Süleyman Karataş

Süleyman Karataş

40 Gelin Efsanesi (2)

40 Gelin Efsanesi (2)

Rüzgâr öyle bir savurdu ki karları, etraf toz duman… Hiçbir şey görünmüyor. Aman Allah"ım, neler oluyor! Bugün nedense tabiatın bütün halleri ardı sıra yer değiştiriyor. Her an… An be an…

 

… ve bir sis… Göz gözü görmüyor. Bir rüzgâr… Bir uğultu… Kulakları sağır eden bir ses. Herkes olduğu yere çöküyor. Kimse kımıldamıyor. Dağlar yankılanıyor. Rüzgâr dağ yamaçlarında ıslığa dönüşüyor, üfürüyor, karları savuruyor. Karlar ve hoyrat rüzgâr insanın yüzünü bir bıçak gibi kesiyor, yakıyor, yıkıyor, nefes aldırmıyor.

 

Ah şu tepe… Şu tepe de sağ salim aşılsa tehlike kalmayacak. Gühüşk (yumuşan) tepesi. Korkunç tepe. En yüksek, efsanevi, geçit vermez, ıpıssız tepe. Kaç civanmerde mezar olmuş o katil, o düşman tepe… Ah bir geçilebilse!

 

Bütün yüzlerde bir endişe, bir korku, bir tereddüt… Kalpler küt küt... Bir kemer halinde, dizili, yer yer üçlü dörtlü sıralar halinde yüzlerce insan. Yürüyorlar. Diller susmuş. Kimse konuşmuyor. Yüzlerce insan var ve en ufak bir ses duyulmuyor. İnsanlar başlarını kaldırıp tepeye bakmaya dahi korkuyor. Aman Allah"ım ne heybetli, ne korkunç…

 

Hani olur da bir ses duyulsa, bir kar kütlesi yuvarlansa, bir silah patlasa, bir kuş pır dese Allah muhafaza bir facia yaşanabilir. Onun için herkes teyakkuzda, herkes pür dikkat… Şu tepe, Gühüşk tepesi bir aşılsa… off!

 

İşte şurada her ne pahasına olursa olsun asla durmamalı. Fırtına kopsa, kar yağsa, dolu yağsa, taş yağsa… Burada durmak çok tehlikeli. Durmuyorlar. İlerliyorlar tepenin zirvesine doğru. Ve her adımda kar yağışı daha bir şiddetleniyor. Rüzgâr yağan karları savuruyor, nefesleri tıkıyor. Boğulma tehlikesi geçiriyorlar. İlerledikçe kar kalınlığı daha bir artıyor. Yol almak zorlaşıyor. Yürümek adeta imkânsızlaşıyor. Ama çare yok yürünecek. Yürüyorlar. Gühüşk tepesi nerdeyse bitecek. On metre, beş metre, bir metre… Artık adımlar sayılıyor, derken ohh, nihayet varıyorlar zirveye. Gühüşk tepesi geçiliyor. Derin bir oh çekiyor herkes. Artık selamete varıldı denebilir. Yolun bundan sonrası artık yokuş aşağı. Ohhh şükürler olsun!

 

Vakit öğleyi buluyor. Bundan sonrası dağların doruklarından aşağılara inmek. Artık tehlike aşılmıştır. Yolun sonrası kolay. Hızlıca ilerliyorlar Talê" ye doğru…

 

…ve köye giriş. Büyük bir kalabalık karşılıyor Xani"leri. Bu tarafta 40 damat ve beri tarafta 40 gelin. Binlerce daweti. Davullar vuruluyor, zurnalar, zılgıtlar çalınıyor. Büyük bir cümbüş var Talê" de. Düğün alanı hıncahınç dolu. Beri tarafta gelinler. Tam 40 tane. Üzerlerinde rengârenk xizark, başlarında pûşi, yüzlerinde peçe, kınalı, sürmeli, mis kokulu. Dizili, yan yana, bir sıra halinde. Etrafında kadınlar, gelinlik kızlar. Yaşını almış kadınlar sıtranlar söylüyor, halay çekiyor. Lé lé bıreşo héli lıber héli…

 

Erkekler büyük bir meydanda, hem Tali"ler hem de Xani"ler karışık, uzun uzadıya ve oval bir şerit halinde halaya durmuşlar. Tüm damatlar yan yana. Başlarında sarılı cemedaniler, başuçlarında kuş tüyleri, elleri kınalı, gözleri sürmeli, gül kokulu… Yüzlerce insan halaya durmuş, meydan tamamen dolmuş. Ve sıtranlar söyleniyor, içten, coşkulu, avazları çıkacak kadar… Sesler perde perde doldurmakta düğün alanını. Hêy wella malame lı bınê darê, maşella mala me lı bınê darê…

 

Öğle yemeğinin geç de olsa yenmesinden ve rutin birkaç geleneğin yerine getirilmesinden sonra düğün alayı bu sefer gelin anaları ve akrabalarının ağlamaları, sızlamaları, gözyaşları, hüzün-hicran karışımı duygular içinde ve “binın derê” sıtranıyla yola koyulur. Birkaç saat ara veren kar, tevafuk bu ya, yine yağmaya başlıyor.

