İbrahim Genç

İbrahim Genç

Bediüzzaman Said-i Kürdi

Bediüzzaman Said-i Kürdi

Ülkemizdeki toplumsal sorunların çoğunun temelinde eksik ya da yanlış bilginin yıllarca empoze edilmesi vardır. İşte bu yüzden nasıl ki yarım doktor insanı canından ediyorsa yanlış ve eksik bilgi de doğru düşünceyi yok ediyor. Bugünlerde ölümünün 50’nci yıldönümü vesilesiyle çeşitli etkinliklerle anılan Bediüzzaman Said-i Kürdi konusunda da yığınla çarpıtma ve sansürün olduğunu biliyoruz. Öyle ki bu çarpıtma ve sansürler, Said-i Kürdi’yi Kürtlerden koparmak amacı doğrultusunda yıllarca sürmüştür.

Oysa Bediüzzaman, daha 1907’de İstanbul’a gidiyor ve bir dilekçe ile Kürtlerin istemlerini Sultan Abdülhamit’e iletiyordu. Dönemin eğitim sistemini eleştiren Said-i Kürdi, Kürt coğrafyasında fen bilimleriyle İslami bilimlerin bir arada okutulacağı medreselerin kurulmasını talep ediyordu. Mısır’daki Ezher Üniversitesinden esinle adına Medresetüz-zehra dediği bu medresede eğitimin dilinin Kürtçe, Türkçe ve Arapça olacağın söylüyordu. Ki Bediüzzaman’ın özellikle Kürtçe eğitim-öğretime önem verdiğini birçok girişiminden anlayabiliyoruz.

Said-i Kürdi’nin bu istemleri kabul görmediği gibi, biraz da muhalif olmasının etkisiyle, dönemin padişahı tarafından hapishaneye gönderilmiştir. Bu durumda bile onun Kürt halkına olan bağlılığını yansıtan şu sözleri çok önemlidir: “Nasıl ki zaman-ı istibdatda tımarhaneye düştüm, divanelerin hükmüne konuldum, eğer müdahaneye, kelbi tabassusa, şahsi menfaat için umumi menfaatı feda anan aklın icabı ise, ben divaneliği kabul ettim. Şahit olunuz ki, böyle akıldan istifade ediyorum, divaneliğimden iftihar ediyorum. Ey Kürdler… Tımarhaneyi bunun için kabul ettim. Kürdlüğü lekedar etmemek için irade-i padişahiyi, maaşını, ihsan-ı şahaneyi kabul etmedim.”

Kürtlerin eğitim yoluyla ulusal benliklerinin güçleneceğine inanan Bediüzzaman, dini uyanış ile de uygarlık düzeyinin yükseleceğine inanır. Buna rağmen Abdülhamit’e muhaliflerin bir araya geldiği İttihat ve Terakki içinde bir süre yer alır; fakat ittihat ve Terakki’nin diğer halklara eziyetini ve ırkçılığını kabul etmeyen Bediüzzaman buradan ayrılır. Bunun neticesidir ki Ziya Gökalp’ı makul görmez ve onu “Bir kelle soğanı, bin kızıl elmaya değişmem” diyerek eleştirir.

Çeşitli kaynaklardan okuduğumuza göre Bediüzzaman birçok platforma kendini “Kürt ve Kürdistanlı” olarak tanımlamıştır. Buna karşın Bediüzzaman’ın, devlet istemediğini görüyoruz. Hatta bir Kürt devleti kurulması düşüncesiyle Fransa’da Kürt Şerif Paşa ve küçük bir grup tarafından yapılan görüşmelere, Paris’e gönderdiği bir telgrafla karşı çıkmıştır. Ki o dönemde Kürtlerin büyük çoğunluğunun buna karşı olduğunu biliyoruz.

