Süleyman Karataş

Süleyman Karataş

Bir Yol Hikâyesi (2)

Bir Yol Hikâyesi (2)

…

Ve Depin köprüsünü geçiyoruz.

Bir dağın yamacı…

Ağır ağır ilerliyoruz.

Bir yokuş daha…

Bu sondur diye umuyorum.

Bir viraj…

Bir viraj daha…

Irmağı sol yanımıza alıyoruz.

Uçurum gittikçe derinleşiyor.

Heyecanım dorukta…

İçimdeki merak zirve yapıyor.

Telaşım artıyor. Dönüp bakıyorum babama. O benden heyecanlı, benden tedirgin.

 

Koltuğumda duramıyorum. Bir sağıma bakıyorum, bir soluma.

Sağım dağ, solum uçurum. Her ikisinden de korkuyorum.

Bu halimi fark etmiş olacak ki, “hoca hanım telaşlanmayın, birazdan göreceksiniz Hakkâri" yi” diyor muavin.

Ama olmuyor. Duramıyorum. Durduramıyorum kendimi. Ne yapayım? Elimde değil.

 

Az ötede, sırtlarında beyaz çuvallarla yürüyen esmer kadınlar ve çocuklar görüyorum. Ellerini kaldırıyorlar. Belli ki otobüsü durdurmak ve binmek istiyorlar. Ama durmuyor otobüs. İçten içe kızıyorum şoföre. Lakin bir şey yapamıyorum.

 

Neler taşıyor şu kadınlar? Çuvallarında ne var acaba?

Tuhaf oluyorum. Her adımda ayrı bir tuhaflık sarmalıyor ruhumu.

Her şey tuhaf geliyor bana. Tuhaf bir hikâyenin, tuhaf kahramanıyım sanki. 

 

Belli ki “Bir ülkeden bir iç ülkeye” (Y.Erdoğan) doğru ilerliyoruz.

 

Ve işte son viraj…

Önce ağaçlar. Hayır, orman! Bir kasaba. Yok yok bir köy…

Evet evet, Hakkari" ye bağlı bir köy...

Koltuğumda hop oturup hop kalkıyorum.

Dayanamadım. Sordum muavine:

Bu köy Hakkâri" ye mi bağlı?

Şey, hocam diyor muavin, gülümseyerek bu, köy değil şehir, Hakkâri!

Hakkâri mi? Küçük dilimi yutuyorum. Doğrusu bu kadar da beklemiyordum.

Sahi Hakkâri" yi nasıl bekliyordum ki? Nasıl bir şehir?   

 

Ah hocam!

O anki duygularımı tarif etmem o kadar zor ki!

Nasıl desem? Ne bekliyordum, ne buldum bilmiyorum. Bildiğim bir tek şey vardı. Endişeliydim. Tedirgindim. Neyle karşılaşsam karşılaşayım; ama bu kâbus dolu yol, artık bitsin istiyordum.

 

Şurası muhakkaktır ki uzaktan köy görünümünde bir şehrin girişindeydim.

Karışık duygular içinde. Pişmanlık, hayal kırıklığı, adını koyamadığım daha nice girift hisler sarmalında…

Son viraj demiştim. Bu da sondan bir sonraki viraj herhalde.

Aman! O da ne?

Bir şehir! Binalar. Apartmanlar. Lojmanlar. Boy boy, renk renk, çeşit çeşit… 

Adını sonradan öğrendiğim Tekser mevkii.

 

Ne tuhaf bir yer? Şehir mi, köy mü belirsiz…

Az ötede caddeyi ortalamış ağır ağır ilerleyen inekler. Dört, beş…

Hayretler içindeyim. İyice afallıyorum.

Köy? Şehir? Köy? Şehir, köy…

 

İlerliyoruz, garip bir yerleşim yeri. Arabamız inekler sürüsüne takılı şimdi de. Çekilmiyor yoldan inekler. Şoför olanca hızıyla çalıyor kornayı. Oysa inekler oralı bile olmuyor. Hızımız iyice düşüyor. Yoksa Hindistan" da mıyız? İnekler kutsal mı yoksa burada, diye düşünmeden edemiyor insan. Çaresiz, ineklerin yoldan çekilmesini bekliyoruz.

Ağır ağır, yavaş yavaş yolun öbür yakasına varıyor hayvancağızlar.

 

Yolumuza devam ediyoruz. Evler iyice belirginleşiyor. Caddede yürüyen tek tük insanlar.

