Erkan Çapraz

Erkan Çapraz

'Bir ülkeden bir iç ülkeye' -2

'Bir ülkeden bir iç ülkeye' -2

Uzaktan görünen ışıklar büyük bir şehre giriyormuşuz gibi bir izlenim veriyordu. İftar vaktiydi sokaklar bomboş… Derecik’in ışıklandırması olan ama içinde sadece 5-10 aktif iş yerinin bulunduğu şehir merkezine giriş yapıyoruz.

10.08.2003 tarihinde 1995 yılında belde olan Derecik’in belediye binasının açılışı için gittiğimde gördüklerim ile son gittiğimde gördüklerim arasında aslında pek fark olduğunu söylemem biraz güç.

3 Cumhurbaşkanı eskiten yol

O gün açılış konuşmalarında dönemin Hakkari Valisi Erdoğan Gürbüz Derecik halkının her zaman devletinin yanında yer alan bir halk olduğunu vurgulayarak Derecik halkını oldukça takdir etmişti. O açılış günü vesilesiyle Gazetemizin İmtiyaz Sahibi Sayın Necip Çapraz da yazdığı “Haritada adı olmayan belde” başlıklı yazısında Vali ve Tugay komutanının belde halkı için yaptıkları övgüyle ilgili “Doğrusu bu kadar övgüye ve teşekküre; bu kadar hizmeti az bulduğumu söyleyebilirim.”şeklinde değerlendirmede bulunmuştu. Evet Derecik halkı devletiyleydi ama 3 Cumhurbaşkanının söz verdiği ama bir türlü bitirilemeyen yolları halen aynı durumdaydı. Üstelik yolun yapımı için daha önce üç cumhurbaşkanı söz vermişti...

Derecik halkı bir de devletiyle olmasaydı ne olurdu acaba?

O zaman Yüksekova Haber’de yayınladığımız Necip Çapraz imzalı yazı şöyle devam ediyordu:

 “Kimin umurunda yıllardır sınır ticareti yapılacak diye söz verilen belde halkı, kimin umurunda insanlar sınırda yaşamalarına rağmen sınır ticaretinden yararlanmıyor. Kimin umurunda Memduh amcanın hanımı doğum hastası iken 4 saatlik yolda ölmüş, kimin umurunda Sofi Ahmet’in kesilmiş iki bacağı, kimin umurunda burada yaşayan insanların maddi imkânsızlıktan çocukları ilköğretimden sonra liseyi okuyamama durumu, kimin umurunda kızlar okula gönderilmiyor, kimin umurunda doktor, öğretmen, ebe, hemşire, veteriner ve diğer kamu veya özel personeli gitmez.

Kimin umurunda, orada çok kaliteli kömür çıkıyor, eğer Hakkâri piyasasına gelirse vatandaş ucuz kömür kullanır, nakliyeci de kazanır, azalan ormanlarımızda biraz nefes alır. Kimin umurunda, ucuz sebze ve meyve piyasaya girer, oradaki insanlar bu üretim alanlarına yönelir. Kimin umurunda, oraya günlük gazetenin gitmesi. Kimin umurunda, Yüksekova-Suüstü  köyü nüfusuna kayıtlı birine, “sen yabancısın, ilçeden geçiş izin yazısı alman lazım” denmesi, yada seyahat hakkının kısıtlanması, kimin umurunda, Zini Nine daha da fotoğraf çekmekten çekiniyor. Kimin umurunda, halen orada 3 evlilik yapılıyor. Kimin umurunda, halen Balkayalar (Çiyayé govendé), Vapur Tepe, Pésan Çayı, Hacı Bey Çayı ve burada yetişen balıklar. Kimin umurunda, muhteşem doğa güzellikleri… Umurunda, umurunda, umurunda...