 

40 gelin ve 40 damatla birlikte düğün alayı o zorlu, o müşkül, o tehlikeli, o hayati yola çaresiz tekrar çıkar. Ama heyhat ki bu yolculuk acaba bir vuslata mı yoksa bir hicrana mı gebe, bilinmez. Köy ihtiyar heyeti zaten her ne pahasına olursa olsun bu kararı vermiştir ve çare yok uygulanacaktır. Kader çizilmiş, yazgı yazılmıştır. 40 gelin ve 40 damatın yazgısı, Xani"lerin yazgısı…  

 

İşte yine her bir kilometrede ayrı bir tepe, sarp kayalık… Tırmanıyorlar. İşte Siqal tepesi, işte Tasurta tepesi, Bask ê Çile Çemê ve birkaç tepe daha… Tepeler hızlıca, bir bir geçiliyor. Bütün bu tepeler fazla tehlike arz etmeyen tepeler. Ama her şeye rağmen kar kalınlığının fazla olmasından kaynaklanan bir korkuyla geçildi bu tepeler.

 

Ve yine dağ dorukları. Sonrası yokuş aşağı, ama derin bir vadi. Adları belirsiz bir iki tepeden sonra o ıssız, o korkunç Gühüşk tepesi… Düğün alayı bir sıra halinde dizili. Yüzlerce insan. Neden sonra bu dizili sıra bozuluyor. İkişerli üçerli sıralar halinde ve oldukça yavaş, temkinli halde yürüyorlar. Kar her geçen saniye daha bir şiddetleniyor. Kar taneleri öyle bir çoğalıyor ki insanlar nerdeyse ayaklarının dibini dahi göremiyor. Bir fırtına… Ve rüzgâr ölesiye savuruyor karları. Savrulan karlar insanların nefesini tıkıyor, gözlerini kapıyor, yüzlerini kesiyor adeta. İnsanlar yalpalaya yalpalaya yürüyor, yerlerde tutunmak için zorlanıyor, düşe kalka ilerlemeye çalışıyorlar. Damatlar ortaya alınmış. Sonrasında büyük bir kalabalık ve gelinler, kadınlar, genç kızlar… Gelin ve damatlar iyice kuşatılmış, etrafları bir kalkan gibi sarılmış, himaye edilmiş. İnsanlar nerdeyse nefes almadan yürüyorlar. Ayak sesleri dahi işitilmiyor. Yorgunluk, açlık, susuzluk unutulmuş. Herkes bu tepeyi bitirme telaşında. Bu tepe bir geçilse gerisi selamet, gerisi vuslat… Ama nedense yol sanki daha bir uzuyor her adımda. Her adımda daha bir yükseliyor Gühüşk tepesi, heybeti daha bir artıyor. İnsanlar bir şaşkınlık içerisinde, neler oluyor, burası bu kadar uzun çekmiyordu. Aman Allah"ım! Yolunda gitmeyen bir şeyler var sanki. İnsanların adımlarında bir gevşeklik, bir ağırlık… Dizlerdeki derman, takat her geçen saniye azalıyor. Yoksa sazbendin dün gece gördüğü rüya mı gerçekleşiyor? İnsanlar ansızın oluveriyor sanki bitap, harap. Ne olur yardım et ya rab! İlahi bir buyruk sanki, heyhat!                                                  

 

Adımlar nerdeyse duracak, artık hissedilmiyor. Kulaklar sağırlaşıyor, tabiat sağırlaşıyor, hayat sağırlaşıyor. Tüm sesler kesiliyor. Kar sesi, rüzgâr sesi, fırtına sesi… Dizlerdeki derman çözülüyor. Derken nerden çıktığı belirsiz bir tavşan, fıt fıt fıt karşıya geçiyor.

Ve korkunç bir ses:

qıııııırppp!!!


---


40 Gelin Efsanesi (3)
40 Gelin Efsanesi (1)

Önceki ve Sonraki Yazılar
Süleyman Karataş Arşivi