İrfan Sarı

İrfan Sarı

Gever enkazının başında

Gever enkazının başında

Üstünde durduğumuz ama metrelerce derininde olduğumuz o nazlı, şirin şehrimize yağan bombaların yarattığı enkaza bakıp bakıp ölüyoruz.

Gever’den söz ediyorum.

Lanet olası bir yıkımdan geçmiş, tabiri caizse yerle “dümdüz” olmuş o en yüksek plato…

Güneyine oturmuş Reşko yükseltisi ve Cilo buzulunun şahitliğinde köküne kibrit çöpü çakılmış.

Ev ev…

Apartman apartman…

Dükkan dükkan…

Hukuk yaşlı mı yaşlı işlemiş, taaa Neron’a dayanır.

İblisi…

Bir milim pay alamamış insanlıktan.

Bedeni baştan aşağı teşhir edilmiş o doğa ananın güzel kızı gever…

Kalbinin üstüne şarapnel.

Gözleri barut kıvılcımı.

Kış günü çay bardaklarına yalan söndürülmüş!

Yalancıların yaraladığı…

Elleri kan, parmakları kan.

Ve uçtan uca parmak izi…

Geceler boyu, korkunç patlama seslerinin altında paramparça olmuş kirişler, kolonlardan tutunan tavan ve ağırlaştıkça çöken betonarme yapılar.

İnsan etinin yanık kokusu…

Yangın yeri olan ana yürekleri.

Alev alev!

Gökyüzüne doğru, yolunu şaşırmış rüzgarların deliliğinde yükselen kapkara dumanlar.

Soğuk gecelerde.

İçin için..

Ocakta pişen yemek kokusu değil anam! Kanlı kanlı insan etinin kokusu dolanmış koca ovayı, koca ovayı yalancı adamcıkların günahı sarmış.

Dağ dağ yalan, ikiyüzlü dost gülücüklü.

Ve bölücüydük düz mantıktan.

Sessiz sedasız, kayıp kaçaktan aldılar hesaplarını.

Bir kent!

Topyekun kümesinden, istinat duvarına dek. Söğüt ağacından kiraz ağacına, elektrik telinden telefon direğine değin…

Paranparça, bölük pörçük, kül, yığın…

Acımasızca…

Yollar, kaldırımlar, bahçeler, evler, ağıllar, odunluklar, apartmanlar birbirine karışmış.

Uzay çağı haritalardan kalmış emareler, yalnız bir boy fotoğrafın arka fonunda, bir eski düğün görüntülerinde ya da rastgele çekilmiş bir karede kadraja oturmuş şehirden ibaret artık.

Bir yaşlı adamın durup durup düşündüğü, bir çocuğun “üç çizgi”sini aradığı, bir delikanlının ilk heyecanını yaşadığı yeri düşlemesi…

Nasıl anlatsam!

Hurda şehir şimdi doğup yaşadığımız el.

Güldüğümüz, kahkahamızın uçurtma olduğu diyardı.

Şimdi,

Tebessümümüzün dahi teneke gibi büküldüğü, gözyaşımızın düştüğü toprağın dahi pas tuttuğu, gülümsememizin dahi kabzasız bir namluya dönüştüğü yer.

Şimdi evet,

Evet, gitmek için yalvardığımız inadımız kaldı geriye.

Yok, artık sarınıp yatacağımız battaniye.

Üstümüzde gökyüzü, altımızda yeryüzü.

Akşam uyursak geceyi teğet geçeceğiz şayet bir uçak sesi yarmasa uykumuzu. O vakit sabah kağıt gibi buruşmuş umudumuzu açacağız belki.

Bir enkazın başında, ip gibi birbirine karışmış demir çubukları görünce karşılaşacağınız bir hayaliniz kalmıyor geriye…

Geriye kalmıyor umut.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İrfan Sarı Arşivi