Eğer umurunuzda ise, iş zamanı, yok, umurunuzda değil ise, “sallabaşı, al maaşı” misalinden, Derecik’i biz mi kurtaracağız. Hem bana ne, zaten ben bu beldenin yabancısıyım diye giremem…

Beni ne ilgilendirir bir dozerin uzun süredir sırf Akparti’ye oy vermiş diye, Derecik’in bir köyünde özel iş yapıyor olması, umurumdaydı sanki şuanda sadece bir dozerin Derecik yolu üzerinde çalışıyor olması. Taş kırma makinesi üzerindeki operatörün aracı bırakıp, izne gitmiş olması, mazot bitince zamanında gitmemesi, yolun düzenli gitmesi için çaba sarf edilmemesi, Derecik Belde Başkanı Anap’lı diye oradaki köy hizmetleri araçlarının merkezdeki mahalle yollarına hiç dokunmaması. “Belediye binasının iç işçiliği standartlara uygun değil nasıl kabulü yapılmış?”dersem; “Hadi oradan sende, sen mühendis misin?” derler adama, onun için asla bunu demem. Kimseye “Eğer Derecik’i görmemişsen Hakkârili değilsin!”diyemem. Ben bilim adamı mıyım ki Derecik coğrafyasının aslında bir iklim adacığı olduğunu, her türlü sebze ve meyvenin yetiştiğini, hele hele seracılığın mükemmel olabileceğini söyleyeyim? Ne haddime “Derecik Belde Başkanı, niye Şemdinli Belediye Başkanını törene davet etmedi?” diye yazmak… Hem ben kimim ki artık ülkemizde huzur olsun, hizmet olsun, aşiretçilik, partizanlık, ırkçılık, huzursuzluk olmasın diyeyim.

Yok, beyler böyle gitmez, gitmemeli.”

Doğrusu okumak için tekrar açtığım bu yazı o zaman benim de gözlemlerimi içeriyordu.

İftar vaktinde ulaştığımız Derecik'te (Rubarok) AKP’li yeni Belediye Başkanı Husret Dinç’in evine doğru yöneldik. Gelişimizden haberi yoktu.

İftara Belediye Başkanının misafiri olduk. Bizi çok iyi ağırlayan başkandan iftardan sonra Derecik’le ilgili son bilgileri almaya çalışıyoruz. Sorunları, sıkıntıları, eksikleri…

3 katlı belediye binasının alt ve üst katının lise olarak kullanıldığını öğreniyoruz başkandan.

Beldede bulunan YİBO her yıl yüzlerce öğrenci mezun ediyormuş ancak bu öğrenciler daha önce beldede lise bulunmadığı için eğitimlerine devam edemiyormuş. Bu durum karşısında belediyenin lise olarak da kullanılmasına karar verilmiş…

Ertesi gün Derecik Belediyesi/Lisesi’ne gidiyoruz. Başkanı makamında ziyaret ettikten sonra okul müdürüyle odasında görüşüp sıkıntılarını dinledik. Lise ve belediye havasını aynı ortamda soluyorduk. Pırıl pırıl öğrencilerin okuduğu “Belediye Lisesi”ndeki bu manzara etkileyiciydi.

Röportaj yapmak için seçtiğimiz üç öğrencinin ağzından dökülen cümleler karşısında oldukça şaşırdım. Sıkıntılarını ve okul istemlerini dile getiren öğrenciler kendilerini o kadar iyi yetiştirmişlerdi ki İstanbul’un bir lisesinden bir öğrenciyle röportaj yapıyoruz zannettim. “Biz de bu ülkenin vatandaşı değil miyiz!”deyip okul istediklerini bildiren öğrencilerin okuma azmi alkışlanır nitelikteydi.

Ablalarının ve abilerinin daha önce lise olmadığı için ortaokulu bitirdikten sonra evliliğe itildiklerini anlatan bir kız öğrenci lisenin açılmasıyla kendilerinin küçük yaşta evlendirilmekten kurtulduklarını ifade etti.

