İbrahim Genç

İbrahim Genç

Çin’in Kürt sorunu

Çin’in Kürt sorunu

Dünya üzerinde kendini yegane iktidar kılma-iktidarı paylaşmayı reddetme- güdüsünün ağır sonuçlarını her zaman güçsüz kesim çeker. İktidarı ele geçiren kesim, kendinden olmayanları ezme ve sindirme politikalarıyla bertaraf etmek için politika üretir. Bu politikanın ikinci bir ayağını da etnik kimlikleri tarihlerinden soyutlama ve böylelikle asimile etmektir. Bunun sonucunda da asimilasyona gösterilen direnç-refleks de yerel ya da bölgesel çatışmaların çıkmasına neden olmuştur. 


Bu refleks ve direncin bir örneğini de şu an Çin Halk Cumhuriyeti'nde meydana gelen olaylarda görüyoruz. İki Uygur işçinin öldürülmesi üzerine Uygur halkının bunun araştırılması yönündeki talepleri Çin hükümeti tarafından görünmezden gelinmiş ve Uygurların demokratik haklarını kullanıp gösteri yapmaları da şiddetle bastırılmaya çalışılmıştır. Bunun üzerine iç çatışmayı andıran görüntüler yansıdı objektiflere. Sokaklarda elinde balta, nacak, sopa olan gözü dönmüş insanların linç ederek öldürmek için dolaştığı sahneler gördük. Bunca kin ve öfkenin kaynağı ne olabilir?

Bir muhabirin mikrofon uzattığı bir Uygur, “Çinlilerin çoğunlukta olduğu yerlere gittiğimizde bize yiyeceklermiş gibi bakıyorlar” diyordu. Dışlanmak, hakaret görmek için onlar arasında Uygur olmak yeterli gibi bir izlenim ediniyoruz. Sadece Uygurlar üzerinde değil, Çin'in Tibet Özerk Bölgesi'ndeki Budistlere baskıları mevcut. Her ne kadar uluslar arası insan hakları örgütleri Çin'in uyguladığı anti-demokratik uygulamaları dile getirseler de Çin yine kendi bildiğini yapıyor. Devletler düzeyinde herhangi bir baskı da Çin'in tavır değiştirmesinde etkili görünmüyor

KOMİNİST DÖNEMDE UYGURLAR

1949'dan bu yana Çin egemenliği altında bulunan Doğu Türkistan, Türkoloji dünyasında büyük önem taşıyan bir coğrafyadır. Öyle ki 19. yüzyıldan başlanarak birçok eski yazma, burada yabancı gezginler tarafından bulundu. Bunun yanında Kaşgar, Hotan, Turfan, Urumçi Türk dünyası için önem arz eden şehirler olmakla birlikte Yusuf Has Hacip, Kaşgarlı Mahmut gibi Türk dünyasının büyükleri de buralarda yetişmişlerdir.

Çin egemenliğine giren Uygur Özerk Bölgesi'nde yüzlerce yıl Arap alfabesi kullanılmıştır. Arap alfabesinin Çin hükümeti tarafından 1969'da yasaklanmasıyla birlikte Çin fonetiğine göre hazırlanan Latin alfabesi kullanılmaya başlanmıştır. Daha sonra Uygur aydınlarının Uygur fonetiğine daha uygun olarak hazırladıkları Kiril alfabesi de reddedilmiştir. Asimilasyon politikası gereğince Uygurların yaşadıkları bölgeye Doğu Türkistan ya da Çin Türkistan'ı denmesi de yasaklanmıştır. Bunun yerine Şincan ismi verilmiştir. Ki bu isim tam da bir işgalin kanıtı olacak şekilde “Yeni topraklar” anlamına gelmektedir. Doğu Türkistan ismi sakıncalı görülmekle birlikte bölgeye bu isimle hitap etmek “bölücülük” olarak görülmektedir. Bunun yanında Uygur Özerk Bölgesi'nden birçok Uygur'un Çin'in orta bölgelerine sürgün edildiği ve buna karşılık birçok Çinlinin de Uygur Özerk Bölgesi'ne yerleştirildiği de belli dönemlerde dile getirilmektedir.

Çin'in uyguladığı baskı ve asimilasyon, genel olarak dünya kamuoyundan yankı uyandıracak bir tepki görmemiştir. Ki Çin de anti-demokratik uygulamaları saklamak için başka bir anti-demokratik yola başvurarak internet erişimini bazen yasaklamakta ya da kısıtlamaktadır. Bunun yanında telefon bağlantıları da sağlıklı yürütülememektedir. Bu baskıların özellikle Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla artması dikkat çekicidir. Bazı uzmanlara göre Çin'in Uygurlara yönelik baskılarını arttırmasının nedeni, Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla birlikte bağımsız olan Türkî Cumhuriyetlerin Doğu Türkistan'da da bir bağımsızlık düşüncesini uyandıracağı korkusudur. Buna bir önlem olarak da Çin'in Şangay İşbirliği Örgütü'ne üye olduğu dile getirilmektedir. Böylelikle Çin, Orta Asya'daki diğer Türkî toplulukların desteğini almayı amaçlamaktadır.

