Bir memleket meselesi: Recep İvedik

Bir memleket meselesi: Recep İvedik

Seyirci Recep İvedik'te ne buluyor, bulduğu kendisi mi yoksa sorunlarından kaçış yolu mu, bu dönemi anlamak için yıllar sonra bu filmler yol gösterici mi olacak?

İKSV'nin Şubat 2017 tarihli Kültür Sanatta Katılımcı Yaklaşımlar raporunda yer alan araştırmaya göre Türkiye'de toplumun yüzde 49'u sinemaya gitmiyor; yüzde 39'u hiç kitap okumuyor; yüzde 66'sı konser, tiyatro veya opera gibi etkinliklere katılmıyor; en sık yapılan aktivite yüzde 85 ile televizyon izlemek. Bu raporun açıklandığı sıralarda Recep İvedik'in 5. filmi vizyona girdi. Kendine ait seyici rekorunu 7.5 milyona ulaştırıp daha da yukarı taşıyıp taşıyamayacağı gündeme oturdu. Peki neydi, sinemayla içli dışlı olmayan, evde tv izlemeyi tercih eden geniş bir kitleyi salonlara çeken; birden fazla kez izleyecek kadar sevdiren, hatta kültürlü, elit diye nitelendirilen kesimi bile güldürmeyi başaran?

Bir ben var, benden içeri

Bu soruları cevaplamak için araştırmaya en temelden başlamalı ve Şahan Gökbakar'a ve oun tahlillerine yakından bakmalı. 1980 doğumlu Gökbakar, ODTÜ'lü bir anne-babanın evladı. Kendisi de ODTÜ Koleji ve Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi Tiyatro Bölümü mezunu.

İlk gençlik döneminde sıkı bir Cem Yılmaz hayranı olduğu söyleniyor. Gözlem yaparken Cem Yılmaz'ın tespitlerinden epeyce etkilenmişe benziyor ama Yılmaz'ın ince esprileri, Gökbakar'da kaba mizaha denk düşüyor.

Parladığı, Dikkat Şahan Çıkabilir'e kadar tv macerası pek de yolunda gitmiyor, yaptıkları beğenilmiyor. “Televizyona program yaptığım işten ve hayatımdan pek memnun olmadığım bir dönemde kendi istediğim tarzda bir kariyer yapabilmek için sinemaya geçmeye karar verdim. O dönem Youtube’da en çok izlenen skeçlerimden biri olan ‘Recep İvedik’ tiplemesine film yapma fikri doğdu. Togan’la kolları sıvadık ve ilk senaryomuzu oluşturduk” diye anlatıyor o dönemi.

Gökbakar, Recep İvedik'te hakaret ettiği o eğitimli, elit kesime mensup bir aileden geliyor. Ters ayna modelini izleyerek, ait olmadığı sınıftan bir tipleme yaratıyor. Kendi sınıfını o kadar iyi analiz ediyor ki, içinde doğduğunun tam tersi bir varoluş yaşıyor Recep İvedik'te. Kendi öz çevresinde belki kendini ait hissetmediği, belki utandığı ya da söylemeye çekindiği her şeyi İvedik'e söyletiyor. Böylece seyircisiyle birlikte katarsis yaşıyor perdede muhtemelen. 

Ancak her şeye rağmen Gökbakar'ın içinde İvedik'ten farklı bir şeyler yapma arzusu da yok değil; sinema çıtası Cem Yılmaz kadar yüksekte olmasa bile...

Kardeşiyle sinemaya 2006'da gerilim türündeki "Gen" ile başlaması, her ne kadar kendisi gurur duymasa da dikkate değer bir çabaydı.

İvedikler arasına serpiştirdiği, romantik komedi türündeki ve filmografisinin en iyi filmi olan "Celal ile Ceren", vasat bir Zihni Sinir kopyası olan "Osman Pazarlama", Gökbakar'ın yeni bir komedi tarzını deneme gayretinin tezahürüydü. Ancak bu iki filmin toplam gişesi, ilk Recep İvedik filminin gişesine anca denk gelince, Gökbakar'ın ticari açıdan istikameti de netleşmiş oldu.

