M. Latif Yıldız

M. Latif Yıldız

Herkesin bir cemaati var

Herkesin bir cemaati var

Genelkurmay Başkanı"nın gündeme getirdiği dini istismar ve siyasal sosyal hayatın üzerinde güç kazanan “Cemaatler” tarif edince var olan onlarca gündemimize yeni bir gündem daha eklendi.

 

Cemaat realitesi Ortadoğu ve Anadolu toprakları üzerinde günümüzün meselesi değil. Anadolu topraklarında İslamiyet"in filizlendiği 950 yıl öncesinden günümüze kadar “Tarikat ve Cemaat” süre gelen bir realite; bir olgudur.

 

Öyle ki, Osmanlılar İmparatorluk kurduktan sonra Padişahların bile bir tarikatı vardı. Örneğin Sultan II. Abdülhamit Dardavi ya da Şazeli olarak bilinen tarikata bağlıydı. Üstelik Abdülhamit döneminde Rufai Şeyh"i Saray"da yaşardı. Sultan Reşat Mevlevi"ydi.

 

Cumhuriyet öncesine kadar varlıklarını sürdüren tarikat ve cemaatlerden bazıları Ansiklopedik listelerde şöyle yer alıyor: Bayrami, Bedevi, Bektaşi, Celveti, Cerrahi, Gülşeni, Halveti, Kadiri, Mevlevi, Melamilik, Nakşî, Rufai, Saadi, Sinani, Sümbülli, Vahabi, Yasevi.

 

Cumhuriyet"in ilanı ile resmi kapı kapandıysa da fiiliyatta asla yok edilemedi. Bugün Türkiye"nin hemen her bölgesi, şehri ya da kasabasında küçük ya da büyük; gizli ya da açık faaliyetlerini sürdüren tarikat ve cemaatler vardır.

 

Tarikat veya Cemaatlerin belirgin ve etkili olup Osmanlıdan günümüze kadar sürenlerden bazılarını şöyle sıralayabiliriz: Bektaşilik, Bayramilik, Biberiye, Celveti ye, Kadirilik, Mevlevilik, Melamilik, Nakşîlik, Rufailik, Şazeliye, Ticanilik, Vahabilik ve Yasevilik.

 

Cumhuriyet döneminde ortaya çıkan ve tarikatten çok cemaat olarak nitelendirilerek öne çıkanları ise şöyle: Arvasilik, Fethullahçılık, Işıkçılar, Nurculuk ve Süleymancılık belirginleri olsa da; Nakşî, Kadiri-Rufai, Halveti, Kalemi kökünden gelerek farklı bir kulvar çizen İsmail ağa, Muhammedi ye, Galibiler, Kırkıncı Hoca, Uşşakiler, Menzilciler, Tillocular, Hazneviler, Hakikatçiler, İskender Paşa, Melamiler ve Erenköy gibi bir çok cemaat var.

 

Tabii, bu liste her an her zaman değişmektedir. Ancak son zamanlarda söz konusu cemaatler içinde öne çıkan ve yalnız Türkiye değil Müslim gayri Müslim sayısız ülkede okul ve eğitim adı altında ağ gibi dünyayı saran Fethullah Cemaatidir. Önceleri Said-i Nursi ve Risaleleri çizgisinde yol aldı. Ancak zamanla farklı bir kulvarda kendi ekolünü oluşturdu.

 

Bu arada cemaatlere son zamanlarda bir takım siyasi örgütlenmelerde eklendi. Bunların başında İBDA-C, Hizbullah, Hizb-ut Tahrir ve Milli Görüş adı verilen cemaatler gelmektedir.  

 

Cumhuriyet tarihinde özellikle 1950"li yıllardan sonra günümüze kadar sırtını bu tarikat, cemaatlere dayanan partiler ve siyasilerin var olduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz.

 

Zaman içinde bazı tarikatlar ve cemaatler 1450 yıllık ilke ve prensiplerinden koparak günümüzde siyaset yapan ve ülkeyi yönetmeye talip siyasi organizmaların içine girerek onları etki altına almakta, bu partilere ve yöneticilerine yön vermeye başladılar. Erbakan, Recai Kutan, Aykut Edibali, Haydar Baş, Yaşar Nuri Öztürk, Rahmetli Özal, Türkeş ve Muhsin Yazıcıoğlu cemaat etkisinde kaldıkları ileri sürülen bazı isimlerdir.

 

İnanca bağlı cemaatlerde bu gelişmeler olurken 12 Eylül darbesinden sonra dini kisvenin dışına çıkan, rejimi ve laikliği ön plana çıkartan cemaatler oluştu. Kendilerine grup, oluşum deseler de gerçekte bir nevi cemaatler oluşturmaya başladılar. Tehditlere karşı kendileri gibi düşünenleri bir araya getirmek savıyla karşıtlarını güç kullanarak bertaraf etme yöntemini seçtikleri son dönem operasyonlar ile iddia edilmekte. Bu yüzden her ne kadar isim olarak kendilerini cemaatle eşleştirmeseler de, dernek, vakıf, yardım kuruluşu, siyasi parti kolları, parti ve benzeri isimler adı altında cemaatlere gibi aynı yöntem ve sistem ile çalışan Sivil Toplum Kuruluşları oluşturdular.

