Dağa kaçan çocuk

Dağa kaçan çocuk

Gelinen aşamada çocuklar lehine yeni bir siyasete girişmek kaçınılmaz görünüyor. Bunu AKP’nin şimdilerde tedavüle soktuğu “çocuk oyunundan” bağımsız olarak tartışmak, konuşmak gerekiyor.

Türkiye’de uzun yıllar yasaklı olan Yılmaz Güney’in “Duvar” filmindeki sahneler hapishanelerdeki Kürt çocukları için tekrar ediyor. O sahneleri Express için beş yıl önce yaptığımız söyleşide Adanalı iki Kürt çocuğu ayrıntılarıyla anlatıyor. (Söyleşiyi mutlaka okumanızı tavsiye ederim: Hayatımızı bitirmek istiyorlar) Kürt çocuklarının savaş sürecinde maruz kaldığı psikolojik veya fiili şiddet konusunda herkesin iyi bir muhasebe yapması gerekiyor. PKK mücadelesine ilk doğan Kürt çocukları şimdi 40’lı yaşlarında. Türkiye’nin batısı hiçbir zaman yaşananlara tam olarak vakıf olamadıysa da, Kürdistan’da kırk yıla yakın bir süredir savaş yaşanıyor. Görülmeyen, duyulmayan savaş, gündelik siyasetin ayak oyunlarıyla meşgul olanlar tarafından hâlâ yaşanmamış kabul ediliyor.

Kürdistan’da silahların sustuğu dönemlerde psikolojik savaş devreye sokulurken, çatışmalı süreç hem psikolojik hem silahlı harbin azami biçimde devrede olduğu ve çocukların da hedef alındığı yıllardır. Babasının, annesinin, ağabeyi veya ablasının gözleri önünde işkence edildiği, aşağılandığı Kürt çocuklarının elbette bir “irade” sahibi olmaları için 18 yaşını doldurmaları beklenemezdi. Çünkü Kürt çocukları bizzat bu devletin zulmüyle çarçabuk reşit oldular. Çocukluklarını yaşayamadılar. Mermi kovanlarını oyuncak edindiler. Patlamamış askerî malzemelerden onlarca çocuk öldü veya sakat kaldı. Üstelik bu sahneler mazide filan kalmadı. Daha bugünlerde bir anne, Mülkiye Demir Kılınç, ikiz bebekleri Özgür ve Lorin’le birlikte hapse girmeye hazırlanıyor. Yüzlerce Kürt annesi, çocuklarını hapishanelerde büyüttü, büyütüyor. Binlerce Kürt çocuğu babalarının hapisten çıkması için gün sayıyor. Yüzlerce Kürt çocuğu hapishaneden çıkmak için duvarlara çentik atıyor. Dağa çıkmayan çocuklar sokaklarda çatıştılar. Köylere baskın yapan askerlerin çocukları ajanlık yapmaya zorladığına 1990’lı yıllarda tanık olmayan ebeveyn yoktur. Özetle kırk yıllık savaş sırasında Kürt çocukları hem savaşın mağduru, hem de aktörü haline geldiler. Ve Kürt çocuklarını bu savaşın tarafı haline getiren bizzat devletin kendisidir. Bunu Kürdistan’da doğup büyümüş olan hepimiz bizzat yaşadık, bizden sonraki kuşaklar da yaşamaya devam ediyor.

PKK ve çocuk

Ancak şunu da vurgulamak gerekir ki, PKK’nin özellikle hapse atılma riski bulunan veya hapiste işkence görmüş olan çocukları geri göndermemesi üzerine etraflıca tartışmak durumundayız. PKK saflarındaki çocukların Türkiye’ye değilse bile örneğin Güney Kürdistan’a yerleştirilmeleri, devletin Kandil’e yaptığı muhtelif operasyonlardan uzak tutulmaları bir seçenek olamaz mı mesela? Bana kalırsa savaşın en şedit koşullarında bile çocuklar ebeveynlerinin yanında olmalı. Eğer tüm çocukları kurtarmak istiyorsak, o zaman devleti çözüme zorlamak için daha fazla çaba sarfetmek dışında bir yol olamaz. Beri yandan, dağdaki çocukların evlerine dönmeleri de “yılanın başı küçükken ezilmeli” diskurunu Kürt çocuklarına bilfiil uygulayan bir devlet varken, çözüm değil. Dolayısıyla AKP eğer çocukları, analarını bir nebze olsun düşünüyorsa, çözüm için yapısal adımlara hız vermeli. Gerisi laf-ı güzaftır.

