Polis göstericiyi öldürürse

Polis göstericiyi öldürürse

Şimdi bir askeri darbe tehlikesi ufukta gözükmese de toplum idare edilebilir olma halini yitiriyor.

ORAL ÇALIŞLAR - RADİKAL

Polis, göstericiye silah sıkıp öldürmeyecek, öldüremeyecek. İktidarın ve idarenin alacağı ilk önlem, yaşama hakkının korunmasıdır. İnsan öldürüldüyse, gösteriye müdahale biçimi kabul edilemez ve mazur görülemez. Birisi öldüyse, silahı sıkan görevli tereddütsüz hemen adalete teslim edilmelidir. İdarenin ilk işi bu olmalıdır. 

Bir ülkede gösteri de olur, protesto da. Asıl mesele, can kaybına yol açmadan bu gösterileri idare edebilmek. Son dönemde polisin olaylara müdahale biçimi, bir devlet şiddeti, bir polis şiddeti haline dönüştü ve süreklilik kazandı. Bu, artık ciddi bir soruna dönüşmeye başladı. 

Okmeydanı'nda iki insanımızın hayatını yitirmesine neden olan çatışmalı ortam, gelişmelerin çığırından çıkmakta olduğunun işaretlerini veriyor. Kutuplaşma, kaygı verecek ölçüde derinleşiyor. 

Bazen öyle dönemler olur ki, hepimiz gidişatı görürüz, siyasiler de görür, (belki siyasetin tabiatı icabı), olanlara 'dur' diyecek bir feraset gösterilemez. Sanki böyle bir durumun içindeyiz. Her olay, karşılıklı düşmanlık ve öfke kabarmasını beraberinde getiriyor. 

Siyasetçiler de gerginliğin farkında olmalarına rağmen, kutuplaşan tarafların esiri gibi davranıyorlar. Bunu geçmişte de yaşadık. Her şey göz göre göre oldu. O dönemler, daha çok askeri müdahalelerle sonuçlandı ve Türkiye büyük acılar yaşadı. Şimdi bir askeri darbe tehlikesi ufukta gözükmese de toplum idare edilebilir olma halini yitiriyor. Siyaset, toplumsal kutuplaşmanın orta yerinde, sonuca odaklanmak yerine, gelişmelerin seyrine kapılmış gibi görüntü veriyor. 

Önce Başbakan 


Bu durumu önlemek ve yeniden bir sükûnet ortamına dönmek konusunda en sorumlu durumda olan, iktidar ve Başbakan. Sürecin makul hale dönüştürülmesi konusunda birinci dereceden etkili olabilecek kişi Erdoğan. 

Gezi olaylarından bu yana, Başbakan’ın üslubunda ve olayları algılama biçiminde bir değişiklik oldu. Her itirazı, her protesto gösterisini, her eleştiriyi, her çatışmayı kendisine karşı kurulmuş bir komplo olarak anlıyor ve öyle tepki veriyor. 

Gezi olayları dahil, birçok olayda gerçekten de Tayyip Erdoğan’ın bizzat kişiliğini ve yöneticiliğini hedef alan örgütlü bir faaliyet var. 17 Aralık operasyonunun, onu siyaseten yitirmeye yönelik bir girişim olduğunu şimdi daha iyi anlayabiliyoruz. Soma’da, toplumsal acıyı siyaseten sömürmek isteyenler çıktı. 

Buna benzer, daha birçok argüman öne sürülebilir. Ancak, bunlar Başbakan’ın son dönemdeki öfkeli siyaset etme tarzını haklı kılmıyor. Her taşın altında komplo arayan yaklaşımlar da sadece, ülkenin vizyonunu daraltıyor. 

Soma krizi sırasında, karşılaşılan tepkileri ve eleştirileri, bazı hallerde 'Yahudi lobisi' üzerinden açıklamaya kalkışmak, hükümete destek veren bir gazetenin, “Damat Yahudiymiş” manşetini atması, endişe verici Anti-semitist bir eğilime işaret ediyor. Tabii bu tür yaklaşımlar, ırkçılığı körüklemenin de ötesinde Batı’da; Erdoğan’a karşı olan olumsuz yargıları arttırıyor. 

Öfke ve çaresizlik 

Türkiye bir kargaşaya sürüklenme tehlikesi altında. Bunun asıl nedeninin Tayyip Erdoğan olduğunu söylemek, yüzeysel bir yaklaşım olabilir. Gerginliğin temel nedenlerinden biri, bazı (seküler) kesimlerdeki; psikolojik üstünlüğü kaybetme çaresizliği ve öfkesi. Hayat tarzlarını tehdit altında gören, kendilerini baskı altında hisseden seküler kesimlerin tepkileri; giderek daha da yoğunluk kazanabilir. 

Bütün bu tablo, belli ki Tayyip Erdoğan’ı öfkelendiriyor. Kendisini düşman gören kesimin yaptığı gösteriler ve aleyhine düzenlenen oyunlar onu çileden çıkarıyor. Bazı kesimler, Tayyip Erdoğan’dan ne yapıp edip kurtulmayı kendilerine hedef seçmiş durumdalar. Batı dünyasında da benzer bir şekilde düşünenlerin var olduğunu görebiliyoruz. Bir anlamda “Tayyip’i bitirelim” niyetinde birleşmiş bir ittifaktan söz edebiliriz.Ancak Erdoğan’ın bunlara karşılık verme biçimi, bu gerilimi daha da arttırmaktan, kamplaşmayı daha da derinleştirmekten başka sonuç vermiyor. 

Artık bir yerde frene basılması gerekiyor. Önce Başbakan harekete geçmeli. Bir yaklaşım değişimi içine girmeli. Tabii ki muhalefete düşen görevler de bulunuyor. Bu tansiyonun düşürülmesi, Türkiye’nin demokratik standartlarının yeni baştan ele alınması için yeni bir konsensüse gerek bulunuyor. Çok zor olduğu ortada. İki tarafın mahallesi de “vur, vur!” diye tempo tutarken, sükûnete yönelebilmek o kadar da kolay değil. 

Bazı çevrelerin 'düşman' psikolojisi içine girmesi de işi zorlaştırıyor. 

Durup, önyargılardan, şimdiye kadarki ezberlerimizden sıyrılmayı deneyerek, nereye gidiyoruz diye bir topluca düşünsek diyorum.

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.