Önder: Çözüm süreci devam etseydi bugünlere gelmezdik

Önder: Çözüm süreci devam etseydi bugünlere gelmezdik

HDP Ankara Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, Türkiye'de bugüne gerçek bir yüzleşme sağlanamadığı için darbelerin yaşanmaya devam ettiğini söyledi.

12 Eylül askeri darbesinden payını alan, sonrasında Meclis bünyesinde kurulan Darbeleri Araştırma Komisyonu üyeliği görevini yürütürken o dönemki işkencecisiyle 28 yıl aradan sonra hesap soran HDP Ankara Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, 15 Temmuz darbe girişimi ve sonrasında yaşanılanları DİHA'dan Hayri Demir'e değerlendirdi. 

* Çözüm sürecinde PKK Lideri Abdullah Öcalan'ın "çözüm gelişmezse darbe mekaniği devreye girer" değerlendirmesi vardı. Bu uyarı dikkate alınmadı mı? 

Sayın Öcalan'ın uyarılarına, bunu bizim dile getiriş biçimlerimize ve bizim yaptığımız uyarılara baktığımızda içinde darbe mekaniği geçmeyen açıklama yok denecek kadar azdır. Hatırlayın kamuoyunda birçok insan dostumuz insanlar bile bu darbe mekaniği değerlendirmemizden dolayı bizimle çeşitli polemikler geliştirdiler. Anlatamadık yani. Önce sorumlusu biziz, kendimizden başlamalıyız. Biz belki Sayın Öcalan'ın işaret ettiği kadar kavrayamadık, kavrayabildiğimiz kadarını kitlelere yeterince kavratamadık, anlatamadık, yetersiz kaldık. Bu anlamda ama hepten de sorumluluk üstümüze düşecek bir cesamete de değildi bu. 

Yine Sayın Öcalan'ın yaptığı çözümleme darbe mekaniği aslında çok daha tarihsel bir bağlamda bu darbe olgusunu ele alıyor. Ve bu ülkenin cumhuriyetten bu yana yönetim biçiminin özünü ve temel yöntemini işaret eden onun altını çizen onu açığa çıkaran bir değerlendirmedir. Elimizde eğer bunu Sayın Öcalan'ın yaptığı gibi tarihselliği içinde ele alan ve bu darbe mekaniği kavramsallaştırması başlığı altında yapılmayan bütün değerlendirmeler eksik kalmaya mahkûmdur. Biz sadece darbelerin siyasal boyutuna işaret ettiğimizde bunu tekzip edecek mutlaka bir iki darbe görüyoruz. 

Darbelerin sadece askeri boyutunu işaret ettiğimizde bunu tekzip edecek darbeler görüyoruz. Güncelde yaşanılanı sadece dinsel veya cemaat şeyi gibi ele aldığımızda diğer darbeleri için açıklayıcı bir anahtar olamıyor. 
Cemaattin darbe yapmaya çalıştığı sır değildi. Bunu bu memlekette cemaat hariç herhalde söylemeyen kimse kalmadı. Cumhurbaşkanı ile Başbakanı ile CHP'sinden MHP'sine biz hepimiz buna işaret ettik. Fakat diğerleri bunu pratik bir güncel olay olarak ele alıyorlardı. Bizim bu yaptığımız kurumsallaşmış darbe analizi karşısında cılız kalmaya mahkumdular. O yüzden bu kadar derbeder bir şekilde yakalandı. Çünkü siz çözümleyemediğiniz zaman, adını doğru koyamadığınız zaman önlemini de geliştiremezsiniz. Böyle baktığımız zaman darbe mekaniği ile kendini var eder. 

* Bunun önüne geçmek mümkün müydü? Nasıl bir mücadele yöntemi izlenilmeliydi? 