İşin aslına bakılırsa başından itibaren Kürt hareketinin, devletin Kürt çocuklarına yaptığı zulme karşı demokratik mücadeleyi uluslararası düzlemde daha aktif bir biçimde yürütmesi gerekiyordu. Dağa çıkmış çocuklar belki devletin gazabından kurtulmuş olabilir ama ya dağa gitmeyenler ne olacak?

PKK’nin çocukların katılımını, Erdoğan’ın son günlerdeki propagandasından bağımsız olarak tartıştığını biliyoruz. Çok sayıda çocuğun dağdan gönderildiği, ailelerine teslim edildiği de biliniyor. Fakat artık dağda veya ovada, tüm Kürt çocuklarının devletin gazabına karşı korunması için alternatif kanalların zorlanmasının zamanı da geldi. Erdoğan’a dönüp “siz çocukları öldürmeyi iyi bilirsiniz” demek bir hakikate işaret eder ama bu yetmez. Devletin çocuk karşıtı uygulamalarının tüm dünyaya teşhir edilmesi de yetmez. Şehirlerde her gün polis şiddetine maruz kalan çocukların korunması için güçlü ve etkili kurumların tesis edilmesi, alternatif çocuk koruma mekanizmalarının geliştirilmesi gerekir. Kuşkusuz meselenin bu boyutu Kürt hareketinin gücü ve etkisi oranında tartışma konusu olabilir. Kürtler devlet şiddetiyle karşı karşıyayken çocukların bu ortamdan azade tutulmasının yükü de Kürtlerin sırtına bindirilemez. Ama gelinen aşamada çocuklar lehine yeni bir siyasete girişmek kaçınılmaz görünüyor. Bunu AKP’nin şimdilerde tedavüle soktuğu “çocuk oyunundan” bağımsız olarak tartışmak, konuşmak gerekiyor.

Örneğin Kürt hareketinin sanat kurumları, basın kuruluşları da devletin çocuklara yaptığı zulmü ne kadar hakkını vererek teşhir edip etmediklerini sorgulamak zorundalar. Miraz Bêzar’ın “Min Dît”i, Özgür Doğan-Orhan Eskiköy’ün “İki Dil Bir Bavul”u, Dilek Gökçin’in “Bûka Baranê”si ve benzeri birkaç mütevazı film dışında bu konu ne kadar işlendi? Örneğin Tayyip Erdoğan’ın Mart 2006’da Diyarbakır’da başlayıp tüm bölgeye yayılan demokratik kalkışma için “kadın da olsa, çocuk da olsa” Kürtlerin gözünün yaşına bakılmaması direktifini verdiği, aralarında çocukların da bulunduğu 11 kişinin öldürüldüğü günler, niçin Kürt sinemasında etraflıca konu edilmedi? Kürt hareketi bir eleştiri veya özeleştiri yapacaksa, buradan başlayabilir örneğin.