İslami düşünceyi daha ön plana çıkarmasına rağmen kimliğini de İslam ile bağdaştırmaya çalışan Said-i Kürdi’nin Şeyh Sait isyanına destek olup olmadığı da ayrıca bir tartışma konusudur. Türk milliyetçilerinin ekseriyeti Said-Kürdi’nin bu isyandan uzak durduğu görüşünü dile getirir. Daha doğrusu bunun böyle olduğuna inanmak isterler. Bunun için de Said-i Kürdi tarafından yazıldığını iddia ettikleri bir mektubu referans gösterirler daima. Oysa Said-i Kürdi’nin geçmişte Kürt kimliğine bağlılığı, Kürt halkı için yapmayı düşündüğü şeyler düşünüldüğünde bu mektubun inandırıcı olmadığı görülebilir. Özellikle isyanın 1925’te olduğunu ve halifeliğin kaldırılmış olduğunu düşünürsek Said-i Kürdi’nin bu mektubu neden yazmayacağını anlayabiliriz. Doğrudan bir destek olmasa da karşı çıkmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Bu konuda İsmail Göldaş’ın “Kürdistan Teali Cemiyeti” kitabında Şikago’da yapılan İslami Filistin Komitesi toplantısında konuşan Muhammed Sıddıki’nin şu sözlerine yer verir: “Bediüzzaman tarafından kaleme alındığı iddia edilen bu mektubun Bediüzzaman’a ait olmadığı konusunda yığınla kanıt bulunmasına rağmen Bediüzzaman’a ait olduğuna dair kendisine nispet edilen mektup dışında bir kanıt mümkün değildir adeta. Her şeyden önce mektuptaki ifadelerle, Bediüzzaman’ın yaşamı boyunca verdiği mücadele çelişki arz ediyor (s. 34).”  Bunun yanında Şeyh Sait’in torunu Melik Fırat da böyle bir mektubun yazılıp gönderildiğine dair bir delil bilmediğini söyler.

Sonuç olarak genel bir düşünceye varmak istersek Said-i Kürdi’nin esas olarak İslam’a bağlı olduğu ve bunun için mücadele ettiği görülecektir. Bunu yaparken de Kürt kimliğini ve halkını bir kenara atmamıştır. Onun esas amacı Kürt coğrafyasında okullar açmak ve Kürt halkının eğitim yoluyla ulusal birliğe kavuşmasını sağlamaktı. Bu vesileyle kitaplarında da yer yer Kürtlere çağrıda bulunur. Bunu yaparken ırkçılığa asla kaymamıştır Bediüzzaman. Bu sebeple de “menfi milliyetçilik” dediği milliyetçiliğe karşı çıkmıştır.

Bugün ise Bediüzzaman’ın kitaplarının Kürtlerle ilgili kısımlarının sansürlendiğini biliyoruz. Özellikle Fethullah Gülen’in cemaat evlerinde okutulan Risale-i Nur kitaplarının Kürtlerle ilgili bölümlerinin sansürlü olduğunu görüyoruz. Bu anlamda geçen haftalardaki bir yazısında Şehmus Diken’in “…üstadın Kürdistan dediği coğrafyaya ‘Vilayat-ı şarkiyye’, üstadın da mensubu olduğu ve bizzat kendisinin telaffuz ettiği ‘Kürt Halkı’na ise Doğu Halkı gibi kavramsal yakıştırmalarla yaklaşmaktan hiç mi hiç beis göstermemişler.” şeklindeki ifadeler söyleyeceklerimi özetlemektedir adeta. Öyle ki “Said-i Kürdi” ifadesine de tahammül etmezler.

Said-i Kürdi 1960 Mart’ında Urfa’da hakkın rahmetine kavuştuğunda onun mezarına da tahammül etmediler. Bu sebeple de Üstad’ın türbesine girip, naşını aldılar ve uçakla bilinmeyen bir yere götürdüler. Öyle ya, Kürt halkının onu bağrına basmasına müsaade edemezlerdi. Ona dua etmesine…

Bugün de onun Kürtlüğüne tahammül etmeyenler çok. Hatta onun izinden gittiklerini iddia edenler bile… Ki Fethullah Gülen’in Said-i Kürdi’nin elini öpmeye niçin gitmediği de malum. Bugün de özellikle Batı’da Gülen cemaat evlerinde hangi fikirdeki insanların yer aldığını bizzat içlerine giderek tecrübe etmiş biri olarak bu cemaatin Kürtlere bakışının olumlu olduğunu söyleyemiyorum. Ki geçen yıllarda doğudan gelip Gülen cemaati evlerinde kalan öğrencilerin “Kürtçe konuşmamızı istemiyorlar, bizi asimile etmeye çalışıyor” sözlerine çokça şahit oldum. Oysa İslami felsefe, ayrımcılığı reddeder. Kur’an ve Hadis de “kavmiyetçiliği” yasaklar ve üstünlüğün hangi ırktan olursa olsun takvada olduğunu vurgular.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
100 Yorum
İbrahim Genç Arşivi