Çerkesler 150 Yıldır Sürgün Hayatı Yaşıyor

Çerkesler 150 Yıldır Sürgün Hayatı Yaşıyor

Çabamız, Çerkes Soykırımı ve Sürgünü'nü, Türk ve Dünya kamuoyuna anlatmaktır. Çerkesler geçmişi unutmadan hem kendileri ve hem de diğer halklar için onurlu bir gelecek istiyor.

Kafkas Dernekleri Federasyonu (KAFFED), bugün saat 19:00'da İstanbul’da Kartal'da anma etkinliği düzenliyor. Federasyon etkinlik öncesi bir bildirge yayınladı.

"21 Mayıs 2014, Çarlık Rusyası'nın kolonyalist politikaları ve stratejik hedefleri doğrultusunda Çerkes halkına uyguladığı soykırım ve sürgünün 150. yıldönümüdür" cümlesiyle başlayan bildirgeyi yayınlıyoruz.* * *

21 Mayıslar insanlık tarihindeki en büyük trajedilerden birinin anıldığı gündür.

Çerkeslerin güzel ve zengin yurdu Kafkasya tarihinde sürekli güçlü orduların saldırılarına maruz kaldı. Bu savaşların en uzun ve acımasız olanı 1763-1864 yıllarında süren Rus-Kafkas Savaşları'dır. Bu savaşlar süresince 500 binden fazla Kafkasyalının öldüğü tahmin ediliyor. Eşitsizler arasında 101 yıl süren kanlı savaşlar ve yaşanan soykırım, 21 Mayıs 1864’de Soçi yakınlarında Kbaada vadisinde (Krasnaya Polyana) Çerkeslerin yenilgisi ile sonuçlandı ve Çarlık Rusyası Kafkasya’yı tamamen işgal etti.

Çarlık Rusyası'nın “etnik temizlik” kararı ile 1,5 milyon civarında Çerkes, yurtlarından kopartılarak Osmanlı topraklarına gönderilmek üzere Tuapse, Soçi ve Sohum gibi liman kentlerine toplandı. Yüz binler gemilerle başta Varna, Samsun, Sinop ve Trabzon olmak üzere Osmanlı kentlerine hırçın Karadeniz üzerinden nakledildi. Köhne gemilerle yola çıkarılan atalarımızın yaklaşık üçte biri, yollarda ve yerleştirildikleri bölgelerde, hastalık, açlık ve kötü yaşam koşulları nedenleri ile hayatlarını kaybetti. Osmanlı topraklarına ulaşabilenler, belli bir iskan politikası çerçevesinde, geniş Osmanlı coğrafyasına dağıtıldı.

Tarihinin en acı ama en az bilinen trajedilerinden birisi

Savaşta görev almış olan bir Rus görevli bizzat şahit olduklarını daha sonra şöyle anlatır:

"…İnsanın tüylerini diken diken eden bir sahne hiç gözlerimin önünden gitmiyor: pek çoğu çocuk, kadın ve yaşlı insanlardan oluşan cesetler ortalığa dağılmış bir haldeydi ve bu cesetlerin çoğunu köpekler parçalamışlardı. İnsanlar açlık ve hastalıktan o kadar bitkin düşmüşlerdi ki çoğu yaşarken köpeklere yem olmama gayreti içerisinde can derdine düşmüştü. Sağ kalanlar ölenleri düşünecek ve mezar kazıp onları gömebilecek durumda değillerdi. Onları bekleyen son da bundan pek farklı değildi."

Çerkesler, atalarının yaşadığı trajediyi ve anayurtlarını hiç bir zaman unutmadılar.

