M. Latif Yıldız

M. Latif Yıldız

Dindar faşistlik

Dindar faşistlik

Bir yazı bu kadar güzel yazılır. Bir yazıda din adına ahkam kesen faşist, militarist dinci kafa bu kadar teşhir edilir. Sanki bu günlerin geleceğini bilmişçesine aylar öncesinden bu teşhisi koymuş. Bazen diyorum ki o mu beynimi okuyor, ben mi onun beynini okuyorum doğrusu anlayamıyorum.

Belki o babanın (Çetin Altan) 1968 – 1969 yıllarında İstanbul Üniversitesi önündeki mitinglerinde; Kadırga Öğrenci yurdunda Amerika 6. Filoya karşı pankart hazırlarken din adına Amerikan taraftarı birilerin saldırılarına uğrarken ben o babanın öğrencisiydim.

Ahmet Altan da o babanın soyundan, geninden evladı olarak yetişince; dünya görüşü ( inanç ve iman bakımında baba oğulla çok farklı kulvarlardayım. Ama dinci – ırkçı, faşistlerden Altanlardan da çok daha uzak bir diyardayım.) insani, ahlaki, demokrasi, hak, hukuk, eşitlik gibi erdemlerde paralel yani aynı düşünüyoruz.

Belki de o yüzden ya o benim ya da ben onun beynini okuyorum. Zihnimden geçenleri yazan yorumları, görüşleri, düşüncelerini okudukça onda kendimi, kendimi de onda buluyorum. Bana göre Taraf gazetesini çıkaran, yönetenler bir yana Ahmet Altan bir yana. 

Eminim bir çoğunuz okumuşsunuzdur, ama yazılı bir kayıt koymak ve belki olur ya okumayanlarınız var diye o yazıyı kısmen köşeme taşımayı uygun gördüm.

Uygun gördüm diyorum çünkü kutsal bir Cuma gününde Yeni Akit yazarı Hasan Karakaya denilen kişi! 18 Mayıs 2012 de köşesinde Uludere katliamı için “Uludere’ye akıtılan gözyaşı, PKK’ya verilen can suyudur” başlıklı makalesiyle bu cenahın gerçek yüzünü deşifre eden bir yazı kaleme aldı.

Yine Hayrettin Karaman’ın yaklaşımına her ne kadar Altan Tan “Söyle hocam, İslam ümmeti içindeki kavim hakları nelerdir?” sorusu ile gereken dersi verse de; dindarlık kisvesi altında faşist, militarist, milliyetçi, ırkçı soslu yazı ve makaleler çıkmadan Ahmet Altan’ın yazdığı aşağıdaki yazı hatırıma geldi.

Bu dindar faşist bakışa karşı bakın Ahmet Altan gelmeden geleceği nasılda aylar öncesinden görmüş ve yazmış birlikte bir kez daha okuyalım.

 “Nevruz, Kemalizm ve din” başlıklı 21 Mart 2012 Çarşamba günkü yazısından:

“Kemalizm’in en büyük ve en korkunç zaferi, dindarların damarına milliyetçilik zehrini enjekte etmek oldu. İki büyük kazanç sağladı böylece.

Birincisi, tasavvufta billurlaşmış olan sevecenliği, hoşgörüyü, “yaratılanı yaratandan ötürü sevme” yeteneğini içselleştiren bir din anlayışının ortak bir kültür zemini oluşturmasını ve bu ortak kültür çerçevesinde bir “hakkaniyet” mücadelesine girişebilme gücüne ulaşmasını engelleyerek kendini “tekleştirmeyi” becerdi.

İkincisi de, sürekli olarak ezdiği, horladığı dindarları, her istediğinde milliyetçilik dizginleriyle durdurup denetlemeyi ve kendi amaçları için kullanmayı başardı.

Dindarları Kemalistleştirdi.

Dindarları dinleyin, anlattıkları mesellere, söyledikleri hadislere kulak verin, hep “hoşgörüden, şefkatten, merhametten, adaletten” söz ettiklerini göreceksiniz.

Peygamberinin “veda hutbesinde” kavmiyetçiliği lanetlediği bir dinin mensuplarının kendilerine İslam’ın geçmişinden bir milliyetçilik hikâyesi çıkarmalarının pek kolay olmayacağını zaten görürsünüz. Ama aynı dindarların “ameline” baktığınızda, karşınıza milliyetçiliğin o çirkin hoyratlığı çıkar.

