İbrahim Genç

İbrahim Genç

İki Dil Bir Ülke – IV-

İki Dil Bir Ülke – IV-

Türklerin ve Kürtlerin tarihte birlikte başardıkları birçok şey var. Bunlar, hatırlandığında iki halkın da yüreğinde sevgi tohumlarının yeşermesi kaçınılmaz olur belki de. Bunun için de iki halkın da önyargısız bir şekilde birbirini dinlemesi şarttır. Tabi bunun için de öncelikle olaylara soğukkanlı ve sağduyulu bir şekilde yaklaşılmalı ve her şeyden önce yüreklerin kin ve nefretten arınması gerekiyor.

İşte bu iki halkın hatırlaması gereken bir şey de Kurtuluş Savaşı’ndaki birlikteliktir. Bütün emperyalistler bir olup bu topraklardan pay koparmak isterken, şu bir gerçek ki Türklere en büyük desteği veren Kürtler olmuştur. Atatürk de bu bilinçle birçok yerde kurduğu cümlelerde “Türkler ve Kürtler” ifadesini kullanır. Çünkü Justin Mccarthy’nin de “Müslümanlar ve Azınlıklar” adlı kitabında belirttiği gibi Anadolu’da Müslümanlar Türkler ve Kürtlerden oluşuyordu. Diğer unsurlar nüfus bakımından büyük bir önem arz etmiyordu (s. 1).

Anadolu halklarının el ele vermesiyle elde edilen zaferden sonra bu sefer de kültür savaşı başlar. Özellikle 1910’larda başlayan Türkçülüğün bu dönemde etkili olmaya başladığı söylenebilir. Genç Türkiye, birçok alanda Batı’yı örnek alarak yenileşmeye giderken dil alanında da çalışmalar yapılır. Bunun ilk ayağı 1928’de Latin harflerinin kabulü ve yine bu dönemde çeşitli dil heyetlerinin kurulmasıdır.

1930’lara gelindiğinde artık Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu kurulacak ve daha büyük çalışmalar yapılacaktır. Biz özellikle dil alanında bazı noktaları belirteceğiz. Çünkü bugün birçok Türk gencinin, geçmişte ne tür çalışmalar yapıldığından haberi yok. Böyle olunca da başta Kürtler olmak üzere, diğer halkların nasıl asimile edilmeye çalışıldığından haberi olmuyor ve bu yüzden de Kürtlerin istemleri anlaşılmıyor maalesef.

Atatürk’ün direktifiyle 12 Temmuz 1932’de kurulan Türk Dil Kurumu bünyesinde bu dönemde çok yoğun çalışmalar yapılmıştır. Dilbilimi, etimoloji, derleme gibi kollar oluşturularak bu alanlarda çeşitli çalışmalara girişilmiş ve “Türk dilinin öz zenginliğini meydana çıkarmak, onu dünya dilleri arasında değerine yaraşır yüksekliğe eriştirmek” amaç edinmiştir.

Tabi bu dönemi, koşullarından bağımsız algılamamalıyız. Biliyoruz ki bu dönemde birçok ülkede faşizm modası başlamıştı. Bu dönemde, bu modanın Türkiye’ye de bulaştığını dönemin Kadro dergisinde yazılan yazılardan da anlayabiliyoruz. Bu modanın sonucunda TDK bünyesinde yapılan çalışmalarda da aşırılığa kaçılmış ve her türlü bilimsel çarpıtmaya müsait bir ortam oluşmuştu. Bunu, 1930’larda yapılan üç dil kurultayından anlamak mümkün.

26 Eylül 1932’de birinci Türk Dili Kurultayı yapılır. TDK arşivinden yaptığım okumalarda gördüğüm kadarıyla kurultayda coşkulu konuşmalar birbirini izliyor, alkışlar kesilmiyor. Ki bu kurultaydaki sunumların içeriği çoğunlukla Türkçenin Sami, Hint-Avrupa dil ailelerindeki dillerle ve Sümerlerin diliyle  karşılaştırılması oluşturuyor. Dönemin Maarif Vekili Dr. Reşit Galip de birinci gün yaptığı konuşmasında Türkçenin geçmişte yabancı dillerin tahakkümüne girmiş olmasından bahseder ve Osmanlıcayı yabancı bir dil olarak belirttir. Devamında da “…son 22 yıllık Türkçülük cereyanının gittikçe artan ve genişleyen saflaştırma gayretlerine rağmen bu dil hâlâ Türkçeleşemedi” diyerek bundan sonraki amacı da beyan ederken anlaşılıyor ki çalışmalar, 1910’lardaki çalışmaların bir devamı olarak görülüyor.