Bugünlerde de meydana gelen olaylara baktığımızda Çin'in baskılarının Uygurların din ve dil haklarını tehdit ettiğini görüyoruz. Uygurların anası olarak nitelendirilen Rabia Kadir de Çin anayasasının her ne kadar Çince ile birlikte Uygurcanın da resmi dil olmasını garanti etse de Çin hükümetinin uygulamada bunu mümkün kılmadığını söylüyor. Uygur Özerk Bölgesi'nde memurların, öğretmenlerin, öğrencilerin ve 18 yaşından küçüklerin camiye gitmesi de hâlâ yasak.

ÇARPIK ZİHNİYETLER KARDEŞLİĞİ

Tekçi zihniyetler, uygulamaları itibariyle her zaman benzerlik gösterirler. Çünkü esas olanın bireyüstü devlet hegemonyasını-ideolojisinin tabana yayılması ve bunun için de halk üzerinde bir baskı sarmalı oluşturmaktır. Bunun örnekleri geçmiş yüzyılda Avrupa'da yaşandı ve bunlar aşıldı. Şimdi bunun Asya, Ortadoğu coğrafyasında aşılması için oluşan sancıları görmekteyiz. Burada ön plana çıkan önemli ayrıntı şu: Gerek din eksenli devletlerde-ki kullanılan argüman ümmetçiliktir- ve gerekse üniter devletlerde-ki kullanılan argüman milliyetçiliktir- kuralları farklı baskı çeşitleri vardır. Halklar üzerinde afyon etkisi yaratan din ve milliyetçilikle birlikte baskı rejimlerinin kullandıkları yegane slogan “kardeşlik” vurgusudur. Ki “kardeşlik” sloganı, kapitalizmin halkları kardeş sayma ülküsüyle sorunları çözme oyunu olarak kullanılmaktadır.

Bu gelişmeler Sovyetler Birliği'nde Orta Asya Türklüğünü asimile etmek için kullanılmıştı. Ki Rus rejiminin bütün baskıları Türkler arasında bir milli harç etkisi yaratmıştı. Özellikle asimilasyona Gaspıralı İsmail, Kayyum Nasırî, Kursavî gibi aydınlar direnç göstererek halklarına öncülük etmişlerdi.

Çin'in Uygurlara yönelik baskılar da anti-demokratik olmakla birlikte bölgeden çok sağlıklı bilgi alınmadığını vurgulamak gerekir. Çünkü Çin de aslında öldürülenlerin çoğunun Çinli olduğunu vurgulamaktadır. Bu durumda ülkemiz medyasında bazı abartıların olup olmadığını zaman gösterecek. Ki Çin'in resmi yayın organlarından Chine Daily de Türkiye'de birçok şeyin çarpıtıldığını vurgulamakta ve Başbakan Erdoğan'ın söylediği “Adeta soykırım” ifadesini geri alması dile getirilmektedir.

Sonuç olarak baskıdan yakınan Türklük; asimilasyondan şikayet edip buna direnilmesi gerektiğini vurgulayan mantık, Türkiye'deki asimilasyona aynı tepkiyi veremediği için ortada tutarsız bir duruş var. Uygurların sorunlarının çözülmesi için binlerce kilometre öteden haykıranların burunlarının dibindeki Kürtleri görmemesini “ayrımcılık” ifadesi dışında dile getirilmesi de mümkün değildir. Hem Türkçenin yok olmasından bahseden zihniyetin bir halkın yılların süzgecinden geçirerek koruduğu dilleri Kürtçeyi anayasal güvenceye almaması, bugünlerde DTP'lilerce yapılan barış mitinglerine kör ve sağır kesilmesinden yakın dönemde sonuç almak da mümkün görünmüyor. Sonuç olarak ortada sarılması gereken yaralar var. Devletimizi büyüklüğünü öncelikle ülkesindeki Kürtleri dikkate almakla göstermeli. Çünkü kendi yurttaşını koruyamayan, bölgede işlenmiş binlerce faili meçhul cinayete dikkat kesilmeyen bir yönetimin insani hamaset nutuklarıyla başka halklarının sorunlarına çözüm araması iki yüzlülüktür.

Şimdi merak edilen şu: Türkiye'deki Kürtlerle benzer sorunlarla, baskılarla karşı karşıya olan Uygur Türklerine yönelik Çin baskısına karşı Türkiye nasıl tutarlı bir politika üretecek?

Not: Bu yazı Temmuz 2009’da yazılmıştır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum
İbrahim Genç Arşivi