Cennet gibi bir vatan ile ödüllendirilmiş olan atalarımız, bunun bedelini zamanın iki emperyal gücü olan Çarlık Rusyası ve Osmanlı İmparatorluğu’nun genişlemeci politikalarına maruz kalarak ödedi. Bu engellenemez karşılaşmanın neden olduğu kanlı savaşlar sonrasında halkımızın nüfusunda ve coğrafi sınırlarında sürekli azalmalar oldu. Tarihçiler tarafından, “hapishanesi olmayan toplum” olarak tanımlanan halkımızın büyük bölümü, 150 yıldır sürgün hayatı yaşıyor.

Tarihçe

Rusya Çarlığı Altınordu Devletinin yıkılmasıyla  bu devletin boyunduruğundan kurtuldu ve kısa zamanda yayılmacı bir politika benimsedi. Çalık Rusyası'nın yayılması Kafkasya’ya ulaşınca, dünyanın tanık olacağı en zalimce savaşlardan biri olan Rus-Kafkas Savaşları başladı. Rusların nihai hedefi Kara Deniz limanlarını ele geçirmekti. Böylece sıcak denizlere inmeyi ve Hindistan’a yönelik uzun vadeli planlarını gerçekleştirmek için Kafkasya’yı kontrol altına almayı istiyordu.

Rusya, 1552 yılında Kazan'ı ve 1556 yılında Astrahan'ı işgal etti. Hazırlık savaşları olarak adlandırılabilecek olan bu dönemdeki savaşlar 1762 yılına kadar tam 206 yıl sürdü. Artık Rusya'nın önünde sadece Kafkasya kalmıştı.

1763 yılında Çarlık Rusyası, Kafkasya'nın işgali amacı ile bugünkü Mezdok bölgesinde kaleler inşa etti. Bu nedenle 1763, Rus-Kafkas Savaşları'nın başlangıcı olarak kabul edilir. Kabardey Prensleri II. Katerina’dan bu uygulamaların durdurulmasını istedilerse de karşılık bulamadılar ve 1764’e girildiğinde artık geri dönülmez bir süreç başlamış oldu. 1557 yılında yapılan dostluk anlaşması askıya alındı ve Çarlık hükümeti Kafkasyalıları “Çarın mutlak iktidarına başkaldıran asiler” olarak ilan etmeye başladı.

Belgrat anlaşmasına rağmen Rusya, Kuzey Kafkasya içlerine girmeye ve girdikleri yerlere Kazak ve Rus köylülerini yerleştirmeye başladı.

Osmanlı İmparatorluğu ise hiçbir idari hakimiyetinin olmadığı Kafkasya’yı sürekli Rus Çarlığı ile yaşadığı savaş ve anlaşmalara konu etti:

* 1739 Belgrat Anlaşması sonucunda; Orta Kafkaslar'da önemli dağ geçitlerini kontrol eden ve koruması altında tuttuğu bölgesinden çekilmeyi ve burasını tarafsız bir bölge olarak tanımayı kabul etti.

* 1768-1774 Osmanlı- Rus Savaşını sona erdiren Küçük Kaynarca Anlaşması'na göre; Orta-Kuzey Kafkasya da Osmanlı Devleti ile Rusya arasında tarafsız bir bölge olan Kabardey Rusya tarafından ilhak edildi.

* 14 Eylül 1829 tarihli Edirne Anlaşması'na göre; Osmanlı Devleti, Çerkesya üzerindeki tüm haklarını, bu arada Kuban Irmağı ile Bzıb Irmağı arasındaki Kara Deniz kıyı kontrolünü Rusya'ya devretti. Çerkesya’daki Anapa ve Sucuk-Kale (şimdiki Novorossiysk) liman ve kaleleri dışında, Poti limanı, Ahıska ve Ahilkelek de Rusya'ya bırakıldı.

Bu anlaşmaların sonuçları, Çarlık Rusyası'nın Kafkasya üzerinde daha çok hak iddia etmesine neden oldu. Oynanan oyun gayet basitti; Rusya sıkıştığında, aslında sahip olmadığı Çerkesya'yı Osmanlıya terk etmekte, böylece belli bir zaman sonra yine aynı şekilde Osmanlı, egemen olmadığı Çerkesya'yı Rusya'ya vermek zorunda kalmakta idi.