Bir, bu ülkede darbe ve darbe mekaniği ile esaslı bir yüzleşme yaşanmadı. En anti-darbeci davranan, en anti-darbeci tutum gösteriyor gibi gözükenler bile geçmişteki darbe gerçekliği ile yüzleşmede tamamen statükonun yanında yer aldılar. Birkaç örnek verelim. En yakın tarihte gelen 12 Eylül darbesi, o bile uzak bir dönem oldu yani nerdeyse 40 yıla yaklaşan bir zaman geçmişi oldu. Biz 12 Eylül darbesi ile hesaplaşabildik mi? Hesaplaşamadık. Aslında bir negatif hesaplaşma yaşandı. Yani bundan sonra 12 Eylül darbesiyle esaslı bir yüzleşme ve hesaplaşma yaşanamaz. Niye belli mekanizmalar oluşturuldu. Bu nedir? İşte sözüm ona cuntacıların yargılanması ve bizim Meclis'te yaptığımız Darbeleri Araştırma Komisyonu çalışmalarıydı. Yapılan en geniş iki önemli şey buydu. Fakat hepsini toplasan bir 78'lilerin Girişimi'nin ortaya çıkardığı toplam bilinç hafıza ve çalışma perspektifi kadar bile etkili olamadı. Gerçeği budur. 

* Komisyon çalışmaları neden etkili olamadı? 

Darbe komisyonunda darbe ile ilgili tanıklar çağırıldığında herkes kendi bulunduğu durumdan bakmak durumunda kalıyordu. Atıyorum 100 soru sorulduysa 90'ı şöyle başlıyor; 'Peki bugün olanlar hakkında ne düşünüyorsunuz.' Yani ortaya koyacak bir bilinç bir perspektif getirecek bir tutum almaktan kaçındılar. 

* Geçtiğimiz günlerde 12 Eylül'e ilişkin bir değerlendirmenizin hemen ardından linçe maruz kalma durumunuz da oldu. O günkü o değerlendirmeniz neydi? 

Bu ülkede iki büyük emek sendikası vardı. Biri Türk-İş, diğeri DİSK'tir. 12 Eylül faşist cuntası DİSK'i kapattı ve Türk-İş Genel Sekreteri Sadık Şide'yi de çalışma bakanı yaptı. İşte tarihsel bilinci uyandırmazsak olmuyor. Peki, sorsam şimdi birçok sol siyasal yapılarda bile artık bu unutulan bir şey. Genç nesil de işin içerisine girince ve bizler de üzerimize düşeni yapmayınca. Bir örnek daha verelim; bu ülkede Kenan Evren'e fahri hukuk diploması vermeyen üniversite kalmadı. Hukukun bu durumu da utanç verici iğrenç bir yaklaşımdı. 

* Darbe girişiminin ardından çıkartılan kanun hükmünde kararnamelerde çok ciddi tartışma konusu olmaya başladı. 12 Eylül'ün ardından çıkartılan ilk kararname neydi? 

12 Eylül cuntasının çıkardığı ilk kararname kıdem tazminatının iptal edilmesiydi. Peki, bunu altında imzası olan kişi kimdi. İşte bu kararnamenin altında imzası bulunan sendikadan gelen ve sendika genel sekreteri cuntanın çalışma bakanı Sadık Şide idi. Tüm 12 Eylül kararnameleri sonra 12 Eylül kendini tahkim ettikçe değiştirildi revize edildi, revize edilmeyen tek kararname de kıdem tazminatı kararnamesi oldu. 

* Bugüne doğru gelirsek? 

Kurumlardan hangisi özeleştirisini verdi. Hangi üniversite '"Ya biz ayıp ettik bi de utanmadan fahri hukuk doktorası verdik, bundan dolayı o gün bu işi yapanlar adına özür dileriz' dedi. Bunu deme cüretini gösterebildi mi? Şimdi buradan başlayıp bugüne gelirsek biz cemaatin darbesine bu ülkede 90'lı yıllardan beri gerek sol-siyasal yapılar, gerek Kürt halkı an be an omzunda omuz başında hissediyordu. Neydi polis operasyonlarıydı. Neydi amansız yersiz hukuksuz mahkeme kararlarıydı. 
O zaman biz ona isyan ederken, bu konuda bir bilinç uyandırmaya çalışırken o zaman hükümette bugün cemaate karşı sesini yükselten birçok yapıda sesini çıkarmadı. Onun için bir tarihselliği içerisinde ele almak ve kuşkusuz lanetlemek karşısında durmak, net ve pratik bir tutum almak gerekiyor. Ama her fırsatta bu tarihselliği herkese hatırlatmak gerekiyor. Yoksa başımıza bir darbe girişimi daha gelir geçer. Yenisine yine bu kadara hazırlıksız yakalanılır. 

