İbrahim Genç

İbrahim Genç

Hutbeyi anlamayan müslüman

Hutbeyi anlamayan müslüman

Türkiye’de onlarca yıldır süregelen adaletsizlikler, haksızlıklar ve zulüm karşısında insanlar uyudu. Ülkenin bir tarafında cehenneme çevrilirken kentler, köyler, yaylalar; bir tarafta da kendilerini “efendi” görenler ense yaptılar.

Tarih kitapları yalan söylüyordu; ama tenezzül edip araştırmadılar. Bilim adamları ve siyasetçileri ve de televizyon ve gazeteleri onları kandırıyordu; ama bir ideoloji adına kandırılmanın eşsiz hazzını tattılar. Camilerin vaazlerinde ve hutbelerinde bir halka beddualar okundu; ama biri çıkıp da “Ey hatip! İslam’ın kendisi barışken sen nasıl böyle dersin?” demedi. Böylece Allah, kadim toprağın ve büyük medeniyetlerin mirasyedilerinin ruhundan ve kalbinden merhameti, şefkati ve affediciliği aldı. Geride kin ve öfkenin esiri olmuş, kendi zulmünü hoş gören; bağlı olduğu inancın temellerini bile unutan şuursuz bir Müslüman profili kaldı.

Müslüman’ın Kur’an ayetlerindeki ve Peygamber Efendimiz’in hadisindeki nitelikleri gayet açıkça zikredilirken; ülkemizde Müslümanlar bu nitelikleri taşıyamadı. Kendine dindarım diyenlerin katı, sert ve çoğu zaman vicdansızca sarf edilen sözlerine şahit oldu insanlar.

Öyle ki bir Başbakan çıkıp da “Dindar ve kindar” kelimelerini yan yana kullanabiliyordu. Bir başka dindar (!) siyasetçi, insanlar ölmesin diye büyük bir adım atılırken bunu yapanlara “Cehennemin dibine gitsinler” diyebiliyordu. İşin tuhafı da insanlar kin ve öfkeye dair şeyler söylerken, gittikleri camide Cuma hutbelerinde imamlar tam dersini söylüyorlardı. Burada diğer bir ilginç nokta da hutbeyi veren imamın da ve dinleyenlerin de şuursuz olmasıydı. Çünkü hutbede okunan ayet ve hadisler anlaşılabilseydi, Batı’nın Kürtleri anlaması kolay olurdu.

ÖFKE VE ŞİDDET

Ülkemizde dindar olup da yüreği kin ve öfkeyle perdelenmişleri görüp üzülürken Cuma hutbeleri bana hep bir umut vermiştir. Mesela bizzat Diyanet İşleri Başkanlığının verdiği hutbelerden olan 30 Mart 2012 tarihli “Öfke ve Şiddet” hutbesi, bir Müslüman’ın öfkesine yenik düşmemesi gerektiğini anlatıyordu.

Hutbenin girişinde okunan hadis “Gerçek pehlivan güreşte rakibinin sırtını yere getiren değil, öfkelendiğinde öfkesini yenip, kendini kontrol edebilen kişidir.” diyordu. Hutbenin devamında okunan ayet “Onlar, bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcayanlar, öfkelerini yenenler, insanları affedenlerdir. Allah iyilik yapanları sever.(3/134)” emrini veriyordu.

Bununla ilgili olarak yine bir sahabenin Peygamber Efendimiz’den bir nasihat istediğinde Peygamberimiz’in “Öfkelenme” dediği ve bunu üç defa tekrar ettiği vurgulanıyordu. Hutbede öfkelenenlerin doğru düşünemeyeceği, çok kolay hatalar yapabileceği ve sonra da pişmanlıklar duyacağı dile getirilirken şu hadis okundu: “Biriniz öfkelendiğinde ayakta ise otursun. Yine sakinleşmezse yanı üzere yatıversin.” Devamında da yine Peygamber Efendimiz’in “Biriniz öfkelendiğinde sussun.” sözlerine vurgu yapılıyordu. Hutbesini imam “ Kalpte Allah sevgisi ne kadar çok olursa insanın öfkesini yatıştırması o kadar kolaylaşır. Çünkü Allah’ın öfkelenmeyi sevmediğini, bilakis öfkeye hakim olmayı emrettiğini bilen insan; her şeyden önce Rabbini hoşnut etmek, onun rızasını kazanmak için öfkesini yenmeye çalışır.” şeklinde bitiriyordu.

ŞEFKAT VE MERHAMET

Ülkemiz Müslümanları, Türkiye’de onlarca yıl zulüm görmüş başta Kürt halkı olmak üzere diğer halklara sahip çıkması gerekirken bunu yapmadılar. Oysa İslam’da emir gayet netti: Öfkelenme ve merhamet et! Tabi özellikle Kürt illerinde Kürt çocuklarına bile olmadık eziyetler yapılırken, Van depreminde yüzlerce insan ölürken kendine Müslüman’ım diyen kimi kesimler “oh olsun” diyordu. Oysa 05 Ekim 2012 tarihli “Şefkat ve Merhamet” adlı hutbe, Müslümanların böyle olamayacağını dile getiriyordu.