Beş filmden hangisi dişe dokunur?

İlk film için tüm serinin insanlık formuna en yakını denebilir belki. Kayıp cüzdanı sahibine, ta Antalya’ya  götürmek gibi dürüst bir amaçla yola çıkıp ilk aşkına ulaşma çabası, İvedik’in sırtına yapıştırılan ‘halk kahramanı’ sıfatına sempatik bir kılıf oluşturdu.

İkinci filmde yönetmen Togan Gökbakar, seride hiç örneğine rastlamadığımız bir maharet sergiledi. Filmin açılışındaki mahalleyi dolaşan plan sekans ve finaldeki geriye kaydırma hareketiyle, teknik üzerine kafa yorulduğunu gösterdi.

3. filmden itibaren ‘ne yapsak tutuyor’ mantığının iyice hakim olduğunu söylemek mümkün. Konu bütünlüğünü umursamadan anlık kaba güldürülerle ilerledi seri hep. Okul, survivor adası ve olimpiyatlar şeklinde mekânsal bütünlük önceliklendirildi. Sinemanın özüne aykırı olan skeç mantığı, tıpkı tv'de tekrarı yayınlanan dizilerin yüksek rating alması gibi, İvedik filmlerinin birden fazla kez sinemada izlenmesini sağladı.

Para konuşur!

Özellikle son 2 filmdir, Gökbakar'ın işin ticari boyutuna kafasını iyice yorduğu görülüyor. 4. filmde konsepti, tam da o sıralarda TV8'de başlayacak olan Survivor üzerine kurması, filmlerinin yayın hakları için yine aynı kanal ile anlaşmış olması; 5. filmde ülkenin kritik döneminde milliyetçiliğe sırtını dayaması, bayrak vurgusu yapması, Yunan ve Rus takımılarından intikam alması onun ne kadar profesyonel bir stratejist olduğunu gösteriyor. Dönemi, atmosferi ve ortalama bir kişinin o dönemde sinemada görmek istediklerini adım adım analiz ediyor. Tv anlaşmaları yetmiyor; Türkiye'nin en büyük sinema zinciri Cinemaximum'larda satılmak üzere, üzerinde en kaba haliyle Recep İvedik figürünün olduğu, çocuklara yönelik çanta vs. hazırlıyor. Genelde Hollywood'un bol gişeli animasyon karakterleri için oluşturduğu bu ticaret ağını İvedik'te deniyor olması, Gökbakar'daki İvedik özgüveninin aynası.

İnek Şaban - Recep İvedik karşılaştırması

Recep İvedik’in sinemaya katkısı sorulduğunda, 'Recep İvedik uzun bir aradan sonra toplumun beraberce güldüğü bir film oldu. Rahmetli Kemal Sunal’ın yarattığı başarının, ‘Şaban’ tiplemesinin, insanların gönlünde kurduğu tahtın benzeri ‘Recep İvedik’e ve bana nasip oldu. Bu, sinemamız için çok önemli bir dönüm noktasıdır' cevabını veriyor Gökbakar.

Vakti zamanında Kemal Sunal, kendi dönemini ve filmlerini şöyle tanımlamıştı: “Ekonomik baskı altında zor günler geçiren vatandaş, evine geldiği zaman dışarıda yaşadıklarını unutmak istiyor. İktidarlar bugün ayakta kalabiliyorsa, Kemal Sunal sayesinde oluyor. İnsanlar benim filmlerimi gördüğü zaman dertlerini unutup neşeleniyorlar. Dolayısıyla ben insanların stres ilacıyım.”

Sunal’ın bu sosyolojik tespiti doğru olabilir tabii ama Şaban ile Recep İvedik arasında çok ciddi ve hayati bir fay hattı var. Kemal Sunal filmlerinde ezilen kesimin sorunları, sıkıntıları anlatılıyordu. Şaban kırıcı olmadan, farklı kesimleri kaba ve keskin şekilde bölmeden, toplum için doğru olana dikkat çekiyordu.