Bu ilk kurultayda Dr. Ali Saim Keltlerin Türk olduğunu söylerken Ahmet Cevat da medeniyete dair birçok şeyi bulanların Sümer Türkleri olduğunu belirttir. Bunlara karşılık aslen Ermeni bir dilci olan ve sonradan “Dilaçar” soyadını alacak olan Agop Martayan da Sümerleri Türk saydığı gibi Hititleri de Türk sayarken Artin Cebeli “Ariya familyasında olan dillerin anası Sanskrit değil, Türk dilidir” der. Adeta bütün söylenenleri bir önermeye bağlamak istercesine Hakkı Nezihi ise “Türk dili, bidayette insanlığın müşterek dili idi” ifadesini kullanır.

18 Ağustos 1934’te yapılan ikinci Türk Dili Kurultayı’ndaki sunumlarda da genel olan Türkçenin bazı dillerle karşılaştırılması ağır basıyor. Farklı konularda sunumlar olsa da özelikle Türkçenin Hint-Avrupa dil ailesindeki dillerle karşılaştırılması devam ediyor.

24-31 Ağustos 1936 tarihlerinde yapılan üçüncü kurultaya Güneş-Dil Teorisi damgasını vurur. Bu teori, Atatürk tarafından ortaya atılır ve dönemin bilim adamları da bu teoriyi bir kanunmuş gibi davranarak ele alırlar. Bu konuda Dil Derneği, Atatürk’ün bu teoriyi Avrupa’daki bazı görüşlerden etkilenerek ortaya attığını belirttir. Dil Derneği, Almanya’da 1922’de Ernest Böklen’in dillerin kökenine ilişkin kitabı olan “Ay-Dil Teorisi” gibi kitapların bu düşünceyi oluşturduğunu belirttir.

Bu sebeple de bu kurultayda yapılan sunumların içeriğini Güneş-Dil Teorisi, “güneş” kavramı ve bu teorisinin yararlandığı V+K eki kanunu oluşturur. Bu sebeple de dönemin TDK Genel Sekreteri olan İbrahim Nemci Dilmen “Güneş-Dil Teorisinin Ana Hatları” adlı sunumunda uzun uzun “güneş” sözcüğünü ve V+K eki kanunu anlatır ve bunlara ek olarak da “Bütün kültür dillerine ana kaynaklık eden ilkel monofonemik dilin hangi dil olması bahsine gelince, Türk dil tezi, bunun öz ve ilkel Türk dili olduğu davasındadır” diyerek esas amacı beyan eder. Ki sunumunun devamında Hint-Avrupa dillerinin kökeninin Türk dili olduğunu söyledikten sonra ilk insan soysallığının Türklerle tüm dünyaya yayıldığı belirttir ve bu teori için de “ileri sürülmüş yüksek bir Türk buluşudur” der.

Yine TDK arşivinde olan ve bu dönemde Tahsin Mayakon tarafından yazılan ve yıllarca Türk gençlerinin zihnini asılsız efsane ve düşüncelerle dolduracak olan yazıda “Türklerin soyca büyük kardeşleri olan Uygurlarla Sümer ve Akadların ilk yurt menşeleri şimdiye kadar bildiğimiz vechile Orta Asya’da olmayıp 200.000 sene mevcudiyetten sonra Pasifik denizine batmış olan MU kıtası olduğu…” sözlerinden sonra kültürün buradan diğer kıtalara yayıldığı anlatılır. Bugün hâlâ buna inananları görmek mümkün.

Bu dönemde yabancı bilim adamlarından da yararlanılmış ve çeşitli yollarla çeşitli dillerdeki kelimelerin kökenlerinin Türkçe olduğu kanıtlanmaya çalışılmıştır. Tamamen üstün yetenekleri sayesinde uydurdukları V+K, V+Ğ gibi kanunlarla her kelimeyi kafalarına göre Türkçeleşmiş sayıyorlardı. Kelimelerin toplum tarafından benimsenmesi veya kullanılıp kullanılmaması onları ilgilendirmiyordu. Bu sebeple de bu çalışmalar, zamanla marjinal çalışmalar olarak kabul edilmiş ve kimilerine göre de tatlı bir anı olarak görülmüştür.

Oysa bütün bu aşırı ulusçu yaklaşımlar, bugünkü Kürt sorununun ve diğer birçok sorunun ortaya çıkmasına kaynaklık etmektedir. Bu dönemde Türkçe ezan, Kürtçe konuşmaya para cezası ve asimilasyon politikası bu coğrafyadaki her halka uygulanmaya çalışılmıştır. Bu sebeple de bu dönemde neler yapıldığının Türkiye gençliğine açık açık anlatılması gerekiyor. Ki bu tür çalışmaların yapıldığı dönemde Emir Celadet Ali Bedirhan, şu uyarıda bulunuyordu: “Türkçülük hareket ve teşebbüsleri gayri Türk unsurları isyan ettiriyor ve onlara Türk olmadıklarını ve hakiki milliyetlerini daha ziyade hissettiriyordu (Mustafa Kemal’e Mektup, s. 24).”

Devamı sonraki yazımda…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
13 Yorum
İbrahim Genç Arşivi