Hutbenin başında imam sözlerine “Şefkat ve merhamet, katı kalpliliği yumuşatan, kin ve düşmanlığı eriten, nefretin yerine muhabbeti getiren, insanları birbirine yaklaştıran ve bağlayan bir vasıftır” şeklinde başlayıp “O Allah ki” dedikten sonra “Merhamet etmeyi kendine farz kılmıştır. (6/12)” ayetini okuyordu. Hutbenin devamında Allah’ın merhametli oluşu ve Peygamber Efendimiz’in kişiliği ayet ve hadislerle dile getiriliyordu.

Merhametin en çoğunun Peygamberimiz Hazreti Muhammed (s.a.s)’te olduğu belirtildikten sonra bu husus “Alemlere rahmet olarak gönderilen (21/107)” ayetiyle tasdik ediliyordu. Çünkü Peygamberimiz kendi şahsı için asla öfkelenmeyen, kendi davası açısından kendisine kötülük edenlere düşmanlık etmeyen biriydi. Bu yüzden Allah şöyle buyuruyordu: “Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. (3/159)”

Hutbede Peygamberimiz anlatılırken onun insanlık için çektiği cefalara karşı nasıl sabırlı olduğu da dile getiriliyordu. Burada özellikle Taif seferi önemlidir. Çünkü Peygamberimiz, Taif’te hakarete uğramıştı ve eziyet görmüştü. Buna dayanamayan Allah, Taiflileri cezalandırmak isterken Peygamberimiz “hayır” demişti. Taiflilerin bilmediklerini ve bir gün hidayet olunacaklarını dile getirip dua ediyordu. Bunun yanında yine Mekke’nin fethinde Peygamberimizin tavrı çok önemlidir. Mekkeliler ona en kötü eziyetleri yaparken o, “özgürsünüz” diyordu. İmam hutbesini şu hadisle bitiriyordu: “Siz yerdekilere merhamet edin ki göktekiler de size merhamet etsin.”

AFFETMEK VE AFFEDİLMEK

Yazımızın başından beri ayetlere ve hadislere rağmen Müslümanların şuursuzluğunu dile getiriyoruz. Bugünlerde ülkemizde bir barış süreci var. Artık acıların yaşanmaması ve gelece güzel şeyler ekmek için toplumsal bir kucaklaşma, eşit ve adil bir yaşam hayaliyle bir şeyler yapılmaya çalışılıyor (Tabi bu konuda hâlâ AKP’nin amacı meçhul).

Takip edebildiğim kadarıyla bazı yerlerde tesettürlü kadınlar ve dindar kesimler bu sürece karşı çıkıyorlar. Kendi acılarından bahsediyorlar. Tabii kendi acılarından bahsederken karşı tarafın yaşadığı acıları hiç merak etmiyor, anlamaya çalışmıyorlar. Koşulsuz bir kucaklaşmanın, anlamsız bir didişmeden daha hayırlı olacağını düşünmüyorlar.

Oysa 21 Aralık 2012 tarihinde bazı camilerde okunan “Affetmek ve Affedilmek” adlı hutbede Kur’an-ı Kerim’de tavsiye edilen güzel ahlaklardan bir tanesinin affetmek olduğu dile getiriliyordu. İmam hutbenin başında yukarda da yazdığımız Al-i İmran suresinin 134. ayetini okuyordu.

Hutbede çok basit şeylerden bile insanların intikam duygusuyla hareket etmelerine değinildikten sonra “Halbuki affetmenin vereceği mutluluklar, intikam almanın vereceği hazdan hem daha kalıcı hem de sonucu itibariyle daha hayırlıdır. Kimi insanlar affetmekle mağlup olduğunu ve onurunun incindiğini düşünebilir. Halbuki affetmek zilleti kabul etmek değil, aksine şerefli olmayı başarmaktır.” deniyordu. Devamında Allah’ın affına mazhar olmanın da yine affetmekten geçtiği dile getiriliyordu.

Hutbenin devamında yine Peygamber Efendimiz’in Uhud savaşında mübarek dişini kırıp kendisini yaralayanlara beddua etmeyip hidayetleri için dua etmesi, Taiflilerin yaptıkları karşısında takındığı tutum, savaşta esirlere yaptığı muamele dile getirilip Araf suresinden şu ayet okunuyordu: “Sen af yolunu tut, iyiliği emret, cahillerden yüz çevir!(199)”

Müslümanların birbirilerinin haklarını gözettiği, birbirilerine zulmetmediği, birilerine yapılan zulme gözlerini kapatmadığı günlerin dileğiyle…

Tüm İslam aleminin Miraç kandilini kutlarım…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
İbrahim Genç Arşivi