Cezaevi hasta tutsakları iki kere cezalandırıyor

Cezaevi hasta tutsakları iki kere cezalandırıyor

Cezaevinin hasta tutsaklar için iki kere cezalandırma olarak anlaşıldığını ve bu anlayışın yaşam hakkını alenen gasp ettiğini görüyoruz.

Sibel Çapraz

Bilindiği gibi Türkiye cezaevlerinde  950’ye yakın hasta tutsak bulunuyor ve bu tutsakların 400’e yakını kritik aşamada yani ağır hasta tutsaklardan oluşuyor (sayı daha fazla da olabilir). Mevcut cezaevi koşulları göz önünde bulundurulduğunda buna OHAL sürecini de eklersek tablonun korkunç yüzünü görmüş oluruz. Tıka basa dolan koğuşlarda hasta, yaşlı ve çocuk sayıları da git gide artmış durumda. Cezaevinde yaşlı bir annenin cezaevini kaldıramadığı kadar küçücük çocukların da anlam dünyasını daraltmaya kadar vicdan perdelerinin örtük olduğu bir döneme tanıklık ettim. Ağır hasta tutsakların yaşamaya “evet” dedikleri anda yaşamak için can çekiştikleri zamanı da gördüm ve yaşadım. Eğer bir gün olur da yaşamın kıyısında bulursanız kendinizi Ergin Aktaş’ın iki eli olmadan yaşama nasıl sarıldığına, ya da 80 yaşındaki “ Sise” ananın yılmayan iradesine bakın. Süreyya Bulut’un 23 yıldır tek gözüyle güzelleştirdiği kocaman dünyasına, tekerlekli sandalyeye mahkum Ahmet Hami’ye ve bunlar gibi yüzlerce hasta tutsağı hatırlayın. Ha bunları yapamıyorsanız dört duvar arasında anlam veremediği, kuşları hapisane duvarlarına çizilen figürlerle tanıyan Miraz bebeğin gözlerinin içine bakın. Gayri-insani bir şekilde yaşam hakları gasp edilmiş bu insanların tek amacı var o da “yaşamak”.

Bir yıl boyunca bu şartlar altında ben de yaşadım. Koğuşta arkadaşların arasında kalmak her zaman bir avantajdır. Bu bağlamda yaşamımı birlikte kaldığım arkadaşlarıma borçluyum. Onlardan aldığım güç yaşam enerjimi artırdı, umudumu yükseltti. 15 ve 16. ameliyatlarımı tahliye sonrası oldum. Tedavilerim devam ediyor iki ameliyatımı da önümüzdeki günlerde olacağım. Bu kadar uzun süre tutulmasaydım içeride belki daha kısa sürede ve eksiksiz tedavi olabilecektim. Ya da en azından parmaklarımın sakat kalmasının önüne geçebilecektik. Tedaviye ihtiyacı olan hasta birini cezaevine koymanın tek amacı var o da sakat bırakmak ya da ölüme terk etmek. Cezaevlerinin koşulları iyileştirici olmadığı müddetçe bu niyet hep böyle okunacaktır.

Hapishane yönetimleri hasta tutsaklarla pek fazla uğraşmak istemezler. Bu nedenle başlarından savmak için her türlü yolu denerler. Bunlarla baş etmenin en büyük yolu haklarınızı bilerek onların karşısında durabilmenizdir. Haklarınızı aradığınız zaman da iyi olmuyorsunuz onların gözünde. Haklarınızı kabullendirmek için sürekli bir tartışma yaşanır ve bu tartışmanın sonucunda siz hep suçlu konumunda olduğunuz için hakkınızda sürekli tutanaklar yazılır ve bunlar mutlak cezaya çevrilir. Genelde tüm mahkumların yaşadığı ama özelde hasta tutsakların maruz kaldığı bir durumdur bu. Örneğin yakın bir tarihte sağ gözü görmeyen, Wernicke-Korsakoff hastası Süreyya Bulut koğuşunda kan kusuyordu. Arkadaşları hemen durumu gardiyanlara bildirdi fakat gardiyanların insanlık dışı tavrıyla karşılaştı. Birkaç gün sonra durumu ağırlaşınca Sürreya Bulut hastaneye kaldırıldı. Tabii bu aşamaya gelinceye kadar arkadaşları ve idare arasında tartışmalar geçti.  Yani durumun ciddiyeti iyice nüksetmeden kendinizi inandıramıyorsunuz.

