Süleyman Karataş

Süleyman Karataş

Garibin Çilesi

Garibin Çilesi

Adı: Salman.

Çukurcalı.

Dağlar mahkûmu Cevizli köyünden.

34 yaşında. Evli. İki çocuk babası. İkisi de kız. Büyüğü dört, küçüğü iki yaşında.

 

1995"teki zorunlu göç sonrası Yüksekova"ya yerleşir.

Vasıfsız işçi. Yazın inşaatta çalışır. Kışın, yazdan biriktirdiğiyle, kıt kanaat geçinir. Bir yığın eksikle sürdürür hayatını.

Ekmeğini taştan çıkarır. Her iş gelir elinden. Hiçbir şeyden geri durmaz. Her şeye atılır. Her zorluğa katlanır.

Çoluk çocuğunun geçimi için gecesini gündüzüne katar. Canını dişine takar. Ne bulsa yapar. İnşaat, hamallık, taşımacılık, kalorifercilik, damları süpürme, kar küreme…

 

Bir yandan şehir hayatının zorluğunu, külfetini; öbür yandan terk edemediği köy yaşamının hasretini çekmektedir. İkisi arasında bocalar durur. Ne köyünden kopar, ne de kent yaşamına uyum sağlar. Ne köylü kalır, ne şehirli olur. Zorunlu göçün mahkûm ettiği ısmarlama bir hayatı yaşamaktadır. İki çocuğu ve eşiyle. Yana yakıla. Düşe kalka.

 

Liseyi dışarıdan tamamlar. Bin bir zorlukla. Kitap alacak parası dahi yoktur. Sağdan soldan temin eder, ders kitaplarını. Mihnetle. Utana sıkıla. Yazın inşaatta çalışırken bile, ders kitaplarını ayırmaz yanından. Dinlenme esnasında, alır çayını, köşesine çekilir, açar kitabını, çalışır dersine.

Öyle bir azimle çalışır ki, ne işinden geri kalır ne dersinden. Gece yarılarına kadar ders çalışır. Derslerini tamamlamadan yatmaz.

Erkenden kalkar sabahları. Mahmurlu. Yarı uykulu. Gözlerinden arta kalan düşlerle, hayallerle. Kimi zaman kâbuslarla, korkularla… Ama her seferinde yeni bir güne başlamanın heyecanıyla. Yeni umutlar ve hedeflerin azmiyle, sevinciyle…

 

En büyük hayali, memur olmak. En büyük arzusu. En güzel düşü. En tatlı rüyası…

Memur olma hayalini kurarken, adeta geçer kendinden, göçer bu âlemden. Duymaz artık. İşitmez. Görmez. Kapanır dış dünyaya.

Düşünde, gerçeğinde varsa yoksa memurluk.

Başka şey düşünmez. En büyük hedefi bu. Ne zaman boş kalsa bu hayali kuruyor.

 

İşte yine orada. Bağdaş kurmuş oturuyor. Sırtı duvara yaslı. Nereye baktığı belirsiz. Ama nedense memnun. Daldığı yerde mutlu. Hafifçe gülümser gibi…    

 

“Salman… Salman!”

Hiç oralı olmadı. Yoksa duymadı mı? Eşi yine: “Salman!” diye seslendi. Yine cevap yok. Galiba duymadı. Anlaşılan dalmış yine. Karısını duyamayacak kadar dalmış. İç âleminin derinliklerine doğru yola koyulmuş yine. Donmuş bir film karesi gibi. Hareketsiz. Nereye baktığı belirsiz. Gözleri baktığı yere kilitli. İnce bir tebessüm yayılmış çehresine.

                                                         

Öylece duruyor. Kımıldamıyor. Konuşmuyor. Duymuyor. Sessiz, sedasız duruyor. Bu âlemde olmadığı her halinden belli.