Bu ülkenin dindarlarını “Türk-İslam” sentezine inandırmış bir sistem var karşımızda.

Sosyalizm karşısında “nasyonal sosyalizm” neyse, İslam’ın karşısında “Türk-İslam” sentezi de odur bence.

Elbette bu konuları benden çok daha iyi bilen insanlar var bu ülkede, sıradan bir mümin bile bunları benden iyi bilir ama bizim dindarların “milliyetçilik-din” ilişkisini kalabalıklar önünde konuşmaktan ne yazık ki ödleri patlar.

Tek tek konuştuğunuzda İslam’ı bilen her dindar size “dinde milliyetçiliğe yer olmadığını” söyler ama bunu yüksek sesle gündeme getirmez. Böylece bu ülkenin “demokrasiye, eşitliğe, özgürlüğe” ulaşması iki kanattan birden kesilmiştir, ne Kemalizm’den varabilirsiniz oraya, ne de dindar muhafazakârlardan varabilirsiniz.

Muhafazakârların bir cila olarak kullandıkları dinin altında, o dindarlığı kavruklaştıran milliyetçilik zehri akar. Kemalistlerle muhafazakâr dindarlar arasında aslında “ideolojik” bir kavga, ideolojik bir anlaşmazlık yoktur, bir iktidar savaşıdır yaşadıkları.

Namaz kılan milliyetçilerle, dans eden milliyetçilerin, “sarayın iktidarını” kim alacak kavgasını izleriz biz. Hepsi aynıdır. Hepsi milliyetçidir.

Birinin Batılılığı, öbürünün dindarlığı sadece görünüştedir, ikisi de aynı milliyetçilik ağacının iki farklı dalıdır sadece.

Bakın, on yıldır bu ülkeyi “dindar” bir hükümet yönetiyor, neredeyse son üç yıldır memleketin “rakipsiz” iktidarı bu dindar insanlardır, peki, Kemalistlerin milliyetçiliğinden farklı bir milliyetçilik anlayışı görünüyor mu ortada? Yooo.

Aynı hoyratlık, aynı nobranlık, aynı “benden olmayan benim düşmanımdır” anlayışı. Şu “dindar” hükümetin devr-i iktidarında yaşananlara bir bakın.

Kürtler karşısında Kemalist basınla muhafazakâr basın arasında hiç bir fark olmadığına rahatça tanıklık edebiliyorsunuz.

Başbakan Erdoğan ve AKP, bir ara bu milliyetçilik barikatını aşacak, dindarların ruhundaki Kemalizm’i temizleyecek, tarihimiz ve geleceğimiz açısından muhteşem bir adımı atacak gibi davrandılar ama sonra özlerindeki Kemalizm’e ve milliyetçiliğe geri döndüler.

Üstelik gerçek bir dindarın bu milliyetçilikten utanması gerektiğini bile bilmiyorlar, bir matahmış gibi bununla övünüyorlar.

Bunca dindarımız, bunca din âlimimiz var, biri çıksın da bize bir dindarın nasıl milliyetçi olabileceğini anlatsın, Veda Hutbesi’ni bizim anlayabileceğimiz gibi bir yorumlasın. Bizim “modernler” dinden, dindardan korkarlar. Dinden korkacak bir şey yok.

Tehlike, dindarların gerçekten dindar olmaması, o dindar kisvenin altında milliyetçi bir bedenin bulunması, asıl büyük tehlike din değil milliyetçiliktir çünkü.

Neticede, dindarı da, moderni de, Sünni’si de, Alevi’si de, Türk’ü de, Kürt’ü de Kemalist olan bir ülkede yaşıyoruz, hepsi de “sadece kendi benzerlerinin” başta olacağı bir iktidarı hayal ediyor, hepsi de kendine benzemeyene düşmanlık besliyor, hepsi de “tek adam” anlayışına tapınıyor, hepsi de kendi ırkını bir damga gibi alnına vuruyor.

Hepsi de Kemalizm bağımlısı. Bir gün bu zehirden kurtulabilirler mi? Bu zehrin kendilerini yok edeceğini kavrayabilirlerse, belki...”

Evet, Hasan Karakaya, Hayrettin Karaman ve avanelerinin gerçek yüzü bu. Dinliyi, imanlıyı, inanan kesimi rencide eden, küçük düşüren; çıkarı için iktidar, güç ve muktedirlere yalakalık yapan dinci, taraftar medya zihniyeti bu. Daha fazla izaha gerek var mı?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
M. Latif Yıldız Arşivi