“Batı” ve çocuk

Gelelim meselenin AKP ve Türkiye’nin batısındaki boyutuna. Hükümetin Gezi İsyanı sırasındaki psikolojik harbi hakikati bilenleri nasıl da çileden çıkarıyordu, değil mi? Camide içki içilmediğini, Kabataş’ta bir kadını yarı çıplak bir grup “çapulcunun” taciz etmediğini bildiğimiz halde, hükümetin kara propagandası hiç dinmedi. Gerçekleri eğip büktüler, halka alenen yalan söylediler. Yalana kanmayanları da sindirdiler. İstanbul gibi medyanın ana üssü olan bir şehirde bile bu manipülasyonu yapmaktan çekinmeyen devletin ve hükümetin kırk yıldır savaşın yaşandığı Kürdistan’daki hakikatleri nasıl yansıttığını, nasıl yansıtabileceğini tahmin etmek niye bu kadar imkânsız oluyor? PKK’nin çocukları dağa kaçırdığına dair hükümet kaynaklı propaganda, örneğin bağımsız bazı mecralarda bile nasıl “dağa kaçırılan çocuklar” başlığıyla karşılığını bulabiliyor? Erdoğan’ın 14 yaşında polis tarafından vurulan Berkin Elvan’ı bile “terörün aleti” olarak gösterme gayretlerine kanmayanlar, PKK’nin çocukları kaçırdığına nasıl ikna olabiliyor? Kim ne derse desin, devletin kırk yıllık Kürt karşıtı silahlı ve psikolojik harbi Türkiye’nin batısındaki hemen herkesin zihninde az veya çok tesir yaratmış durumda. Erdoğan’ın son günlerdeki PKK ve BDP-HDP karşıtı propagandası bu kırk yıllık devlet tesirinin üzerinden işlevsel olabiliyor.

HDP’yi BDP’leştirmek

Son günlerin sorusu şu: “Çözüm süreci devam ederken” AKP niye PKK’yi çocuk kaçırmakla itham edip klasik psikolojik harp siyasetine başladı? Bir ihtimal, Tayyip Erdoğan, cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde Kürt hareketini kenara sıkıştırıp MHP tabanını cezbetmeye çalışıyor olabilir. Zira seçim öncesinde milliyetçi cenahın “çözüm süreci” üzerinden Erdoğan’a karşı tutum alması söz konusu. Erdoğan’ın Kürt çocuklarını bu taktik için kullanarak bir taşla iki kuş vurmayı hedeflediği söylenebilir. Burada “büyük kuş” ise HDP. Zira dikkat edilirse Erdoğan, bu meselede esas muhatabı olan PKK’yi değil daha ziyade BDP ve HDP’yi hedef alıyor. Bu, aynı zamanda HDP’nin Türkiye’nin batısındaki etkinliğini zayıflatma, dahası HDP’yi “BDP’lileştirme” hamlesi olarak da okunabilir. Hülasa; Erdoğan’ın Ağrı’daki mitingde PKK’li çocuklar için ifade ettiği “A, B, C” planları içinde öncelik “C”, yani cumhurbaşkanlığı planında gibi görünüyor.

Meselenin güncel boyutu için ihtimaller üzerine daha fazla kafa yorulabilir. Fakat açık olan, Erdoğan ve AKP kurmaylarının, PKK’ye katılan çocukları belli bir taktik için kullanmaya niyet ettiğidir. Bu niyetin içinde Kürt çocuklarını savaştan kurtarma hedefi olmadığı çok açık. Fakat AKP’nin “çözüm sürecini” bitirmek gibi bir amacı da varsa, bu yeni psikolojik harp Kürdistan’da değil ama Türkiye’nin batısını ve giderek “uluslararası kamuoyunu” ikna etmek için işlevsel olabilir.

Başa geri dönelim; anaakım medya Erdoğan’ın söylemini derhal benimseyip “PKK’nin kaçırdığı çocuklar” lafını tedavüle soktu. Oysa aklı başında herkesin teslim edebileceği hakikat çok basit bir soruda yatıyor: Eğer PKK çocuk kaçırsaydı, otuz yıldır Kürt halkı arasında bu kadar geniş bir taban bulabilir miydi? 1990’larda devlet, Kürtlere PKK’yi kötülemek için “Onlar Ermeni, dinsiz, imansız” diyordu. Bu propagandanın Kürtlerde herhangi bir karşılığı olamazdı. Zira devlet, Kürt ebeveyne aslında dağdaki çocuğunu “anlatıyordu.” Erdoğan’ın da PKK’li çocuklarla ilgili beyanatlarının Kürtler içinde bir karşılığı yok. Çünkü Kürtler, çocuklarının dağa nasıl ve niçin gittiğini iyi biliyor. Ne bir anne çocuğunun dağa çıkmasını ne de bir çocuk dağın çetin koşullarına katlanmayı ister. Ama karşınızda her türlü çocuk hakkını askıya almış, İsrail’in Filistinli çocuklara yaptıklarından daha fazlasını yapmayı göze almış bir devlet dururken, ne yazık ki bu hazin tablo ortaya çıkıyor. Ezcümle, Kürt çocukları dağa kaçırılmıyor, kaçıyor.