Recep İvedik’in böyle bir derdi ve misyonu yok. Şaban’ın pratik zekasının aksine kendisi problem yaratan ve her problemi kaba kuvvetle çözmeyi şiar edinmiş bir tipleme İvedik.

Şaban ile İvedik’in ortak noktası ise her gün birkaç devasa sorunu birarada yaşamaya alışmış bir toplum için sinemada kaçış imkanı sağlaması. Ve bundan 20-30 sene sonra toplumun ruh halini çözmek için bir röntgen görevi görecek olması.

Tek adam merkezli mizah

Şaban filmleri kadar yakın dönemde iyi gişe yapmış komedi serileri ile Recep İvedik serisi arasında da bariz farklar var. “Eyyvah Eyvah” serisi, “Düğün Dernek” serisi, Cem Yılmaz filmleri ve her ne kadar fecaat olsa da “Çalgı Çengi” serisi…

Şaban filmleri gibi bunların da ortak noktası, serinin tüm filmlerinde anakahraman etrafında bir ya da birden çok, güçlü, daimi karakter yaratılması. Arzu Film ekolünün izinde gitmek bir bakıma… Hüseyin Badem kadar Firuzan'ı, Tüpçü Fikret kadar Çeto'yu ve İsmail'i, Cem Yılmaz'ın karakterleri kadar Özkan Uğur, Ozan Güven ya da Zafer Algöz'ün karakterlerini de hatırlıyor seyirci. Recep İvedik serisinde ise sadece tek adamın etrafında figüranlar var. Bu figüranlar genelde filmden filme değişiyorlar, etkisiz elemanlar, varlık nedenleri İvedik’in varlığını kutsamak. Birlikten bütünlük yaratmak üzerine kurulu Yeşilçam klasikleri ve bunların izinden giden komedyenlerin aksine Şahan Gökbakar, Recep İvedik’te monoloğu, tek sesliliği, tek adamlığı övüyor. O kadar ki, 5. filmde İvedik'e reis, komutan sıfatlarını yakıştırıyor.   

Klasik aile yapısı içinde küfrü, hakareti, agresifliği, el-kol hareketlerini yanlış gören, yasaklayan ebeveynler, çocuklarını rahatça İvedik filmlerine götürüyor. Onu rol model almalarından çekinmiyorlar; geleneksel 'oku da adam ol' ilkesinin tersine başarının, bireysellik ve kaba güç gösterisiyle geldiğini benimseyip çocuklarına bunu kutsuyorlar.

Recep İvedik’in egosunu hissetmek   

Karşılık vereni ‘gonuşma layn’ diye susturmak, 'ben ne dersem o olacak' demek, ortamdaki herkese hakaret üstüne küfür yağdırmak, el-kol hareketlerini çekinmeden kullanmak, kadını yermek, farklı olanı anlamaya, çözmeye çalışmak yerine onu aşağılamak, yok saymak; ezmek ve hırpalamak üzerine kurulu bir üslup, İvedik’inki. Tek seslilik ve tek adamlık üzerine kurulu bir düzeni var. Hiçbir şekilde karşı güç-otorite tanımadığı gibi, kendi otoritesine karşı çıkılmasına da tahammül edemiyor asla. Çevresindekileri fikirleriyle, zekasıyla değil, kaba kuvvetiyle susturuyor. Nihayetinde sözünü geçiriyor, boyun eğdiriyor.

Eğitim seviyesi farklı seyirci kitlesinin buluştuğu nokta da bu işte. Çünkü seyircinin egosu okşanıyor. Seyirciye nereden gelmiş olursa olsun, kendisinin de “adam” yerine konabileceğini, sözünü geçirebileceğini, sevilmese bile itibar görebileceğini hissettiriyor film. Eğitim seviyesi daha düşük olanlar, yüksek eğitimlilere karşı üstünlük hissediyor; 'eğitimle adam olunmuyor' diyor. İvedikçi eğitimli-elit kesim ise çokça küçümsendiği bu süreçte, kendini o sürece dahil etmiyor; yani üzerine alınmıyor İvedik'in hakaretlerini. Herkesin kendini, Aziz Nesin'in yüzde 60 oranının dışında tutması gibi... ‘Benden iyisi yok’ egosuyla hareket edip, kendine rakip gördüğü diğer elit kesime ya da meslektaşlarına içinde biriktirdiği öfkeyi, çemkirmeyi kusuyor. Birbirinden farklı tabanlar, sevmediğine haddini bildirme noktasında Recep İvedik'te buluşmuş oluyor.