Derecik çok farklı bir yerdi… Hakkari ikliminden doğasından çok ayrı bir yer. İnsan kendisini başka “ülkede” zanneder orda olunca…

Aynı gün dönmek zorundaydık zira akşama Yüksekova’da olmalı ve bir sonraki gün yayınlayacağımız gazetemizi hazırlamalıydık. Bu nedenle de biraz daha hızlandık. Beldeyi baştan başa gezmeye koyulduk. Başkanın fazla olmasa da icraatlarını gördük… Başkan her konuda yoldan bahsetmekten kaçınmıyordu. Yolun kötü oluşu ellerini kollarını bağlıyormuş.

Şemdinli’den Derecik’e belediye için büz veya menfez getiren kamyoncular bile bir daha Derecik’e gelmemek için yemin ediyorlarmış.

Derecik Sağlık Ocağı’na gittiğimizde hafta içi olmasına rağmen görevli iki doktordan hiçbiri yoktu. Atanan doktorlardan birinin Şemdinli’ye gittiğini ancak akşam dönebileceğini söylediler. Diğeri ise ataması Derecik'te olmasına rağmen Şemdinli’de görev yapıyormuş. Gazeteci olduğumuzu fark etmeyen oradaki kişiler acil hastamız varsa askeri birlikteki doktorun hastamıza bakabileceğini söylediler.

Sağlık sorunlarını öğrenmek üzere gittiğimiz Sağlık Ocağından dönerken beldede kendi imkanlarıyla Sağlık Hizmeti veren Türkmen asıllı Iraklı doktorun ‘sağlık ocağına’ gidiyoruz….

Iraklı Doktor Sabir Sevim hastalarıyla Kürtçe ve Türkçe konuşabiliyordu. Orada hastaların rahatsızlıklarını Kürtçe olarak çok iyi ifade edebildiklerini gördüm. Bu durum da Kürtçe bilen doktorun daha iyi teşhis koymasına yardımcı oluyordu galiba. Doktor köylülerin de desteğiyle adeta kendi sağlık ocağını kurmuştu. İçinde Diyaliz makinesinden tutun oksijen tüplerine kadar birçok tıbbi malzeme vardı.

Hastalarının çoğunu veresiye muayene ettiğini bildiren doktor bu işi ticari anlamda yapmadığını ve şuana kadar 70 bin YTL’lik alacağının olduğunu bu parayı hiçbir zaman kimseden istemediğini ödenmediği takdirde de hiçbir şey yapmayacağını söylüyordu. İnsanların kendisi için çok değerli olduğunu bildiren Sevim, 1998 yılında Irak’ın Musul kentinden gelip Derecik’e yerleşmiş. Buradaki doktor yokluğunu ve sağlık sorunlarını görüp buraya yerleşmeye karar vermiş. Zamanla TC vatandaşı olmuş Irak’ta Tıp fakültesi okuduğu için de denklik belgesi için başvurmuş… Iraklı doktorla ilgili görüştüğümüz Derecikliler ise doktordan gayet memnun olduklarını bildirdiler…

Derecik’ten ayrılmamızın vakti gelmişti… Yola koyulduk…

Yol güzergâhımızda bulunan köylerden Boğazköy’de (Bêgoza) bir dostumuz bizi davet etmişti. İftara davetliydik… Yine o çekilmez yolculuk başlamıştı… Derecik bölgesinde gördüklerimi ve yaşadıklarımın dizisiyle süren yolculuğun dönüş molasını Boğazköy’de vermiştik. Hani şu Şemdinli’nin üzümüyle meşhur köyü… Bêgoza

Dostumuzu evinin önünde bağa üzüm toplamaya gitmek üzereyken gördük ve onunla beraber üzüm bağının yolunu tuttuk. Dostumuz Seydo Koç ile köy hakkında muhabbet ederken köyde yetişen meyveleri sıraladı bize… Senar bey de hemen köye bir yakıştırma bulmuştu ki o yakıştırma daha sonra köy ile ilgili yapacağımız haberin başlığı ve o sayıdaki gazetemizin manşeti oluyordu…