Dönemin başka bir aktörü olan İngiltere’nin politikası ise Lord Palmerston tarafından şöyle ifade edilmişti; “Sayın Lordlarım, Çerkesleri kendi başlarına büyük felaketlerle baş başa bıraktığımız doğrudur. Oysa, biz onlardan yardım istedik ve onları büyük fedakarlık ölçüsünde de kullandık...”

Diaspora yaşamı

Osmanlı topraklarına ulaşabilen Çerkesler, İmparatorluk sınırları içerisindeki Anadolu ve Rumeli topraklarına yerleştirildi. Ancak Rumeli’ye yerleştirilenler, 1877-1878 yılındaki Osmanlı-Rus Savaşı'nın (93 Harbi'nin) ardından yeniden Anadolu, Suriye, Ürdün ve Filistin’e sürgün edildiler.

Anadolu coğrafyasında Çerkesler, Güney Marmara'da, İstanbul’dan başlayıp İzmit, Adapazarı, Düzce, Bursa, Balıkesir ve Çanakkale bölgesine yerleştirildiler. Yerleşimin diğer bir kolu da Karadeniz bölgesinde Sinop-Samsun’dan başlayarak Ürdün–Amman’a uzanmış hat üzerinde, Samsun, Amasya, Tokat, Yozgat, Çorum, Sivas, Kayseri, Maraş, Adana ve Hatay bölgelerinde yoğunluk kazandı.

Yaşanan sürgün sonrasında Osmanlının geniş coğrafyasına dağıtılmış Çerkesler, Osmanlı yıkılırken imparatorluk sonrası yaşanan ulus‐devletleşme sürecinde, yeni sürgünler ve kimlik sorunu ile karşı karşıya kaldılar. Farklı ulus devlet sınırları içinde kalan ve bulundukları ülkelerin ulus kimliklerini benimsemek baskısı altında bırakılan Çerkeslerin kendi kimliği ile söz konusu ülkenin ulus kimliği arasında ciddi gerginlikler yaşandı. Tarihin bilinen ilk dönemlerinden beri kendi coğrafyasında varlığını sürdürmüş olan Çerkeslerin büyük çoğunluğu, başka topraklarda “yabancı-muhacir” olmaya zorlandılar. Ve kendileri için yabancı olan deneyimleri ya da süreçleri anlamak, kabul etmek ve de onlara uyum sağlamak zorunda kaldılar. Başka toplumların yaşamlarında “öteki” olmayı ağır bedeller ödeyerek öğrendiler. 

Sürgünle yaşanan tarihsel kırılma bu toplumun sadece geçmişini değil geleceğini de etkilemiş ve sonuç olarak Çerkesler, kendi topraklarında uluslaşma sürecini tamamlayamadan, bu süreci yaşayan başka ulus devletlerin milliyetçi baskılarına maruz kalmıştır.

Sürgün  ve diaspora yaşamı, acı dolu sahneler ve derin yaralarla halkımızın belleğinde travma yaratmıştır. Kafkasya’nın büyülü coğrafyası, korunması gereken toplumsal değerler, akıllara kazınan sürgün anıları, kısaca var olmak adına verilen çabalar, şiirsel bir havaya dönüşmüştür. Ve Çerkeslerin tarihi, anavatana dönene dek bir karanlığı, özlemi ve acıyı anlatan ağıtlara dönüşmüştür ve muhatapları adım atmadıkça öyle kalacaktır.