* 15 Temmuz'a ilişkin ciddi soru işaretleri de duruyor. Cemaatin tek başına planlamadığı, darbe girişiminde başka kesimlerin olduğu yönünde. Bu konuda neler söylersiniz? 

Bugün itibari ile bu soruya verilecek cevap bir miktar spekülasyon içerebilir. Çünkü daha ortaya saçılmadı. Ama sezgilerimiz ve gözlemlerimiz paylaşabiliriz. Oradan ortaya çıkıyor ki ağırlıklı olarak bu bir cemaat darbesi. Fakat bu bir koalisyon da mutlaka içeriyor. Darbenin başarısızlığı da muhtemel bu koalisyonun kurduğu yapıların bu sürece kendilerinin bunlara arzu ettiği şekilde dâhil etmemesinden kaynaklanıyor ya da sebeplerinden birisi. Ama elbette ki halkın direnişini tepkisini gözü karalığını anmadan geçmek de olmaz.

* 15 Temmuz sonrası yaşanılanlar, görevden almalar, gözaltılar listeler 12 Eylül'ü katbekat aşan bir duruma ulaşmış durumda. Bu durumu "karşı darbe" olarak değerlendirmesi yapan kesimler de var. Size göre yaşanılanlar ne? 

Şimdi AKP'nin iktidar etme biçimine baktığımızda kendisine ya da kendi iktidarına yönelecek olan her şeyi süratle -tahakküm alanını hegemonik alanını genişletmek amaçlı- kullandığını görürüz. Bunu sistematik bir şekilde ilk günden bugüne değin üstelik oldukça da pragmatik bir yaklaşımla hayata geçiriyorlar. Bu anlamda bizim bugün ki tavsiye ve 10 binlere varan tutuklama, işten çıkarılma yaklaşımlarına karşı savunmamız gereken tek şey ortaya bir kriter koyma zorunluluğudur. Bu kriter de objektif hukuk olmalıdır, demokrasi olmalıdır. 
Bunu içerisinde elbette darbeye şu yada bu şekilde darbe mekaniğine su taşıyan herkes hukuken cezalandırılmalıdır, halkın önünde teşhir edilmelidir. Fakat bunun ölçüsü hukuk ve bağımsız yargı olmak durumundadır. 

* İlk sorumuzun bir noktasını kaçırmadan, çözüm süreci devam etseydi bugünlere gelir miydik? 

Çok rahatlıkla söyleyebilirim; gelmezdi gelinmezdi. Niye bu kadar rahatlıkla söyleyebiliriz, çünkü her darbe kendisine bir toplumsal meşruiyet alanı arar. 12 Eylül' ü hatırlayalım. 12 Eylül'ün en meşhur generallerinden biri Türkiye'deki Gladyo'nun da kurucularından biri aynı zamanda şöyle demişti: 'Halk bize çok baskı uyguluyordu yönetime el koyun diye. Her gün onlarca insan ölüyor. Biz şartların olgunlaşmasını bekliyorduk' diyor. 
Şartların olgunlaşmasından kastedilen şuydu; bu toplumsal talebin çok daha büyümesini çok daha gelişmesini. Öte yandan bugün ortaya çıkan şeylere bakıyoruz ki, bu cinayetlerde, çatışmalarda Gladyo'nun birincil derecede rolü ve sorumluluğu var. Yani kendisi infazlar yapıyor, kendisi lojistik destekler sunuyor gibi gibi... Yani darbeye toplumsal destek sağlıyorlar. Bugün de bakıyoruz toplumsal talep yaratma, darbeye halkın destek olması ya da en azından karşı çıkmaması için ne yapmak gerekiyordu. En bilinen yöntem; yine Kürt nefretini ve bu çatışma durumunu tekrar güncelleme gerekiyordu. 

