Defolu tartışmalar...

Defolu tartışmalar...

Bütün bu "uğultu"dan, daha demokratik bir anayasa; daha olgun, daha gelişkin, halkın ihtiyaçlarıyla daha çok örtüşen bir sistem çıkarabilmek mümkün olabilecek mi?

Öncelikle şunu belirteyim… Hangi sistem söz konusu olursa olsun; benim beklentim, hak ve özgürlüklerin güvence altına alındığı bir demokratik rejimdir. Şunu da ekleyeyim: Siyasi Partiler Kanunu ve Seçim Kanunu böyleyken; hangi sistem gelirse gelsin, demokratik bir işleyiş sağlanamaz.

ABD  örneğine bakarsak… Oradaki başkanlık sisteminin en dikkat çekici özelliği, bir “siyasi parti kimliği”nin öne çıkmaması. Yani bizdekiyle kıyaslanabilecek bir “her şeye kadir bir parti liderliği” ve bir “parti merkezi”nden söz etmek mümkün değil.

ABD Başkanı Obama, parti liderliğinden başkanlığa gelmedi… ABD'de, Demokrat veya Cumhuriyetçi Parti başkanlarının adlarını çoğu insan bilmez. Başkanlık için yarış; yıllar önceden, partilerin senatör, milletvekili veya valilerinin arasında gelişir; yani adaylar genelde “parti liderliği” içinden çıkmaz. Zaten, bizdeki yerleşik anlamıyla “parti liderliği”nden söz etmek de çok mümkün değildir.

OTORİTER PARTİ REJİMİ

Türkiye'deki siyasi kültür, otoriter bir liderlik etrafında şekillenmiş bir kültür. Başkanlık sistemi de olsa, parlamenter sistem de olsa; aynı “otoriter gelenek”in içine sıkışıp kalmamız gibi bir risk söz konusu… Siyasi partiler kanunumuz ve siyaset kültürümüz, liderliği temel alan bir anlayış içinde olduğu sürece; ne yaparsak yapalım, kar etmez.

1982 Anayasası'nın değişmediğinden şikayet ediyoruz. Aynı durum, Siyasi Partiler Kanunu için de geçerli, Seçim Kanunu için de...

Ülkedeki önde gelen partilerin merkezlerini ellerinde tutan liderlikler, değişim ihtiyacına öncelik vermekten uzaklar. Hatta, ağırlıklı olarak, “kendi otoritelerini korumayı esas alan” bir tutum gösterdikleri söylenebilir.

Bu nedenle; anayasa değişikliğini, Siyasi Partiler Kanunu'nu ve Seçim Kanunu’nu da kapsayacak şekilde ele almak ve bu meselenin bir “siyaset kültürü meselesi” olduğunu da hesaba katmak gerekiyor.

KÜRESEL GÜÇLER

Her konuda olduğu gibi, başkanlık sistemi ve anayasa değişikliği tartışmasında da; tartıştığımız oranda,  siyaset ve tartışma kültürümüzün defoları da ortaya çıkıyor.

Konuyu, kişiselleştirmeden tartışabilmek gerekli. Sonuç olarak,  bir anayasa değişikliği, “bir ülkenin önündeki onlarca yılı kapsayacak bir düzenleme” anlamına gelir. Büyük olasılıkla; bugünkü aktörler, yeni sistemin sadece küçük bir döneminde rol oynayabilecekler… Yerlerine eninde sonunda yeni siyasi figürler gelecek.

Güncel duruma gelirsek… Bir kesim "dikatörlük kurulmak isteniyor" diye başlıyor tartışmaya. Şunu hatırlamakta yarar var: Bu ülke, 70 yıldır, çok partili rejim olarak tanımlanan bir sistemle yönetiliyor. Askeri darbelerin zaafa uğrattığı sistemin, özürlü bir demokrasi yarattığı, ortada. Üç darbeden, üç diktatörlük çıktı…

TARTIŞMAK, TEHDİT ETMEK

Başkanlık sistemini savunan perspektifin, işte bu zaaflardan yola çıktığını görüyoruz. Anlaşılır olunan noktalar elbette var. Bununla birlikte, son günlerde, giderek tırmanan bir psikolojiye de tanık oluyoruz. Başkanlık sistemini savunan bazı kişiler, “sistem değişikliğinin her derde deva olduğunu” düşünüyor gibiler. Elbette herkesin kendine göre bir sistem tercihi ve değişim hedefi olabilir… Heyecanlı da olunabilir…Bunlarda sorun yok… Ama, bazı kesimlerde zaman zaman hissedilen tehditkar ve saldırgan üsluba bakınca, “bunların tartışmaya pek niyetleri yok” izlenimi oluşuyor.

Yıllarca, İslami kesimin maruz kaldığı suçlamalar; bu kez, o kesim adına, az çok benzer argümanlarla dile getirilebiliyor. Mesela, "küresel sermayenin beslemesi" suçlaması, bize yabancı değil. Eskiden de, aynı suçlama, İslami kesime yapılıyordu.

Daha sistemin ana omurgası şekillenmeden, suçlayıcı bir dille ortaya çıkan bir “tribün”ün varlığı; asıl yapılması ve tartışılması gerekenlere gölge düşürebilir... “Bu zihniyette olanların düşündüğü başkanlık sistemi acaba nasıl bir sistem olabilir?” diye tereddüte kapılanların sayısı artıyor. Kaçınılmaz olarak, “bu kadar ötekileştirici bir dilin hissedildiği bir anayasa hazırlığı sürecinden, nasıl  sonuçlar doğabilir?” sorusu akla geliyor.

Bütün bu “uğultu”dan, daha demokratik bir anayasa; daha olgun, daha gelişkin, halkın ihtiyaçlarıyla daha çok örtüşen bir sistem çıkarabilmek mümkün olabilecek mi? Kötümserliğin kolaycılığına ve rahatlığına kapılmak istememekle birlikte; iyimserlik adına da, yeterince somut ipuçları bulmakta zorlanıyorum.

Daha olgun bir tartışma ve konuşma ortamına nasıl ulaşabiliriz?

Böyle bir ortamın kurumlarını nasıl oluşturabiliriz? Ülkenin birikimi, bundan daha ileri bir tartışma kültürünü ne zaman üretebilir?

Şu açık: Demokratik bir anayasa, ancak, “demokrasiyi içselleştirmiş bir kültür”de şekillenebilir. Başkanlık sisteminin, “şimdikinden daha ileri bir sistem” olabilmesi; onu hazırlayacak olan kültür ve zeminle ilgili bir mesele.

Bekleyelim ve görelim…

ORAL ÇALIŞLAR / RADİKAL

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.