 

Bazı örnekler verecek olursak, Kuvvay-i Milliye Derneği, Atatürkçü Düşünce Derneği, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, Deniz Feneri, ÇEV, SEV gibileri öne çıkartılıyor.

 

Bugün için şaibelerden uzak görünen Kadın Dayanışma Vakfı, İnsan Hakları Derneği, Muzlumder, Stratejik Araştırma Merkezi, Eğitim Gönüllüleri Vakfı, SODEV, TEMA, TESEV, TUTEV, TOSAV, Alperenler, Ülkü ocakları, Parti gençlik kolları gibi çok sayıda vakıf, dernek, siyasi ve sosyal oluşumu destekleyen eğilimler de küçük büyük kendi cemaat ve gruplarını oluşturmaya başladı. Hatta söz konusu organize çemberine Türkiye ekonomisine yön veren Odalar, MÜSİAD, TÜSİAD, AKTİSAD, TÜGİAD gibi oluşumlar ve bazı Üniversiteler ya da Rektörlerin de saflarını belirlediği görülüyor.

 

Peki, bu gelişme yani bir nevi sivil örgütlenme iyi mi, kötü mü?

 

Tabii ki çok iyi ve de son derece yararlı bir gelişme. Ancak bizdeki gibi militarist bir vesayet ve cemaat ile tarikat güdümlü kağıt üzerinde adı demokrasi olan bir ülkede doğru çizgide bir yol izlemelerine fırsat verilmiyor. Çünkü bu örgütlenmelerin birçoğu toplumun, halkın, bireyin refahı, huzuru, özgürlüğü, demokratik hakkı için kurulurken zaman içinde yanlış yöneticilerin elinde, belli örgütlerin güdümünde başka mecralara yelken açıyorlar. Birçoğu siyasi parti ve belli kurumların payandası oldukları için tamamen başka işlevlere kanalize edildiklerini son 59 yılda seçim dönemleri ve son operasyonları ile gün yüzüne çıktı.

 

Dini tarikat ve cemaatler siyasi partiler yoluyla devleti elde etmek, rejimi yıkmak, şeriatı getirmek ile itham edilirken; Ergenekon operasyonu ile gözaltına alınan ve tutuklananlar ise hükümete karşı darbe girişimi, inançları ortadan kaldıran laik bir rejimi iktidar yapmak, militarist bir yönetimi hâkim kılmak ile suçlanmakta. Kürt sorununu sesli dile getirenler de ülkeyi bölecekler endişesiyle dalgalar halinde operasyonlar ile susturulmakta.

 

Bunlar olurken, bir çıkışta Genel Kurmay"da geldi. 199 gazeteci ile onlarca TV"de canlı yayınla Başbuğ konuşmasının içine dini cemaatleri taşıyarak şunları söylüyordu:

 

“Bugün bazı cemaatler özellikle ekonomik güç olmaya, daha sonra sosyal politik yaşamı biçimlendirmeye, dine bağlı tek tip yaşam tarzı olarak sosyal kimliklerini ortaya koymaya çalışmaktadır. (…)  Cemaate giriş ve çıkış çok farklı dinamiklere bağlıdır. Bu koşullar altında, dinsel cemaatlerin, hele çevresinden örgütlenmişse, sivil toplum hareketi olduğunu öne sürmek çok güçtür” diyordu.

 

Aslında bu Genelkurmayın bir tespitiydi. Doğru, yanlış hukuki ya da değil; yorumunu sizlere bırakıyorum. Dünya üzerinde yalnız bizde Genel Kurmay askeri alan dışında siyasi görüş bildirdiğini söylersem sanırım arife tarif gerekmez.

 

Dini tarikat ve cemaatleri gündeme getirmek, cemaatlerin siyaseti rotasından çıkardığını ileri sürmek; toplumun inanan-inanmayın, dindar-dindar olmayan ayırımına götürüldüğünü, insanların kutuplara ayrıldığını söylemek yerinde bir tespit. Fakat aynı şekilde dernek, vakıf, Sivil Toplum Örgütü, Sendika, Siyasi Parti, Oda ve benzeri isimler altında kurulan bazı oluşumların da Türk toplumunu laik-laik olmayan, çağdaş-çağdışı, Atatürkçü- Atatürkçü değil, Türk – Türk olmayan, Ulusalcı- Ulusalcı olmayan bizden-onlardan vb. Ayrışımlara götürdüğünü de görmemezlikten gelemeyiz.