 

Yoksa yine mi memur olma hayallerini kuruyor? Anlaşılan,  yine memur olmuş bizimki. Bu hayali kurmadığı bir an mı vardı ki? Ne zaman boş kalsa dalıp gidiyor. İçinden: “Ah! Bir memur olabilsem” diye geçiriyor. Bir memur olabilsem… Kim bilir ne kadar güzel olur. Her şey değişir o zaman. Her şey… Avuçlarına baktı. Delik deşik parmaklarına. Nasırlı ellerine:

“Ellerim çatlamayacak en azından.” Dedi.

 

Üzerindeki eski, solgun gömleği elledi:

“Rengârenk, ütülü, şık elbiseler…”

 

“Nerdeee? Nerde bizde o şans? Allah"ım bu hep bir hayal mi kalacak?” Diye söylendi.

 

Başını iki yana salladı. Çehresindeki tebessüm yavaştan kayboldu. Bir hüzün çöktü gözlerine. Yüzü asıldı.

…

Önünde zorlu bir sınav var Salman"ın: KPSS. Son yıllarda, adından söz ettirmeye başlamış, fakirin umut ekmeği olmuştur bu sınav. En çok konuşulan sınavlardan biri haline gelmiştir. Neredeyse ÖSS kadar ehemmiyet kazanmıştır. En güzel yönü, torpili ortadan kaldırması. Bu yüzden fakirin, yoksulun, garibanın umudu olmuştur. Hak eden kazanıyor. Hak eden atanıyor, iş sahibi olabiliyor. Bunun için dayı aranmıyor. Birileri devreye sokulmuyor. Hak kaybı yaşanmıyor. Bunun istisnai durumları yok mudur? Vardır elbette. Lakin hâlihazırdaki en iyi uygulamadır diyebiliriz. Sanırım, Ecevit"in kendinden sonraki kuşaklara bıraktığı en güzel miras budur.         

 

Sınava olanca hızıyla çalışmaya başlar Salman. Harıl harıl… Sağdan soldan birkaç KPSS kitabı toplar. Gece gündüz demeden çalışır. Kışın kendini tamamen çalışmaya verir. Dışarı çıkmaz. Gezmez. Eğlenmez. Evden çıkmaz. Soğuk odada büzülür. Omuzlarına battaniyeyi sarar. Üşüye üşüye, titreye titreye çalışır. Saatlerce. Günlerce. Gecelerce. Aylarca. Yorulmak bilmeden. Bıkmadan. Usanmadan. Kimi zaman gece yarılarına kadar. Bazen sabahlara değin.

Çoğu zaman sabah namazının akabinde yatağa girer. Huşu içinde kılınan bir sabah namazının ardından…

 

Evin içi alacakaranlık. Gökyüzü tel tel ağarıyor.

İşte! Dizleri üstüne çökmüş. Avuçları açık, göğüs hizasında. Gözleri kapalı. Dudakları kıpır kıpır. Dua ediyor. Kendinden geçmişçesine. Bir kuş misali, hafif. Huzur içinde.

 

Ya rab!...........

 

Diye başlayan dualarının sonu gelmek bilmez. Dakikalarca seccadede kalır. Kimi zaman başı secdeden kalkmaz. Unutur kalkmayı. En huzurlu anlarından birini yaşar. Kim bilir ne ister rabbinden. Neler geçer gönlünden…

 

Kışın her ayı zemheridir Yüksekova"da. Kara kış aylarca terk etmez ovayı. Sis şehrin üstüne gri bir tül gibi çöker. Şehir, serapa kül rengine boyanır. Kar, beyaz bir kefen gibi kuşanır etrafı. Buz tutar dört bir yanı. Evlerin saçaklarından sarkıtlar sarkar. Su şebekeleri donar. Akan çaylar donar. Arklar, su kanalları donar. Hayat donar. Tepeden tırnağa bu kesilir Yüksekova.