Sosyo-ekonomik koşullar film kahramanını belirler

ANAP yıllarının belirteçleri çağ atlamak ve globalleşmek ise 2000’lerden beri, özellikle de son 10 senede egemen zihniyet ‘batıdan kopuş ve geriye dönüş’.  Globalleşme hedefi nasıl ki sahte zenginler ve entelektüeller yarattıysa, ‘özümüze dönelim’ şiarı da bilgiyi, sanatı, batılılaşmayı, dünyaya entegre olmayı küçümseme modasını doğurdu. Recep İvedik de tüm kaba sabalığı ile görgüyü, kültürü, kuralları aşağılıyor. Göbeğini kaşıyan adam olarak aşağılanmış kesim de ‘oh canıma değsin’ diyerek salonlardan mutlu mesut ayrılıyor. Şehirde yaşayıp şehirleşememiş İvedik'in önerdiği ve uyguladığı yöntem, 'olduğun gibi kal, kendini geliştirmene, değiştirmene gerek yok.' Suşi yiyenlerle, yoga yapanlarla, iş adamlarıyla dalga geçmesinin nedeni de onları 'yapay' bulması. Doğal ve samimi olmak demek; kontrolsüzlük ve kaba kuvvet demek onun lugatında.  Bu yöntemlerle bir bakıma elit vesayetini büküp kırıyor.        

İşin ekonomik kısmına gelince… Her güne başka bir endişeyle başlayan, gelecek planı yapamayan, emekliliğini göreceğinden bile emin olamayan, bazen de eve dönebildiğine şükreden insanlar için kaçış anlamı taşıyor komedi türü. Ama zekice mizah ya da kafa kurcalayıcı bulmacalar olmayan mizah… İvedik izleyicisi, salonda çıkınca aynı koşullara geri döneceğini bilerek, film izlediği 2 saat boyunca düşünmek, kafa yormak istemiyor. Sorunları sorgulamak, nedenlerini aramak yerine unutmayı tercih ediyor. En basit konuyu ve en kolay esprileri arıyor. Ekonomik ve siyasi gel gitleri olmayan bir toplumda, Recep İvedik’e ve genel olarak komedi türüne bu kadar sıkı sarılma ihtimali hayli düşük.    

Bir de olayın adalet boyutu var tabii... Sürekli haksızlığa uğradığını, hakkını alamadığını, dayısı olmadan bir işe giremeyeceğini, doğruyu söylediğinde her yerden kovulacağını düşünen; adaletin tesisi hakkında şüpheleri olan bir toplumda, agresifliğiyle kendi adaletini sağlayan Recep İvedik'in 'halk kahramanı' sıfatı taşıması tesadüf olamaz.

Güleriz ağlanacak halimize

Çocukların Recep İvedik'i rol model aldığı bir gerçek; yaşam koşulları zorlaştıkça komedi türüne ilginin arttığı da... Çok izlenmenin ve popüler olmanın iyi ve kaliteli iş demek olmadığı da bir gerçek. Ve salonların açık kalabilmesi, sektörün dönebilmesi için yüksek gişelere ihtiyaç olduğu da... Bu tezatlar ve sebep-sonuç ilişkileri içinde 'güleriz ağlanacak halimize' durumumuzun ne kadar süreceğini kestirmek güç. Ancak mevcut koşullar ve sorunlar devam ettikçe karşımıza, gerçekleri ve kurmacaları ile daha nice Recep İvedik'lerin, devam filmlerinin ve taklitlerinin çıkacağını öngörmek, kehanet olmayacak.

Müjde Işıl / Bianet.org

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.