 

Söz konusu amaçlar için öğrenci okutmak, hastaneler kurmak, üniversite gençlerine sahip çıkmak, çocukların okula gitmesini sağlamak, örgütlenmek için vakıf, dernek ve siyasi partilerin aracılığı ile kendi arka bahçelerine oluşturma çabaları içinde olan bazı ayrıştıran, bölen her kim olursa olsun görmek gerekmez mi?

 

Türkiye giderek dini ve siyasi cemaatlere bölünmektedir. Sağ ve sol yerini inanç, tarikat ve cemaat görüşüne göre yaşamak isteyenlerle; laik – ulusalcı, Kemalist çizgiye uygun yaşamak isteyen cemaat ve gruplar ülkesi haline geldik. Oysa iki görüşün de kaynaşma değil; bölünme ayrışma getirdiğini görmezden geliyoruz. İki görüşün de yanlış yöntemleri yüzünden beraberliğimizi sağlamada kendine göre birtakım yanlışlıklar içindedirler.

 

Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde Kürt halkının yerel yönetim seçimlerinde oyunu Kürt sorununa sahip çıkan DTP"ye verdiği için laik, laik olmayan bütün siyasi partiler AKP"ye destek için bölgedeki her türlü tarikat ve cemaatsel oluşumunu görmemezlikten gelmedi mi? Yetmedi AKP"ye açıkça destek verildi. Peki, geçmişte PKK"ye karşı JİTEM"in Hizbullah"ı desteklemesinden ne farkı var? Seçimlerden sonra AKP verilen bütün desteğe rağmen bölgede başarılı olamayınca gözaltı ve tutuklama furyası başlatıldı. Yaygın medyanın yarısı Ergenekon operasyonlarına karşı çıkarken ne hikmetse söz konusu DTP, yönetici ve üyeleri olunca, "onlar PKK"lı" denilerek hukuku hatırlayan yok. Bu ne kadar etik ve doğrudur?

 

Fırat"ın batısında, Laik ve ulusalcılar lehine tarikatçı ve cemaatçi oluşumları karalamak, onların üzerine gitmek ve çeşitli suçlamalar ile itham edilmedi mi? Fırat"ın doğusu ve batısı için güdülen çifte standart ne kadar doğru ne kadar etik bir yaklaşımdı?

 

Cemaatleşme ülkenin bekası ve geleceği için tehlikeliyse, dini, milli, laik, ulusalcı ya da etnik motife bürünmesi fark eder mi? Ülkenin insanları arasında bölünmeye yol açıyorsa adı ve rengi ne olursa olsun iyi bir yol ve yöntem olmadığından hareketle devlet “cemaat“ görüntüsü veren her tür oluşum ve örgütlenmelere kaşı yasal çizgide hepsine aynı mesafede olması gerekmez mi?

 

Gayrimüslimleri Müslümanlaştırmaktan, Kürtleri Türkleştirmekten, Alevileri Sünni, dindarları laik yapmaktan cemaatler ne zaman vazgeçecekler? Kimi İslam"ı, kimi Kürdü, kimi Alevi"yi, kimi laik"i, kimi Kemalist"i, kimi gayrimüslimleri potansiyel suçlu gören cemaat ve gruplar ülkenin altına dinamit koyduklarının farkındalar mı?

 

İktidardakiler de Yargıyı kullanarak korku topumu oluşturmak, susturmak, sindirmek doğru değil. Karşılıklı korku yerine diyalog ortamı yaratılmalı. Dinsel, ekonomik, siyasi her ne ad altında olursa olsun cemaatlerin toplum yararına olmayan isteklerine boyun eğilmemeli.

 

Bakınız 7 milyonluk İsviçre"de onlarca ırk, onlarca dil, onlarca din ve 26 kanton bulunmakta. Nüfusun 5 misli Sivil Toplum Örgütleri ve cemaatler var. Anayasası 1874 yılında yapılmış 135 yıllık bir anayasadır. Ama Dünya üzerinde huzur, refah, mutluluk ve demokrasi örneği olarak gösterilen bir ülkedir. Bu kadar çok dil, çok ırk, çok kültür, çok din, çok görüş, çok düşünceli ülkenin kendine özgü özel koşulu olmuyor da bizim neden oluyor?

 

Demek ki çok dilli, çok kültürlü, çok dinli, çok cemaatli olmak, bölgelere ayrılmayı doğru kullanır ve demokratik yaklaşırsan zararlı değil. İsviçre farklı düşünce, görüş ve inancı iyinin, doğrunun en iyi ve doğrusunu bulmak aracı olarak kullandığı için örnek gösteriliyor.

 

Bizde ise, nüfusumuzun beş yüzde biri olmayan Sivil Toplum Örgütlememizi toplumun, bireyin yararına kullanmak varken, bölmek, ayrıştırmak için kullanıyoruz. Senin cemaatin kötü, benim cemaatim iyi görüşünü savunuyoruz. Her görüşün, her partinin radikalleşmiş futbol takımı tutar gibi bir cemaati varsa sorunlarımız ile yıllarca uğraşır dururuz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
M. Latif Yıldız Arşivi