Çabamız

Ünlü tarihçi Kemal Karpat diyor ki: “Çerkesler Rusların önünden kaçmış halklar değildir. Tarihte örneği olmayan bir vatan savaşı vermiş ve kaybettiği için de ülkelerinden zorla çıkartılmış bir halktır. Bu olaya ben göç dediğime bakmayın aslında sürgün kavramı da zayıf kalır ancak soykırım, katliam bu olayların karşılığı olabilir. Diasporada yaşayan siz Çerkeslere çok büyük iş düşüyor. Hep birlikte, ekonomik yardımlaşma da sağlayarak tarihin kaydettiği bu en büyük haksızlığı dünya kamu oyunun önüne taşımalısınız, buna mecbursunuz...”

Soykırım insanlığa karşı işlenen en büyük suçlardan biridir. Gelecekte yeni soykırımların gerçekleşmesini engellemek için geçmişte gerçekleşen soykırımların tanınması ve soykırıma uğrayan halkların haklarına saygı duyulması ve haklarının iadesi gereklidir. Geçmişteki suçların tanınması soykırımı engelleyecek ve durduracak siyasi iradenin oluşturulması için zorunludur.

9 Aralık 1948'de Birleşmiş Milletler, Soykırım Suçunun Önlenmesine ve Cezalandırılmasına Dair Sözleşme'yi kabul etti. Sözleşmeye göre, ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu, kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla işlenen fiillerden her hangi biri, soykırım suçunu oluşturur.

* Çarlık Rusyası, Kafkasya’yı işgal ederek, Çerkeslerin tarihi topraklarını ellerinden almıştır.

* Çarlık Rusyası, 1763-1864 savaşı süresince Çerkesleri sistemli olarak katliama ve etnik temizliğe tabi tutmuştur.

* Rus Çarı ve komutanlarının bu konuda açık emirleri vardır.

* Çerkes soykırımında yaşamını kaybedenlerin sayısı, yaklaşık 500.000 ve sürgün edilenlerin sayısı ise 1,5 milyondur. Sürgün edilenlerin de üçte biri sürgün yollarında hayatını kaybetmiştir.

* Çerkes halkının tüm dünyada dağınık şekilde asimilasyona maruz kalması, Çarlık Rusya’sının uyguladığı “etnik temizliğin” sonucudur.

Çabamız, Çerkes Soykırımı ve Sürgünü'nü, Türk ve Dünya kamuoyuna anlatmaktır.

Taleplerimiz

* Rusya Federasyonu, Türkiye ve diğer devletler tarafından “Çerkes Soykırım ve Sürgünü”  tanınmalı ve Rusya Federasyonu Çerkeslerden özür dilemelidir.

* Rusya Federasyonu, Çerkes halkına yaşadıkları ülkelerin vatandaşlığını içeren çifte vatandaşlık vermelidir. 

* Rusya Federasyonu, Çerkes halkının tarihsel anayurduna dönmesi için yasal zemin sağlamalıdır.

* Türkiye'deki diğer halklar gibi Çerkesler de inkar ve asimilasyon politikalarının kurbanı olmuştur. Toplumsal barışın inşası için Türkiye’de yaşayan tüm farklı kimliklerle beraber Çerkeslerin de dillerini, kültürlerini, kimliklerini yaşayabilmek ve yaşatabilmesi adına tüm kolektif hakları tanınmalı ve var olan yasal engeller kaldırılmalıdır.

Çerkesler, yaşadıkları tüm ülkelerin, özellikle, Rusya ve Türkiye’nin çağdaş ve güçlü ülke olması için her zaman önemli katkılarda bulunmuşlardır. Çerkes kimliğine ve varlığına gösterilecek saygı, bu konudaki çabaların artarak devam etmesini sağlayacaktır. 

Çerkesler, aynı zamanda Rusya, Kafkasya, Türkiye ve Orta Doğu ülkelerinde yaşayan akrabaları ile birlikte, bu ülkeler arasında bir barış köprüsüdür ve öyle de kalmak istiyor.

Çerkesler geçmişi unutmadan hem kendileri ve hem de diğer halklar için onurlu bir gelecek istiyor. BİANET

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.