Süleyman Karataş

Süleyman Karataş

Hakkâri’nin Baş Belası

Hakkâri’nin Baş Belası

Başlığı okuyan kimi okurlarımız ne düşünmüşlerdir kim bilir. Hakkâri’nin baş belası ne olabilir acaba ya da neler? Aslında memleketimin baş belası durumunda olan o kadar çok şey var ki. Bunlar saymakla bitmez. Bunların her biri bir kemirgen gibi kemirmektedir memleketimizi. Ta hücrelerimize kadar nüfuz etmiştir. İliklerimize kadar işlemiştir. Zehirli bir sarmaşık gibi sarmıştır dört bir yanımızı. Yalnız bunlardan biri vardır ki yakar da yakar içimizi… Söker de söker ciğerimizi.

Az mı dağladı yüreğimizi? Az mı acıttı biçare gönlümüzü? Az mı can aldı bizden? Nice ter u taze çocukları yetim, körpe gelinleri kocasız, yangın yürekli anaları evlatsız bıraktı; bıyıkları yeni terlemeye başlayan nice civanmerdi vurdu can evinden. Daha hayatının baharında, körpecik, pür u pak, taptaze çiçekleri… Her defasında kıpkırmızı bir gülü kopardı nazenin dalından. Kimi sözlü, kimi nişanlı, kimi evli nice yiğitler baş koydu toprağa… Kimi ise yüreğindeki yangınla girdi toprağın sinesine. Yârin koynuna girercesine…

Kan davası. Bilmem ki nasıl anlatmalı? Nasıl anlatılır bir insanlık dramı? 21. yüzyılda. Bilim ve teknik çağında. Küresel dünyada. Aslında bırakın yazmayı, ağzıma almaktan bile utanıyorum. Ne çare ki hala yöremizin utanç verici, korkutucu bir olgusu olmaya devam ediyor.

Daha bir hafta önce, Yüksekova’da iki çoban, kan davasına kurban gitmedi mi? Memleketimizde hala kimileri, Azrail’in vazifesine soyunmuş ölüm meleği rolünü sürdürüyor. Hala, Allah’ın verdiği canı alma yetkisini kendinde görenler var. 1960-70’li yıllarda çekilen kan davası filmleri hala hayatımızın bir gerçeği. Kemal Sunal’ın “Davaro” filmini bilmem hatırlar mısınız? Bize ne kadar komik gelir değil mi? Hala bıkmadan usanmadan izlediğimiz nadir filmlerden biri. Hatırlayalım: Filmde Sunal’a Şener Şen eşlik ediyor. Bir diyalogda: “Senin dedenin dedesi, benim dedemin dedesini vurdu. Sonra benim dedem de, senin dedeni vurdu. Senin baban benim babamı vurdu. Ben de…”   Keşke o filmler, şu an sadece gülüp geçtiğimiz birer komedi olsaydı. Keşke şöyle geriye dönüp baktığımızda, bizim için mantıksız ve gülünç bir oyundan öte bir anlam ifade etmeseydi. Oysa maalesef hayatımızın değişmez bir trajedisi olmaya devam ediyor. Üzerinden yıllar geçti. İnsanlık geliştikçe gelişti. Teknolojik gelişmeler başını alıp gitti. Dünya küçüldü. Oysa biz yerimizde bile sayamadık, geriledik.(Çünkü dünya dönerken yerinde sayanlar geriler.)

Atalarımızdan arta kalan vazgeçilmez bir miras oldu bizim için. Ye ye bitmez. Harca harca tükenmez. Aylarca, yıllarca, asırlarca… Ataların dinine inanmak bu olsa gerek. Kendi tabirimle Ataizm.(Dikkatinizi çekerim, Ateizm değil) Yani atalara, kayıtsız şartsız bağlı kalmak. Sanırım atalardan aldığımız, suya sabuna dokunmadan günümüze kadar getirdiğimiz, özümsediğimiz en büyük ata yadigârı oldu, kan davası. Hele bunu yiğitlik olarak lanse ederler ya, o zaman kan beynime sıçrar, küplere binerim.

Kan davası ne demek? Kanın davası olur mu? Dava dediğimiz, asil bir hedef uğruna verilen her türlü mücadeledir. Dava, müspet manada kullanılır, menfi bir amaca hizmet edemez. Kan üzerine dava olmaz, can üzerine dava olmaz, ölüm üzerine dava olmaz. Kanı dava olarak kabul edersek, cinayeti, vahşeti meşrulaştırırız. İnsan kanı almanın, asla haklı bir gerekçesi yoktur, olamaz. Bir sonu var mıdır kan davasının? Ne zamana kadar? İnsan kanının bitimine kadar mı? Bir soyun tükenmesine kadar mı? Nereye kadar?

Daha ne zamana kadar, atalarımızın günahını çekeceğiz? Ne zamana kadar, çocuklarımız yetim kalacak? Analarımızın gözyaşları ne zaman dinecek. Bu vahşet; hangi dinle, hangi dünya görüşüyle, hangi ideolojiyle bağdaşır? Hangi mantıkla izah edilir?

Düşünsenize, biri babanızı vuracak, siz gidip onu, onun oğlu gelip sizi, oğlunuz sizi vuranı… Böylece sonu olmayan, kanın sular seller gibi aktığı sonsuz bir yolculuğa çıkıyorsunuz. Korku dolu, ölüm kokulu…  Ama sonu belli bir yolculuk… Sonu ölüm olan bir yolculuk... Fakat ecelsiz bir ölüm…

Gözünüz hep etrafınızda, sağınızda, solunuzda. Kelle koltukta. Her an serseri bir kurşuna hedef olabilirsiniz. Bir değil bin defa ölüyorsunuz her gün. Ölümü her gün yeniden yaşıyorsunuz, yeniden tazeliyorsunuz. Kâh ölüm meleği olup acımasızca can alıyorsunuz, kâh ölüm meleğine kurban… Ama sonsuz, ama sonuçsuz...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Süleyman Karataş Arşivi