”Şemdinli’nin Mersin’i”

Köyde her yıl ortalama olarak 100 ton üzüm, 70 ton armut, 10 bin teneke ceviz, 5 ton tütün ile birlikte elma, erik, kaysı, şeftali, nar, vişne, karpuz, kavun ve her türlü sebzenin yetiştirilebildiğini söyleyen Koç, “Bu güne kadar hiçbir ilaçlama yapılmadı. İptidai da olsa organik tarım yapabiliyoruz.  İlaçlama yapılmadığından her yıl en az üretim kadar da sebze meyvenin bozuluyor. Yol sorunumuz var. Yetkililer bize teşvik ve ilaçlama konusunda yardım yaparlarsa birde yol ve su sorunumuzu giderirlerse iddia ediyoruz tüm Türkiye’ye yetecek üretim yapabiliriz.”dediler.”diyordu ve diğer hizmetlerin gelememesinin en büyük sebebi olarak da bozuk olan yollarını gösteriyordu bize.

İftardan sonra köyde üç yıllık sürgün evliliği yaşayan Cahide ve Mazhar Yalçın çiftinin konuğu oluyoruz.

10 yıl önce sevmeye başladığı Cahide'yi babasından 3 defa istediğini dile getiren Mazhar Yalçın, ancak babasının vermemesi üzerine Cahide ile anlaşarak kaçmaya karar verdiklerini belirtti. 7 yıl önce kendi köylerinden 40 kilometre uzaklıktaki Boğazköy'e kaçtıklarını ifade eden Yalçın, kaçmalarından sonra eşinin babasının köylerine geri dönmesine izin vermediğini, bu nedenle 7 yıldır köylerine gidemediklerini söylüyordu.

Eşinin babasının köylerine dönmek için 25 bin YTL değerindeki iki tarla istediğini, ancak bunu vermeye imkânlarının bulunmadığını bildiren Yalçın, ''Biz birbirimizi sevdik. Evlenmeyi istedik. Babalarımız karşı çıktı. 16 yaşında isteyerek kaçtık. Neden bizi köye almıyorlar. Hiçbir gelirim yok. Köydeki vatandaşlar bize sahip çıkıyor. Ancak sevdiğim insanla olmak beni ayakta tutuyor'' diyordu.

Bu ailenin bilgilerini de haber yapmak üzere aldıktan ve fotoğraflarını çektikten sonra yolumuza devam etmek üzere aracımıza doğru yola koyulduk. Hava tamamen kararmıştı ve Derecik seferimizden geriye 40 kilometrelik bir yol kalmıştı.

Yüksekova’ya vardığımızda benim rahatsızlığım sona ermiş ve belki ilaçlarla bile bir hafta boyunca atlatamayacağım grip hastalığından kurtulmuştum…

Hakkari’nin coğrafik yapısının dağlık olması nedeniyle ulaşımın genelde sorun olduğu yerlerden biri olan Derecik’e (Rubarok)  gidip gelmek yorucudur. Yoruculuğu arttıran nedenlerden biri de yol güzergahında geçtiğimiz köylerde gördüğümüz halkın çektiği sıkıntılardır.

Hakkari coğrafyasında yaşamanın bir bedeli vardır.

Bu bedel, kimi zaman bir uçurumdan düşüp ölmek, kimi zaman doktora yetişmeden yolda ölmek, çığ altında kalmak, kış şartlarında yolda donup ölmek, bir mayına basıp parçalara bölünmek veya hiç okula gidemeden ömür boyu cahil kalmak...

2007’de sorunsuz bir Derecik (Rubarok) yolculuğunda buluşmak ümidiyle. Ramazan Bayramınızı kutlar, sorunsuz, barış dolu, sağlıklı günler dilerim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
11 Yorum
Erkan Çapraz Arşivi