AKP, TMK ve çocuk

Bir süredir gelen muhtelif haberler, PKK’ye katılımda ciddi bir artış yaşandığı yönündeydi. Her ne kadar Türkiye açısından çatışmasızlık süreci devam etse de, Türkiye Kürt hareketiyle savaşını dolaylı olarak Rojava’da yürütüyor. Rojava’daki çatışmaların Kuzey Kürdistan’da kitlesel tepkilerle olmasa da PKK’ye katılımlarla yansıdığı söylenebilir. Diğer yandan Öcalan, devletle görüşmelerin olumlu yönde ilerlediğini beyan etse de, devletin Kürdistan’daki yüzü ve AKP’nin oyalama politikası Kürtlerdeki öfkeyi artırıyor. Çocukların çatışmasızlık döneminde bile yüzlerini dağa çevirmesinin önemli bir nedeni de bu.

AKP’nin Kürt çocuklarıyla ilgili pratiği esasen Uğur Kaymaz cinayetine kadar uzanıyor. 12 yaşındaki Uğur Kaymaz 21 Kasım 2004’te babası Ahmet Kaymaz’la birlikte evinin önünde öldürüldükten sonra, failleri sistematik olarak korundu. AİHM’e taşınan davada devletin yaptığı savunma, Uğur’u suçlu, infazı da haklı göstermeye dayanıyordu. 2005’te PKK militanlarının uzun bir aradan sonra Kandil’den Kuzey Kürdistan’a dönüşünün Kürtlerde büyük bir heyecanla karşılandığını kimse inkâr edemez. Kürt çocukları o tarihlerde de sokaklara çıktılar. En büyük gösteri de yukarıda hatırlattığımız gibi Mart 2006 olaylarıydı. Erdoğan’ın o tarihte “kadın da olsa, çocuk da olsa gereği yapılacaktır” direktifinden sonra Diyarbakır’ın ortasında çocuklar öldürüldü. Haziran 2006’da TMK’da yapılan değişiklikle birlikte Kürt çocuklarına yönelik insafsızca, düşmanca bir av başlatıldı. Binlerce Kürt çocuğu TMK kapsamında yargılandı, yüzlerce çocuk hapislerde kaldı. Buralarda işkence, taciz ve tecavüze maruz kaldı. Erdoğan’ın şimdi “kaçırıldı” dediği çocukları bizzat devlet dağa kaçırdı. Kaçmayan çocuklar hâlâ hapishanelerde veya yargılamaları devam ediyor. Dolayısıyla Erdoğan’ın “PKK’nin kaçırdığı çocuklar” propagandası bu meseleyi etraflıca tartışmak için iyi bir vesile oldu. Çünkü eğer AKP’nin ve devletin gerçek yüzü ortaya konacaksa, işe Kürt çocuklarına yaptıklarıyla başlamak gerekecek. Fakat tartışmayı devletin psikolojik harbinden sıyrılarak yürüttüğümüz ölçüde hakikate yaklaşabilir ve savaşın mağduru olan çocukları korumak veya “kurtarmak” için yeni bir barış söylemiyle yola koyulabiliriz. Yoksa hepimiz AKP’nin “çocuk oyununda” birer piyon olarak kalır ama çocuklar lehine hiçbir şey yapamamış oluruz.

İrfan Aktan / zete.com

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum