemekte olduğu yön kuzeydi ve o istikamette akan derenin suyunun da etkisiyle neredeyse önünüzü görmek imkansız olurdu her vakit. Tabela ışıklarının hükm ettiği alanın dışındaydı ve bilindiği üzere sokak lambaları sadece bulundukları yerde aksesuar olmaktan öteye gidemiyordu.

 

Kent soğuktan korunmaya çalışırken bu ağır aksak ilerleyen babanın görünüşü merak uyandırıyordu.

 

İki parmak buzda yürümek maharet isterdi cesaret isterdi ama başka şansı olmayanlar için bu buzda yürümek mecburiyetti. Her baharın kokusu nasıl ki insan ömrüne bereket saçıyorsa bu mevsim ve bu buz insan ömründen kurşun kadar ağır bir parça alır götürürdü.

 

Yürüdü kulaklarına soğuk gelip musallat olurken elleri cebinde üşümeye başlamıştı artık, burnunun çekme sesi neredeyse ortalığı ses kirliliğine batırıyordu. Az önce kuzeye buz sırtında yürüyen babanın durumu aklına oturdu birden karar vermesi anlık oldu.

 

Gittiği yoldan geri döndü ve o babanın gideceği yönü tayin etti kendine…

 

Vardığında sisin ortasına çükmüş adeta teslim olmuş bir insan bedeniyle karşılaştı. Sırtındaki abaya dürttü ve sarstı… Uyumak üzereyken küçülmüş gözlerinin etrafına yuvalanan soğuğu def etti. Uyandırdı babayı uykusundan.

 

Sol yanı kızarmış bir sobanın etrafında çözdü buzlarını…

 

Uzunca zaman duvarda asılı kalan bir saz gibi iniledi ve başladı söylenmeye baba…

 

Sabah açılınca buz yine hakimdi kente ve kentin soğuğuna adı belli olmayan bir başka kentten gelen bu babanın öyküsünü öksüre öksüre dinlemişti bir baba daha… Ağlamak kar etmez…

 

Suları boşalmış bir kaynağı andıran bu yaşamın ardında bıraktığı yalnızlığı dinledim…

 

Dedi ki; oğul aşktır yüce eden adamı ve aşktır ölümden çeker adamı…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
6 Yorum
İrfan Sarı Arşivi