Bugün hükümet tarafından çatışmanın sebebi gibi gösterilen ancak kim tarafından yapıldığı bilinmeyen Ceylanpınar'da iki polisin infaz edilmesi olayı var. Süratle bölgede çatışmayı tetikleyecek şeyler yaptılar. Neredeyse KCK operasyonlarına rahmet okutacak tarzda yaygın tutuklama girişimi başlattılar. Bunu yapınca halkın kendini savunacağını biliyordu. Yönlendirmekten kastım bu. 

Siyasi akıl bunun böyle olduğunu görmeli ve buna karşı yetkin bir tutum alabilmeliydi. Ama bunu ne kadar yapabildi tartışmalı bir şeydir. Üç kırılma noktası daha yaşadık. Ağrı Diyadin saldırısı. Düşünün oradaki yerleşik tugay bunu yapmayı reddetmişti ve jandarma özel hareket gelip yapmıştı. Bugün bakıyoruz o özel hareketin karar komuta düzeyindeki herkesin darbeci olduğu çıkıyor. İkincisi süreç başlamadan önce yine bir Srilanka formülü güncelleniyordu. 

* Üçüncüsü? 

Kamuoyuna yansımadı ama yine Roboski'de yaşadığımız önemli bir kırılma vardı. Katırların keskin nişancılar tarafından tek tek öldürülmesiydi. Düşünün ki katırların o bölgedeki insanların hayatında gördüğü işlev neredeyse yaşamsal tek sermayedir. Bunlara böylece vahşice yöneldiği zaman oradaki kitlenin karakola yürüyeceğini buna isyan edeceğini biliyorlardı. Biz o dönem ki muhataplarımızın da büyük bir paniğe kapıldıklarını gördük. Yani kendileri dışında gelişen bir şey olduğunu gördük. Anlayamadılar, bunu kim yaptı şeklinde olayı çözemediler, bizden yardım istediler. 

Onun önünü zar zor alabildik. İşte bakıyoruz Hakkâri Tugay Komutanı gözaltında darbeci, Mardin Tugay Komutanı darbeci, işte Bolu, Kayseri illerine baktığımızda Kürt illerinden yürütülen savaşın mimarları ya da birinci derece sorumluları kim varsa hepsi darbeyi hazırlayanların arasında. 

* Darbe girişiminin ardından bölgede bu suçu işleyenlere bunların da yüklenip, hükümetin kendisini temize çıkarması endişesi de var kamuoyunda. Öyle bir sonuçla karşılaşabilir miyiz? 

Bu öyle bir sonuca yol açmaz. Çünkü siyasi sorumluluk dediğimiz bir kavram vardır. Bütün bunlar sizin emir komutalarınız altında hareket etmişler. 

* Darbe girişiminin ardından Kürt sorunun çözümü noktasında yeniden kimi tartışmalar yürütülmeye başlandı. Ama bir yandan da Sayın Öcalan ile görüşmeler kesilmiş durumda. Bundan sonrası için yeniden bir masaya ihtimali var mı yakın zamanda?

Ben işin doğrusu bu konuda kararsızım. Öyle idealı cümleler kurabilecek durumda değilim. Hükümet tamamen kendi hegemonik alanını genişletme tutumu alır da diyemiyorum. Bir yandan da yaşanılanlar bir bilinç uyanması yaratır, yeniden sürece dört elle sarılırlar da diyemiyorum. Her iki durumu da tekzip edecek bol miktarda pratik tutum var. Ama bizim burada anahtar kavram bizim ne yapacağımızdır. Bundan sonra yapılacak olan da bu demokratik siyaset ve demokrasi hukuk kriterine dört elle sarılmak. Görünen o ki, bunu yapabilecek olan bizlerden başka yapacak hiçbir siyasal yapı yok. 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.