Cezaevinin hasta tutsaklar için iki kere cezalandırma olarak anlaşıldığını ve bu anlayışın yaşam hakkını alenen gasp ettiğini görüyoruz. Doktor takibi altında olması gereken hasta tutsakların ne ilaçlarını düzenli alabilme şansı var ne de doktora kontrol için zamanında gidebilme şansı. Tüm bu şanslar tamamen idarenin veya kolluk kuvvetlerinin inisiyatifi altında. Ya revire zamanında çıkamazsınız ya da kolluk kuvvetlerinin personel eksikliği bahanesi ile karşı karşıya kalırsınız. Bakırköy Kadın Cezaevi’nde bulunan ve doktor gözetimi olmadan tek bir ilaç dahi kullanamayan Fatma Tokmak her an ölüm riskiyle karşı karşıya. İdareye göre ise tüm sağlıklı insanlar aniden düşüp ölebilirlermiş. Bu kadar sıradan ve basit düşünen bir zihniyet ile karşı karşıyadır hasta tutsaklar. Tüm bu insanlık dışı yaklaşım ve uygulamalara karşın yaşama direnci gösteriyor hasta tutsaklar. Hepsininde ortak bir amacı var o da özgür koşullarda tedavi olabilmek.

Bir de işin çıkmaz boyutu var o da revir tipi cezaevi. (Revir tipi cezaevi Türkiye’de Menemen ve Metris R tipi cezaevleri olmak üzere sadece iki tane.). Buralar hasta tutsakların sözde kısa süreli tedavileri için düşünülmüş fakat tam tersine hasta tutsaklar burada sadece ölüme terk ediliyor. Oraya giden hastaların birbirinden çok farklı sağlık sorunları var. Ve yine tedavi edilmek için başka bir hastaneye götürülmek zorunluluğu var çünkü cezaevinde uzman doktor bulunmuyor. Hastane de şehir merkezinde ve bir saatlik yol gidiliyor. Cezaevinde tedavi odaları yok, eğer fizik tedavi ihtiyacınız varsa aile görüş salonunda kurulmuş bir hasta yatağında, ilkel koşullarda tedavi olabilirsiniz. Ayrıca tüm hastalar hücrelerde tutuluyor. Ergin Aktaş’ın iki eli yok ve astım koah hastası, diğer mahkum Ahmet Hami’nin belden aşağısı felçli ve Hami tekerlekli sandalyeye mahkum.

İki mahkum bir süre önce cezaevi koşulları, tedavi haklarının sunulması ve sevk taleplerinin kabul edilmesi amaçlı 36 gün açlık grevine girmişlerdi. Bu taleplerinin derhal karşılanması gerekirken, tutsakları aynı hücreye koydular. Normal şartlarda orada mahpusların bir araya gelmesi yasak. Doğal olarak bir tek görüşçünüzü yani aileden birinci dereceden olan yakınınızı görebiliyorsunuz tabii yakın oturan varsa. Eğer yoksa insanlardan izole ediliyorsunuz. Banyo kapıları ve havalandırmalar kameralarla 24 saat gözleniyor. Tuvalet hücrenin içinde ve açıkta. Yaz aylarında lağım kokusundan hücre tam bir işkenceye dönüşüyor. Hiçbir sosyal etkinlik yok olsa da siyasi mahkumlar bu etkinliklerin dışında tutuluyor. Bu sorunları dile getirecek muhatap bile bulamıyorsunuz. Varlar ama sorumluluklarından kaçıyorlar. Bunları orada 3 buçuk ay kalmış biri olarak anlatıyorum. Daha öncede röportajlarımda anlattım ama maalesef ayrıntıları yazılmadı.

Hasta tutsakların mevcut sorun ve sıkıntıları bu ülkenin utanç tablosudur. Bu utancı ortadan kaldıracak tek sorumlu da mevcut hükümettir. Kamuoyunun bu konuda yeterince duyarlı olmadığını düşünüyorum. Uzun süreli açlık grevlerinin tahribatları ağır olur ki bunlar zaten ağır hasta insanlar. Böylesi korkunç bir tablo varken sessizlik bozulmalı. Mesela bağımsız kişilerden oluşan hak savunucuları bir araya gelip bir komisyon oluşturabilir. Özellikle Menemen R Tipi Cezaevi’nin mercek altına alınıp oradaki insanlık dışı yaklaşım ve koşullarının açığa çıkması gerekmektedir. Yönetimi hakkında da soruşturma açılmalıdır. Ayrıca Adalet Bakanlığı’na da çağrıda bulunmak istiyorum. Çok geç olmadan ağır hasta tutsaklar bir an önce serbest bırakılmalı ve tedavilerinin dışarıda, ailelerinden destek alarak sağlıklı koşullarda yapmalarının önü açmalıdırlar.

Hasta tutsaklardan bu kadar korkmamalı, onları bu kadar dışlamamalılar. Bu konuda sadece kendi yasalarını bile uygulasalar sakatlanma ya da ölüm risklerini en aza indirebilir veyahut tamamen ortadan kaldırabilirler. Yeni ölüm haberlerini almadan herkesin bu konuda duyarlı davranıp tepkilerini ortaya koyması gerekmektedir. Hasta insanların yaşam haklarının geri verilmesi gerektiği ve hasta insanların yerinin cezaevleri değil hastaneler olduğunu bir kez daha hatırlatmak gerektiğini düşünüyorum. Bu arada Ergin Aktaş için başlattığım imza kampanyası devam ediyor, change.org üzerinden duyarlı herkesin desteğini bekliyoruz.

* Bu yazı ilk olarak GazeteDuvar'da yayınlanmıştır.

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.