 

Salman kış demez, kar demez, soğuk demez, don demez, buz demez çalışır. Gece gündüz demeden soğuk odada ezile büzüle çalışır. Üşütür. Öksürür. Nezle olur. Grip olur. Yataklara düşer. Yalnız, kitabını ayırmaz yanından. Hasta yatağında, yılmadan yıkılmadan çalışır. Sınavda çıkacak bütün konuları tek tek öğrenir. Kitaptaki bütün soruları çözer. Kendi imkânlarıyla, imkânsızlıklar içinde, her konuyu defalarca okuyarak öğrenir. Öğretmensiz. Dershanesiz. Rehbersiz… Üşüyerek. Titreyerek. Hasta düşerek. Ama asla vazgeçmeyerek. Ümitsizliğe kapılmadan. Bıkmadan. Usanmadan. İnançla. Sabırla. Metanetle…

 

Aylar sonra bir gün Salman KPSS"ye girer. Başarılı bir sınav verir. Büyük bir sevinç içinde evine koşar. Eşine sarılır. Çocuklarını kucaklar, öper, koklar. Heyecanlı bir bekleyiş içinde sınav sonucunu beklemeye koyulur. Geceleyin rüyalarına girer. Gündüzleyin düşlerini süsler.

 

Öksürüğü devam eder. Zamanla balgama dönüşür. Ama o dinlemez. Hiç takmaz. Hiç Önemsemez.

 

Salman"ın özlemle beklediği sonuçlar açıklanır. Sınavdan 75 puan almıştır Salman. Hemen tercih telaşı başlar. Tercihlerini vakit kaybetmeden yapar.

 

Yine büyük bir hasretin kucağına düşer. Bu sefer daha büyük bir özlemle bekler sonuçları. Nefes almakta bile güçlük çeker. Günler geçmez, yıl olur. Dünya durmuş, sanki dönmüyor. Öksürüğü daha bir artar. Balgamı katılaşır. Kimi zaman kanlı akar. O yine aldırmaz.

 

Hafta sonu. Amcaoğlunun düğünü… Herkes halaya durmuş oynuyor. Sazlar çalıyor. Sıtranlar söyleniyor. Her taraf gümbür gümbür. Salman halayın orta yerinde. Terlemiş. Mosmor. Buharlar yükseliyor yüzünden, saçlarından.

 

Halayın en hararetli yerinde, bir ara yalpalıyor Salman. Sendeliyor. Tökezler gibi oluyor ve yerlere yığılıveriyor. Ağzından kanlar sızıyor. Kimse ne olduğunu anlamıyor. Başına toplanıyor herkes. Hemen hastaneye kaldırılıyor. Yoldaki müdahaleler nafile. Beyhude.

Eyvah!

Eyvah ki ne eyvah!

Garibim Salman yolda, hayata gözlerini yumar. Bedeni hala sıcak. Dudaklarının ucunda hafif bir tebessüm. Kim bilir bu tebessüm neye, kime? Belki de en büyük muradına kavuştuğunu görüyordur. Kim bilir memur oluyordur belki. Çilesi bitiyordur.

 

“Garibin çilesi mezarda biter.”

 

İki hafta sonra, bir gün evine bir zarf gelir. Eşi Makbule telaşla açar zarfı. İçindeki kâğıdı çıkarır. Şöyle bir göz atmakla, Makbule taş kesilir. Odun olur. Ağaç olur. Taş olur. Olduğu yere dikilir. Ruhu bedeninden uçar gibi olur. Beti benzi solar. Yerinden kımıldamaz.

 

Kendine geldiğinde elindeki zarfı alır ve mezarlığa koşar. Uçarcasına varır mezarlığa. Salman"ın kabri başında diz çöker. Ve:

 

Salmaaan!

Salman"ıııım!

Kaaalk! Kalk ve gööööör! Diye öyle bir çığlık atar ki, sesi doldurur ovayı. Yankılanır dört bir yanda. O gün, o çığlıkla Yüksekova"da şimşekler çakar, gök gürler. Sema ses verir Makbule"nin sesine. Ovada bu çığlığı duymayan kalmaz o gün. Makbule döver dizlerini. Yırtar, parçalar kendini. Yumruklar, deler bağrını.  

Salman kadrosuna mezarda kavuşur.

Artık memur olmuştur Salman.

Salman"ın çilesi mezarda bitmiştir.

“Garibin çilesi mezarda biter.”

Önceki ve Sonraki Yazılar
Süleyman Karataş Arşivi