Nedense insanlar dahi yolun neredeyse ortasından yürüyor. Sonradan öğrendim ki, bu kentte yolun hiçbir yakasında kaldırım yok. İnsanlar çaresiz yolun ya kenarından ya da biraz daha içinden yürüyor.

 

Ve sanırım, şehrin tek kantarı. Burada bir anımı anlatmadan geçemeyeceğim. Öğrencilerime mahallelerini sorduğumda ya kantar civarı ya da bayındırlık civarı derlerdi.

Bir yaz tatilinde Hakkârili bir arkadaşıma bir hediye yollamak için adresini istediğimde, “Bayındırlık civarı, Hakkâri,” demişti. O zaman kendimi tutamamıştım. O kadar gülmüştüm ki ahize bile düşmüştü elimden. Şimdi ne zaman hatırlarsam gülmeden edemiyorum. Yahu, bunun caddesi, sokağı, numarası yok mu? Sadece civar mı? Bu şehirde adresler bile tuhaf geliyor bana.

Aman Allah"ım!

Yoksa tuhaf olan ben miyim?

 

Az ileride, kantarın biraz yukarısında, yine caddeden aşağı inen bir koyun sürüsü. Başlarında bir çoban. Koyunları yoldan çıkarmak için olanca çabasıyla koşturuyor. ( Bir Teksas filmi mi izliyorum yoksa? Az sonra at sürüleri ve kovboylar bassa hiç şaşırmayacağım.☺) Sonradan öğrendim. Kantar civarındaki o koyun sürüsü her gün muntazaman saat 5-6 gibi karşı yamaçtan caddeye, oradan aşağı mahalleye akıyormuş.

Artık her şeyi bekliyordum. Ve şunu iyice anlamıştım ki hayatta imkânsız hiçbir şey yoktur.

 

Şehre girmiştik. Yol bitiyordu; ama nedense yokuş bitmiyordu. Hala yokuş yukarı ilerliyoruz.  

Sonrası mı?

Sonrasını hoca hanıma bırakalım.

Aşağıdaki sözler, hoca hanımın ağzından aynen aktarılmıştır:

 

Nihayet Hakkari!!! İçimde korku dolu bir heyecan, dışımdaysa ürkek bakışlarla doluyum. Gözlerim ağlamaklı… Beni taşıyan araba sanki gitmek istemeyen tekerlere hükmedemez durumda…

 

O da ne? Bir pastane… Herhalde şehrin tek pastanesidir diye düşündüm. Öğretmen evininin önünde indiğimiz zaman ilk gördüğüm araç, zırhlı bir askeri araçtı, savaştaymışsın görüntüsü uyandıran…

“Aman Allah"ım ben nereye geldim” dedim… Kafamı çevirdim N…… Pizza Kafe! Alo acıktım hattı… Vay be market var mıdır diyenlere haykırasım geldi. Çelişkilerdeyim…

  

Sularla dolmuş olan ayaklarım sızlarken, yüreğimin sızısını hissetmemek mümkün değildi… Ve kurduğum ilk cümle… AYNI ÜLKE İÇİNDE AYRI BİR DÜNYA!

 

Ve rüyamın devamı asıl rüyaydı ki hala uyanamadım. Ben tanımadığım şehri özlerken, beni de tanımayan insanların özlediğini ve bir hafta boyunca beni beklediklerini duygulanarak öğrendim… Sımsıcak insanların sevgilerini yüreğimde hissedip ilk gözyaşlarımı sevinçle akıttım yastığıma… Aynı dili konuşanlar değil aynı duyguları paylaşanlar anlaşır"ı yaşayarak öğrendim, Türkçe bilmeyen yöresel kıyafetli teyzemin gözlerinde…

          

Devam eden sürprizlerde hayatımı izledim bir seyirci gibi. Sanki doğuda çekilmiş güzel bir filmin kahramanı gibiydim. Ankara"dan arkadaşımla aynı günde atandık Hakkâri"ye… İlk gün o arkadaşında, ben de arkadaşımda kalacakken nerden bilirdik ikisinin de aynı apartmanda oturduğunu, ertesi gün öğretmen evinde buluşmadan önce…

“Yoksa Rehber Öğretmenimiz mi geldi” diye gülümseyerek ayağa kalkan müdürümün “Benim fotokopim geldi” diye sevinişini de sonradan öğrendim…

…ve öğrendim ki “mesafeler her zaman uzaklaştırmıyormuş”… Her zaman zorluklar insana zor gelmiyormuş…

…

 

(Devam edecek)

 

Bir yol hikayesi 1

Önceki ve Sonraki Yazılar
Süleyman Karataş Arşivi