İrfan Sarı

İrfan Sarı

Amed’de Newroz’da

Amed’de Newroz’da

Nevroz, binyıllardır bu topraklarda yankılanan derin bir bağırıştır. Bu bağırış, zorlu zamanlardan geçti pek çok kez. Öyle zorlu zamanlardan geçti ki bir kibrit çöpünü yakıp Nevrozun söndürülmek istenen ateşine bir nefes gürleme yollandı. Bazen yüksek dağların çok arka yamacında bir kucak odun yakılarak güçlendirildi bu ateş. Bazen bir hücrede, bazen yürekte…

Söndürülmek ve gömülmek istenilen bu tarih yerin yedi kat altında da olsa yandı ve yeryüzüne çıkmaya direndi adeta.

Bin yıllardan sonra içinde olduğumuz bu yıllın Nevrozunda Diyarbakır’daydım. Yolunu şaşırmış bir yolcunun orman içindeki yürüme halindeydim. Her yer yani yeryüzü ve gökyüzü Diyarbakırlılarla yani Amed’lilerle dolmuştu.

Sağım-solum, önüm-arkam tev Amed’ti.

Çoluk-çocuk, yaşlı-genç tüm herkes Nevroza gidiyordu.

Zarokno! pildankên xwe hilgirin, em biçne Newroz’ê.

Rengên pildankên ve; yek kesk be bila, yek sor be, a din jî zer be... Rengê perê cûcika(çivîk) buheştê Ceylan, bila zer be; rengê gula çiyayê Dêrsim Berîtan bila Kesk be, rengê bêhna Amed Mazlûm jî bila sor be.

Çocukluğumun o en ulaşmaz oyuncağı uçan balonlar vardı çocukların ellerinde. Yeryüzünü saran yeşil, sarı ve kırmızı renklerin arasında bir orman gibi kardeşliğin coşkusunu gördüm.

Coşku pınarıydı Amed. Çığlık çığlığa bağırtıların arasında yüreğimin nehirleri kendini bıraktı. Çocukların, gençlerin, annelerin, babaların nevrozunda yüreğimin nehri gözlerimin pınarına doluştu. Ağladım… Sevinçten ağlamayı da şu yaşımda öğrenmiş oldum.

Nevroz için hazırlan platforma çok uzaktan bakınca aklımdan neler geçmedi ki; karşılığı kolay sorular geldi aklıma. Kimim ben? Nereden geldim buraya? Bu insanlarla aynı coşkuyu neden paylaşıyorum. Neden aynı bağırtı var dilimizin üstünde?

Kayıp ağzımızdan yükselen bu bağırtı neden ortak?

Yanı sıra sırf ismimizden dolayı parmakla gösterilip, suçluymuş gibi davranılan, dokunulması yasaklanan, itilip kalkılan Kürtlerin yaşam azminden, sabrından doğan bağırtıyı gördüm.

Ülkemizde yasak olan televizyondan tanıdığım gür sakallı Comert dev platformun üstüne geldiğinde Amed te ayaklarımızın altındaki toprak sihirli halı gibi havalandı.

Çocukluğumdan miras anılarımın uçan balonları, ben, Amed meşale etrafından sevinç yumağımızla havalanıyorduk.

“Ez şehîd im! Pakrevan im/ hêsrê çavê dayîkan im.”

Sözleri yükselince Comert’in avazından; bu topraklardan adı sanı silinmek istenilen çocukların kaybolan umutları ve inançları turnalar gibi semaha durdu göğün maviliğinde.

O mavinin altında üzerine uyku dökülen çocuklar güneşe serpilen çimenler gibi serpilmişlerdi bir yandan, bir yandan da elleriyle zincir yapmış kızların insan ormanından geçişlerine ne anlamlar yükleniyordu. El ele çocuklar el ele yürünür menzile.

Küçük Sara’nın sarı saçları şel u şepiklerinin üzerine dökülmüş, gözleri güneş gibi parlıyordu, insana sımsıcak bir gurur veriyordu.

“…

Kızlarım,

Oğullarım var gelecekte,

Her biri vazgeçilmez cihan parçası.

Kaç bin yıllık hasretimin koncası,

Gözlerinden, gözlerinden öperim,

Bir umudumda sende,

Anlıyor musun?”

Amed te öfkenin zerre-i miskal-i yoktu. Bin yılların bağırışı; birikintisi ile kavgasız bir özgürlük için halay oldu. Bu kadar çok insan öfkenin şenliğinde değil özgürlüğün şenliğindeydi anlayacağınız.

Doğup büyüdükleri toprakların yazgısını değiştirmekti bağırışları. Doğup büyüdükleri topraklara çığlık çığlık insanlık ektiler Amed’liler. Ellerinde balolarıyla çocuklar, boyunlarında özgürlük timsalleri kaşkol-puşilerle gençler ve yüzlerinde yorgunluğun ardındaki ara yüz yani mutlulukla erginler ve yaşlılar “An azadi, An azadi” (ille de ile özgürlük) dediler.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
19 Yorum
İrfan Sarı Arşivi