Süleyman Karataş

Süleyman Karataş

Hakkâri’de Yaz Akşamları

Hakkâri’de Yaz Akşamları

Bir başkadır Hakkâri"de gece, bambaşka. Gün boyu şehri bir çöl sıcağında kavuran güneş kızgın ışıklarını artık şehrin üstünden çekmiştir. Kavurucu sıcaklık yerini yavaştan hafif yele terk etmiş, hava tel tel kararmıştır.

Şehir kör karanlığa teslim olmuş ve derin bir sessizlik kaplamıştır şehri... Caddeler sakinleşmiş, insanlar evlerine çekilmiş, çarşı tenhalaşmıştır. Cadde boyu görünen tek tük insanlar… Dükkânlar yer yer kapanmış, kimi de büyük bir gürültüyle kepenkleri indirmekte… Devlet daireleri paydos etmiş, işçi ve memurlar, ellerinde poşetlerle evlerinin yolunu tutmuş, gün boyu sabırsızlıkla babalarının yolunu gözleyen çocuklar babalarına kavuşmuştur.

Yol boyu dizili sokak lambaları yanmaya başlamış, yoğun trafik yavaşlamıştır. Evlerde rengârenk ışıklar yanmış, fukara şehir adeta gökkandillerine dönmüştür. Derin bir sessizliğe ve koyu bir karanlığa bürünmüştür gece. Şehri ortadan ikiye bölen ana caddeden gelip geçen tek tük arabaların gürültüsünü saymazsak engin bir sessizlik hâkim geceye…

Hızla gelip geçen arabaların arkalarında bıraktığı toz dumanlar, gecenin koyu karanlığında kaybolmuştur ve görünmese bile temiz ve tozsuz bir hava şehri ablukaya almıştır.

Leziz akşam yemekleri iştahla midelere inmiş, halk; evlerinin balkonlarına çekilip gün boyu çektikleri ıstırapların ve yorgunluğun acısını çıkarırcasına çaylarını yudumlamaya, çerezlerini çıtlatmaya başlamıştır… ve sohbet koyulaşır bir vakit sonra, kahkahalar atılır, gece koyulaşarak alır başını gider.

Bir keyif, bir eğlencedir kısa, yaz geceleri Hakkâri"de ve sürüp gitmektedir. Gökyüzü parlak yıldızlarla dolmuş, Ay henüz teşrif etmemiştir. Derler ya, assolistler en son çıkar sahneye. Yıldızların sahneyi tamamen doldurmasını beklemekte herhalde…

Heybetli ve yüce Bay kalesi üstünde kandiller en parlak ışıklarıyla yanar bu saatlerde. O kadar yüksek ki ışıklar, önceleri yıldız zannedersin ve eğer gündüz gözüyle görmemişsen kesinlikle ayırt edemezsin yıldızlardan. Bir an orada olmak geçer içinden. Yıldızlar kadar uzak, ama bir o kadar da yakın yıldızlara. Orada elini uzatsan, gökyüzüne değecekmiş gibi.

Hakkâri"nin tam orta yerine kurulu Hakkâri kalesinin ışıkları ilişir gözüne sonra. Işıklar sıralı, muntazam ve rengârenktir. Kalenin etrafına simetrik bir çember çizer. Işıkları, ramazan mahyalarından farksızdır. Gecedir. Kaleyi göremezsin. Havada ışık hüzmesi zannedersin önce. Havada asılı ışıklar… Kocaman bir tepe, ya da bir dağdır gündüz gözüyle. Etrafı uçurum, sarp. Kalelik bir durumu yoktur aslında. Kale demeye bin şahit ister. Şehrin ortasında kocaman bir kaya. Tarihi kalıntıların zerresi gözükmüyor…

Bir başkadır Hakkâri"de gece. Bir yel eser, hafif, serin ve hoş kokulu. İnsan bu vakitte dışarı çıkıp cadde boyu volta atmak ister, bir uçtan bir uca. Hele elinde bir de buz gibi kutu kola varsa keyfine diyecek olmaz. Bu yoksa yine sorun değil. Kolayı aratmayacak derecede leziz ve soğuk Berçelan suyu akar belli aralıklarla, yol boyunca uzayan şadırvanlardan. Muslukların altında birleştirirsin avucunu ve yudumlarsın doyumsuz Berçelan suyunu. İçin bir hoş olur, rahatlar, serinlersin.

Gece, koyulaştıkça koyulaşır ve serin yel artık üşütür insanı. Serinlemek için dışarı çıkanlar artık üşümekte ve tekrardan evlerine çekilmektedir. Gece ilerlemiş, evlerde yanan ışıklar yavaş yavaş sönmeye başlamıştır. Şehir gittikçe sessizliğe gömülür. Bir türkü tutturmaya kalksan, şöyle gönlünce yahut hafif bir ıslık, bütün şehir duyacak ve ayağa kalkacak zannedersin.

Yel şiddetli rüzgâra dönüşür bir müddet sonra. Sokaklar bomboş kalır, dışarıda yer yer havlayan sokak köpeklerinin sesi işitilir sadece. Hasretle beklenen Ay teşrif eder sahneye, yıldızlar parlaklığını kaybeder. İnsanlar, gecenin sinesinde derin uykuya dalar ve yapayalnız kalan Hakkâri, gecenin karanlık koynunda kaybolur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Süleyman Karataş Arşivi